"ne yapacağımı bilemediğimde, göbeğimde bir fermuar olduğunu hayal ederim, boynumdan kasıklarıma inen ve onu yukarıdan aşağıya açtığımı. sonra kollarımı kollarımdan, bacaklarımı bacaklarımdan ve başımı da başımdan çekerim. kendimi kendi vücudumdan çıkardığımda, eski giysiler gibi aşağı düşer. onların altında, daha ufak, yumuşak ve neredeyse şeffaf olurum. bir denizanası gibi olur vücudum, beyaz, sütlü, fosforlu.
beni rahatlatan tek fantezi bu işte. ah evet, ancak ondan sonra özgürüm."
sür pulluğunu ölülerin kemikleri üzerinde , olga tokarczuk
"rüyasız geçen uzun, sıkıcı bir zamandan sonra, nihayet gece bir düş gördüm. bu, hemen anlamlı bulduğum, pek anlamadığım, ama unutmadığım düşlerdendi. tek başıma, tanımadığım bir kentte yürüyordum, troya değildi bu, ama önceden görmüş olduğum tek kent troya'ydı. düşümdeki kent çok daha büyük ve genişti. gece olduğunu biliyordum; ancak ay ve güneş aynı anda gökyüzündeydiler ve üstünlük mücadelesi içindeydiler. kim tarafından bilmiyorum, hakem olarak çağrılmıştım oraya: iki gök cisminden hangisinin daha aydınlık parlayabileceği konusunda. bu yarışta ters olan bir şey vardı, ama ne kadar kendimi zorlasam da bunun ne olduğunu bulamıyordum. ta ki sonunda cesaretim kırılmış, sıkıntılı bir sesle, herkes en aydınlık parlayanın güneş olduğunu bilir ve görür deyinceye dek, 'phobios apollon!' diye haykırdı muzaffer bir ses ve aynı anda sevgili ay kadın selene'nin yakınarak ufukta aşağı kaydığını gördüm korkuyla. beni aşan bir yargıydı bu, ama sadece olanı söylediğim için nasıl suçlu olabilirdim.
bu soruyla uyandım. zorlama bir gülüşle, üstünkörü marpessa'ya anlattım düşümü. o sustu. kaç gün sürdü benden uzaklaşması. sonra geldi, daha koyulaşmış, derinleşmiş gibi görünen gözlerini çevirdi bana ve şöyle konuştu: düşünde en önemli olan, kassandra, senin tamamen yanlış bir soruya yine de bir yanıt bulmak için gösterdiğin çabaydı. yeri geldiğinde bunu anımsamalısın."
kassandra, christa wolf.
"bilgi diyorum ama aslında bir sır. hayvanlarla bizim aramızdaki fark nedir? konuşmak mı? bütün hayvanlar bir şekilde konuşurlar, gel, derler, dikkat, derler, daha bir sürü şey söylerler; ama hikayeler anlatamazlar, yalan söyleyemezler. biz bunu yapabiliriz..."
the other wind / ursula k. le guin
"... onlar saygıyı, inancı, güveni unutmuş, belki de hiç duymamış, hiç öğrenmemiş kişiler. insan, öylelerine kişi derken, dilin yetersizliği karşısında iğrenti duyar. kişi bile değiller ki! olsa olsa tanrının yanlışları, taslaklarıdır onlar."
gece, bilge karasu
sınamalı insan kendisini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi; bunu da tam zamanında yapmalı.
sınamalarını saptırmamalı yolundan,
oynanabilecek en tehlikeli bir oyun sonunda,
başka bir yargılayıcının değil de
yalnız kendinizin tanık olduğu sınamalar bile olsa,
hiçbir kişiye bağlı olmadan:
en sevilene bile.
friedrich nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde
yıllar yılı hemen her gün görmeye alıştığımız yarı-anonim kişileri (bizi işe götüren otobüs şoförü, her zamanki benzin istasyonunda parayı alan adam, ofisimizdeki asansörcü, postanede pul satan adam vb.) artık görmemeye başladık mı, hemen unutuyoruz. "gösteri devam etmeli" kuralı, yalnız tiyatro için değil, bizim için de geçerli. hepimiz gösterinin bir parçası haline geldik. sahnede olmayan, artık ölmüş demektir; yoktur. yaşamla ilgilenişimiz, onu sahnede gördüğümüz gibi. bizim sahnemizde. bizim tasarladığımız sahnede.
gündüz vassaf - cehenneme övgü
"... yani iletişim kuran ile alıcı arasında paylaşılan şey ne kadar çoksa, açık biçimde ifade edilmesi gerekenlerin sayısı o kadar azdır diyebiliriz..."
ne var bunda biliyoruz zaten, tabu oynarken de öyle değil mi, diyebilirsiniz.
ama insanlarla yeni tanıştığınızda kafanızdan geçen, şöyle biri demek ki, böyle demek istedi diye en az veriye dayalı oluşturduğunuz o önyargılar hep bunu özümsememekten işte.
belki bunu derinden anlayabilsek, bu kadar iletişim kazası yaşamazdık.
insan iletişiminin kökenleri - michael tomasello
insana benzer bir tarafımız var mı?
dıştan bakınca kan, sefalet, şehvet, hırs, cinayet.
içten bakınca can sıkıntısından boğuluyoruz.
oğuz atay - günlük
"bu dünyada zaten çok sayıda kötü şey varken, toplum bunların en kötüsü olarak kalmaktadır. bu yüzden, arkadaş canlısı bir fransız olan voltaire bile, 'yeryüzü , kendileriyle konuşmaya değmeyen insanlarla kaynıyor' demiştir."
-arthur schopenhauer
“doğru yolu bulmak için kaybolmak gerekir. labirent, içine giren kaybolsun ve dolaşsın diye yapılır. fakat labirent, o aynı kişiye; yeni bir plan çizmesi ve labirentin gücünü yok etmesi için bir başkaldırıyı da düşündürür.
işte o insan bunu başardığı takdirde labirenti yıkacaktır, çünkü; onu boydan boya geçen biri için labirent yoktur.”
italo calvino
''nereye giderdim, gidebilseydim eğer, kim olurdum, varolabilseydim eğer, ne derdim, bir sesim olsaydı eğer, kim konuşuyor böyle, ben olduğumu söyleyerek.
...
onun için benim olmadığımı görmek, yeterli olmalı, ama değil, orada olmamı istiyor, bir biçime ve bir dünyaya sahip, onun gibi, ona karşın, her şey olan benim, hiçbir şey olan o.
...
görünen o ki sözün olduğu yerde bir yaşam kesinlenebilir, bir öyküye gerek yok hiç, bir öykü zorunlu değil, yaşam yeterli yalnız başına, yaptığım bir yanlıştı bu, birçok yanlıştan biriydi, yani yaşam kendi başına yeterliyken kendime bir öykü aramam yanlıştı diyorum.
...
önemli olan dünyada olması insanın, yeryüzündeki varlığının yanında duruş nedir ki? soluk alıp vermek zorunlu yalnızca, avarelik edilmese de olur, arkadaşlık edilmese de, açıkça itiraf etmek koşuluyla kendinizi ölmüş bile sayabilirsiniz, daha özgürlüklere açık bir düzen düşleyebilir misiniz, bilmiyorum, ben düşleyemiyorum.
samuel beckett
"ne kadar az yer, içer, kitap okursan, tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen, ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin; mezar böceklerinin ve toprağın yok edemeyeceği hazinen o kadar büyür. kendin ne kadar azalırsan o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmenle ters orantılıdır; yabancılaşmış varlığın gitgide büyür."
karl marx (1844 elyazmaları)
"bir insanın bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir: neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur."