.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

Kutsal Kitap

                                                -  Tutunamayanlar -


Olay XX. yüzyılın ikinci yarısında , bir gece , Turgut'un evinde başlamıştı. O zamanlar daha Olric yoktu. Daha o zamanlar Turgut'un kafası bu kadar karışık değildi. Bir gece yarısı evinde oturmuş düşünüyordu. Selim , arkasından bir de harkesin bu durumlarda yaptığı gibi , mektuba benzer bir şey bırakarak , bu dünyadan bir kaç gün önce kendi isteğiyle ayrılıp gitmişti..Turgut , bu mektubu çalışma masasının üstüne koymuş , karşısında oturup duruyordu. Selim'in titrek bir yazıyla karaladığı satırlar gözlerinin önünde uçuşuyordu. Harflerinin arasında arkadaşının uzun parmaklarını seçer gibi oluyor , okuduğu kelimelerle birlikte onun kalın ve boğuk sesini duyduğunu sanıyordu.

O zamanlar henüz Olric yoktu : Hava raporları da günlük bültenlerden sonra okunmuyordu.Henüz durum , bugün ki gibi açık ve seçik , bir bakıma da belirsiz değildi.

Bu mektup neden geldi beni buldu ? diye söyleniyordu hafifçe. Demek , hafifçe söylenme alışkanlığı , o zamana kadar uzanıyordu. Demek kendi kendine konuşma o gece yarısı başlamıştı. Çevresinde ki eşyaya duyduğu öfkenin ifade edilemeyen sıkıntısıyla bunalıyordu. Selim , belki bu yaşantıyı , önde bir salon - salamanje , arkada iki yatak odası, koridorun sağında mutfak - sandık odası - banyo , içerde uyuyan karısı , çocukları parasıyla orantılı yararlandığı küçük burjuva nimetleri onu, nefes alamaz bir duruma getirmişti diye tanımlayabilirdi. Turgut , anlamsız bakışlarla süzüyordu çevresini henüz. Duvarlar , resim yaptığı dönemden kalma '' eserler ''le doluydu. Ner min çerçeveletmiş hepsini, benimle öğünüyor. '' resimlerini çerçeveletmişsin, iyi olmuş.'' demişti Selim.''Ben değil karım '' diye karşılık vermişti. Karısı odada yoktu. Bir resim aşağıda ,bir resim yukarıda ; bir duvar resimle doldurulmuş , bir duvarın yarısı boş, simetriyi bozmak için. Efendim ? Efendim derdi Selim olsaydı son heceye basarak. Ev sahibide kızmıştı duvarlara bu renge boyandığını görünce ama belli etmemişti. Tavana kadar aynı renk , böylece düzlemler daha keskin beliriyor, modern sanatın burjuva yaşantısına katkısı. Efendim ? Oysa , ne güzeldi eskiden : tavana bir karış kala , bir parmak kalınlığında koyu renk , yatay bir çizgi çizilirdi , duvarın rengi orda biterdi işte. Selim'lerin Ankara'daki evinde öyleymiş. Tek parti devrinin kalıntısı , fazla askeri bir düzen. O günlerde tavana kadar yükselen kitaplıklar yoktu herhalde , yatay çizgi kaybolurdu kitapların arkasında böyle olsaydı.

İsteksiz bir kımıldanışla yerinden kalktı , kitaplığının karşısına geçti. Selim'e özenerek alınan kitaplar ; yüzlerce kitap , çoğu hiç okunmamış duruyordu öylece. '' Hiç evden çıkmadan beş yıl sürekli okusan , belki biter bu kitaplar '' demişti Selim. Ne demek ? içinde birden , hepsini okuyup bitirme ateşi yandı. Kitapları her görüşünde yanan eski ateş. Kaç sayfa eder hepsi ? Bin sayfa , beşbin sayfa, on bin sayfa . Bir sayfa kaç dakika da okunur., yemek ve uyku saatleri çıkarılırsa geriye günde kaç saat kalır , cumartesi ,pazar ve bayramlar için daha uzun süre konursa..İstersem yutarım hepsini. Okulda ki günleri aklına geldi. Böyle , hırsla eline aldığı kitapların beş on sayfasını okuduktan sonra içinin bir balon gibi söndüğünü hatırladı. Bir kitabı bırakır ötekine saldırırdı. Bu ümitsizce çırpınış , bütün kitapların yüz üstü bırakılmasıyla saona erer , büyük bir utanç ve hayata dönüş buhranları gelirdi arkasından.

Kitaplığının önünden zorla ayırdı kendini : oyuna gelmeyelim yeniden. Aynı zamanda yatak olabilen kanepeye oturduve bir düğmeye basınca içinden sahte ağızlıklara basılmış sigaralar çıkan kutudan bir sigara alıp Alaettin'in lambası biçminde ki çakmağıyla yaktı. Durum , ümit verici değildi : yerdeki halı , mobilyalara hiç uymuyordu. Düğün hediyesi ne yapalım , istediğimiz gibi bir halı alacak paramız yoktu. Sigarasını , yaprak biçimi gümüş tablada söndürdü. Karım kızacak. Bu tablalalar neden duruyor öyleyse? Bilinmez. Çalışma masasına yaklaştı. Kaya'nın ayrı bir çalışma odası var. Ora da ne çalışıyor ? Bilinmez. Ben ne çalışıyorum ? Mektubu okuyorsun ya! Öyle ya. Selim'in yazdığı satırlara eğildi yeniden.

Olay , böyle bir ortamda başlamıştı. Aslında, buna olay bile denemzdi. Turgut , yani bir bakıma bir zamanlar onun en iyi arkadaşı , olayı gazeteden , yani olayları veren bir ' organ' dan öğrendiği için , olay diye adlandırabilirdi bu durum. Turgut , yeni uyanmıştı : her sabah kapıcının kapının altından attığı gazetenin hışırtısını bekliyordu. Sesi duyunca , karısını uyandırmamaya çalışarak , uyuşuk hareketlerle terliklerini aramış , sonra , yavaş.a ''olay''a doğru bilmeden yönelmişti. Yedinci sayfada , bir cinayet haberinin sonunu ararken birden çarpmıştı ''olay'' gözüneç Sonra karısı , yatakta sarılarak onu teselli etmişti. Bu gece de erken yattı beni rahatsız etmemek için ; rahmetliyi dilediğim gibi düşünebilmem için. Kendine düşeni yaptı fazlasıyla. Erken yatmasının başka bir nedeni de yarın ki direkyon kursu . Bende yatıp uyumalıyım. Herkes uyumuştur.Benden başka kimse bu mektubun anlamını düşünmüyor. Kaya şimdi çalışma odasında olsaydı ne yapardı ? Üniversteli kızların soyunmasını ssyrederdi. Hele bir atnesi varmış , her gece her gece bacakalrını duvara dayayıp.. Karısından gizli , yani kaçamak. Bende kaçamak yapıyorum şimdi. Karımdan gizli Selim'i düşünüyorum....

......

Bir insanı diğerinden ayıran hususiyet nedir? Dış şartlar mı? Olamaz. Nedir o halde ? Kazanç ve kayıp hakkında ki telakkisidir. Turgut da üniverste giriş imtihanını bin bir zorlukla kazanınca bu hayati sualle karşı karşıya kaldı : ne demekti bu? Kazanç mı kayıp mı? Acele cevap verdi : 'kayıp ' dedi. Ah ! işte burda hata etti. Neden bu kadar acele davrandı ? Neden acısının biraz hafiflemesini bekleyip de biraz daha soğukkanlı olabileceği bir zamana kadar dayanamadı ? Neden, neden? Bu vahim hükmü , ondan sonra ki bütün harekatına da tatbik etmek gibi ikinci elim hatayı da hemen yaptı. Koparıp atsaydı bütünlüğünü bozan bu acıklı tarafını da geri kalanını kurtarsaydı hiç olmazsa. Yapmadı. Kendini , rakipsiz saydığı konuların dışında , bir daha hiç bir zaman tecrübe etmemeyi ve kuvvetsiz olmayıda birdirbir ve lik gibi bir çocuk oyunu olarak mazide kaldı. İşte , düşüşü bu anda başladı. Bu satırların yaratıcısı ve yakın arkadaşı , onun bu metomorfozuna şöyle tarih düşürdü ;

''Yıl bin dokuz yüz elli üç , baktı Turgut vaziyeti güç ; mantık yardım etmedi hiç , Oldu tam bir eyyamgüder . Bana göre oldu heder.''

Fakat sonradan garson olmuş bir filozof ya da filozof olmuş bir garsona göre , insanlar karışık salataya benzer. Turgut'ta insan ruhunda ki bu karışıklık yüzünden bu şartlara tamamen ayak uyduramadı. İnsancıllığı , arasıra görülen eski yumuşaklığı , rahatsız etmeye başladı onu.Çare olarak dinlenme anlarında , eski düşüncelerine uygun arkadaş..

Yetet artık sapıttın. dedi Turgut. Kendi elimle kendime hakaret edemem. Müsade edersen yazıyı otobiyografiye çevireceğim..''Müsaadeetmem'' dedi Selim soğukkanlılıkla.

Turgut başını okuduğu satırlardan kaldırarak çevresine baktı ; eşyayı tanımayan bakışlarla süzdü. Salonu koridora bağlayan kapıya doğru iki adım attı. Durdu , öylece kaldı.

Öylece kal Turgut! oyunun sonunda perde kapanırken olduğu gibi.Yatak odasından koridora ışık sızıyordu. Yatmamış , beni bekliyor..

.....

 

 

 

''Söze başlarken , tarihçi taklidi yaptığınız için haksız olarak benim hakkımda 'eyyamgüder' gibi , sığır çobanıyla karşılaştırabilecek bir deyim kullandınız diyorum. Hiç olmazsa oportünist deseydiniz, kimse anlamazdı. Ben oportünistte değilim! Bu sözün arkasından bir kelime oyunu , bir şaka bekliyorsanız , benim idealist karakterimi yakından ve ya uzaktan hiç tanımamaışsınız demektir.Evet! Ben idealistim. Geçen yıl matematik asistanı ; 'ben matematik yiyerek yaşıyorum' demişti. Benimde hayatımın kısm- ı azamı matematikle geçiyor. Yemek yediğim saatlerin toplamı , matematik çalıştığım zamanla mukayyese edilirse , günlük yaşantımda gülünç denecek kadar zavallı  ve küçük bir yer tutar. Ben kendime ihanet etmiyorum. Sana bir dost gibi açılabilirim Selimciğim : dün gece sinüs ve kosinüs münasebetleri yüzünden gözüme uyku girmedi.''

Selim : Daha baştan, ciddiyetten uzaklaştığınızın zapta geçirilmesini istiyorum. Hangi münasebetten bahsediyorsun?  Sinüsle kosinüs arasındaq ki münasebetten mi ?
Turgut : hayır, onlarla benim aramda ki münasebetten. Acaba sinüsümü yoksa kosinüsümü daha çok seviyorum. diye öyle bir açmaza düştüm ki, sonunda ikisininde karseini aldım , gene de neticeye varamadım. Birde ''hayatın koordinatları'' meselesi beni çok yoruyor..
Selim : Saçmalıyorsun. Bu meselelerin aslı yok. Beni ve edebiyatı şüpheye düşürmek için mahsus böyle yapıyorsun. Fakat ben , her ikisinin müşterek vekili olarak, seni ispata davet ediyorum.
Turgut : Bu davetlerde dişe dokunur bir şey soramazsın sen adama. Demek sen aşkı , sinüs kosinüse çok görüyorsun..Soyut aşk kavramı sende henüz gelişmemiş. Sen ve senin gibiler beş elmayla on elmayı toplayabilen basit insanlarsınız. Elle tutulabilen şeylerle düşünebilir , elle tutulan şeyleri sevebilirsiniz yalnız.  Siz A ve B den değil , üç erkek beş kadından anlarsınız ancak.
Selim : Bir dakika sayın başkan  ; kendinizi aşıyorsunuz. Beni bu tatsız yere getirip  , kendinizi ayrık tutmayı nasıl becerebildiniz ?
Turgut : Sinüsünde sevebileceğini , ona da insan muamelesi yapılması gerektiğini yeteri kadar savunabileceğimi sanmıyorum artık. Sinüsün entegralinin nasıl alınacağını birden unuttum ; mahçup oldum sinüse gösterdiğim bu ihmalden. Fakat siz anlıyamazsınız bu duyguları. gene de ''hayatın koordinatları'' hakkında bir açıklama yapmamı beklersiniz herhalde. Bak Selim! Öldürürüm seni! Bu meseleyi ilk defa duyduğun halde nasıl şaşırmamış görünürsün? Beni öldürmek için! Beni kudurtmak için! Nasıl sözlerimi hiç duymamış gibi yaparsın? Kıskançlıktan! Birde nazariyemi bilsen , o zaman hasetten kudurur , T çetveline dönersin.
Selim : Fena mı ? Daha heyecanlı oluyor.
Turgut : Peki , bir kelimeyle olsun ilgilendiğini söyleyemez misin ?
Selim : İlgilendim. Yalnız , sonunun kötü bitmesinden korkuyorum.
Turgut : Sen ilgilende sonunu değiştiririz biz. Merak etme.
Selim : Anlat o halde.
Turgut : Evet bu nazariyeyi ben buldum! Değil seni , Gauss'u bile kıskandıracak , Leibniz'i ümitsizlikten intihara sürükleyecek bir ilim - hayal buldum. Minimini x ile canım bir y arasında başlayan bu ...
Selim : Bıktım senin bu matematik masallarından. Uzatma , konuya gel.
Turgut : Dur , geliyorum. Çamaşırları sudan çıkarayımda.. Nasıl , meraklandırdım değil mi? Öyleyse dinle :
Edebiyatçılar , Ahd-i Atik'ten beri gökkubbenin altında hiç birşeyin değişmediğini bildikleri halde nasıl yazmaya devam ediyorlarsa , bende aynı prensipten devam ederek ,bin altı yüz bilmem kaç yılında - yani bundan sittin sene evvel - Rene Descartes'ın beşeriyetten çirkinliğinin intikamını almak arzusuyla yarattığı ve o günden beri tıpkı büyük Sezar'ın - Rus Çarı - doğumundan beri karnıyarık doğum metotlarına sezaryen denilmesi gibi , kartezyen adı verilen ve herkesin bildiği koordinat sistemini , günümüzün icaplarına uydurmak ve pozitif bir bilim olduğu halde münekkirlerce biyokimya meselelerine gayri kabıli tatbik bulunduğu asırlar boyunca idda edilegelmiş  , fakat nihayet ben , sen ve Kenan tarafından layık olduğu mevkiye getirilmiş olan matematik , nam-ı diğer riyaziye ilimini üniversel karakterine kavuşturmak hedef ve gayesiyle uykusuz geçen geceler ve ayakta uyuyarak geçirdiğim gündüzler pahasına  '' hayatın koordinatları'' yahut kısaca '' Bir insanın , nerede,ne zaman ve nasıl olursa olsun , ne yaptığını analitik geometri esaslarına göre açıklanmasına giriş '' adını verdiği sistemi buldum.
Bu sistemi açıklamak için aşağıda vereceğim aşağılık izaahatı dinlerseniz, ( kelime oyunu yoktur , izahat gerçekten aşağılıktı, kelime oyunu olacak korkusuyla gerçeklerden kaçamazdım elbette ) meselesinin , yukarıdaki cümledende karışık bir mahiyet aldığını da göreceksiniz.
Her zaman kendi kendime düşünür dururdum. ( ben kendi kendime düşünürüm, Selim gibi , birini aramam düşünmek için )
Not ; Bu kısım Selim tarafından muhalefet şerhiyle imzalanmıştır.
Her zaman kendi kendime sorardım , neden noktaların , doğruların , eğrilerin  - ister düzlem,ister uzay şekiller olsun - koordinatları varda, daha mükemmel bir varlık olan insan ve onun ayrılmaz bir cüzü olan hayatın koordinatları yok ? Bu mesele : hayatımı zehir eder :  fakat , mevzu hakkında ki bilgisizliğim ve yetersizliğim elimi kolumu - nasıl yapıyordu bunu bilmiyorum - bağlardı. Bir gün gene böyle ; ( yani elim kolum bağlı ve hayatım zehir olmuş vaziyetteyken ) karnımın pek çok , ama pek çok , acıktığını hissettim.Yemekten kalkalı daha çok zaman geçmediğini gayet iyi bildiğim için 'hayırdır inşallah' dediğimi hatırlıyorum. Olağanüstü bir durum olduğunu seziyordum , fakat ilham geldiğini anlayamamıştım tabii. Yerimden kalktım , mutfağa gittim. Bir iki lokma bir şeyler yedim. Tekrar odama dönüp divanda , boş bırakmış olduğum kalıbımın üstüne, bir ince ki durumda yattım. Ne var ki , içimde ki , tarifi imkansız ve benim bu gibi ruhi vaziyetlere alışık olmamam hasebiyle yanlış olarak açlık diye  adlandırdığım kemirici duygu , yatışacak yerde büsbütün alevlendi. Çaresiz , divanda , bana iyice alışmış olan yerimi bırakarak tekrar mutfağa gittim.eskisine nispetle daha çok yedim. Yani , bir örnek vermek gerekirse : ilk gittiğimde diyelim beş birim yemişsim, ikinci gittiğimde sekiz birim falan yemiştim. Fakat bu oburluk , beni tıkıyacak yerde , büsbütün acıktırdı. Artık yerimde duramaz olmuştum. Mutfakla divanda ki yerim arasında - tabir caizse- mekik dokuyordum. Dolapları, rafları ,annemin misafirleri için kurabiye, bisküvi, şeker, çikolata ve fındık sakladığı büfe gözlerini gardrobu ve özellikle , babamın ceketlerinin asıldığı bölmenin arkasında karanlık olupta annemin göremiyeceğimi zannettiği yeri alt üst ediyor , durmadan atıştırıyordum. O duruma gelmiştim ki , babamın siyah elbisesinin yeleğinin alt cebinde ki anahtarı alıp , özel dolabında sakladığı siyah havyarı bile yiyecektim. Bu son arzumun dehşeti ve imkansızlığı , çılgınca tutkularımın beni nereye götüreceğini anlamam da başlıca amil oldu ; işte ancak o zaman kendime geldim ve bende bir gariplik olduğunu sezmeye başladım. Bu duygu , muhakkak , bedeni açlıktan öte , tanımadığım bir şeydi . Evet! Bu , maddi bir açlık olamazdı ; çünkü maddeler dünyasının elemanlarıyla tatmin olmuyordu. Peki , ama neydi?  Basit bir , olmayana ergi metoduyla , bunun manevi açlık olduğu neticesine vardım. Evet! Bu , manevi bir açlıktı ; bu , ilim açlığıydı. Bu açlık beni bir hafiye gibi takip eden yüksek düşüncelerimin  , tatmin edilemeyen ilmi emellerimin verdiği açlıktı. Artık dayanamıyordum. Gözüm , çevremde hiç bir şeyi görmüyordu. Kağıt , kalem aldım. Divanda ki yerimi süratle terkederek, masanın sert iskemlesine oturum. Ne yaptığımı bilmeden , kağıdın üstüne önce bir koordinat eksen takımı çizdim.Ellerim bana itaat etmiyordu. Sanki , görünmez bir kuvvetintesiriyle bilmediğim bir yörüngenin üstünde hareket ediyordum. Silkinip , kendime gelmeye çalıştım.Acaba biraz daha yemek mi yeseydim ? Fakat , karnım o kadar şişmişti ki , bu fikre bedenim isyan etti. Tekrar çizmeye başladım.
.....

Selim : Şimdiye kadar oburluğundan başka hiç birşey açıklamadın. Esasa girmeden bu kadar uzun konuşman , bulduğunu zannettiğin sistem hakkında beni şüpheye düşürüyor, Sözünü kesmek durumunda bırakma beni.
Turgut : Sen yalın düşüncelere alışıksın sadece, hayatın asıl tadı , gerçek tuzu olan ikinci dereceden bilinmeyen güzelliklerin farkında değilsin. Biliyorsun hayat ....
Selim : Size ikinci ihtarı veriyorum.
Turgut : Başkan benim , ihtarı ancak ben verebilirim.
Selim : O halde kendine iki ihtar verde , aklın başına gelsin.
Turgut : Olmaz öyle şey. Burası İngiltere mi ? Bizde Angolosakson terbiyesimi var?  Avam kamarasında mıyız ki , en şiddetli tartışmalardan sonra bile iktidar ve muhalefet  olarak meclisten kol kola çıkalım?
Selim : Sen İngiltere'yi anlıyamazsın.Başka bir dünyadır orası. Ancak komplekslerinden kurtulursan...
Turgut : Ben oraya hiç gitmedim.Onun için komplekslerin var., diyemezsin bana. Sözünü geri al.
Selim : Meddahlığı bırak,anlatmaya bak.
Turgut: “İngilizlerin bile bulamayacağı bu nazariyenin esası gayet basittir. Fakat, tatbikinin bir hayli güç olacağını sanıyorum. Bir ilim adamına tatbikat yakışmayacağı için, bu kısmını asistanlarıma bırakıyorum. Gündelik işlerle uğraşamam ben.”
Selim: “Evet, uğraşamazsın da dışarda zenginlere ev projesi yaparsın.”
Turgut: “Ben senin bildiğin profesörlerden değilim. Bu nazariye ömrüm boyunca yeter bana. Dinle ve hak ver sadece:
“Hayatın Koordinatları deyiminden kısaca şunu anlıyoruz: bir insanın, belirli bir zamanda, belirli bir yerde ve belirli şartlar altında ne yapmış olduğunu bilirsek bu bilinenlerle, yani hareket ve zaman boyutlarının önceden tesbitiyle, bu verilere dayanarak yazılan ve sabit katsayıları, o insanın tayin edilmiş özellikleriyle belirlenen denklemlerin, zaman değişkenine göre çizilen eğrileri, bize o insanın ilerde ne gibi şartlar altında ne yapacağını gösterir. Şimdiye kadar yaptığım incelemeler, dokuz bilinmeyenli, yani dokuz eksenli bir sistemde bir insanın bütün hayatının denkleminin yazılabileceği ve buna istinaden de, hayatın koordinatları metoduyla varlığının ifade edilebileceği merkezindedir. Böylece, insan hayatına ait bütün meselelerin önceden, yani yaşanmadan, çözülebilmesi imkân dahiline giriyor.”
Selim: “Hiç de girmiyor. Mekanik asistanı gibi, sen de önemli noktaları atlayıp yutturmaya kalkıyorsun. Bu konuda bazı sorular sormak istiyorum.”
Turgut: “Buyur.”
Selim: “Bütün mesele, insan hayatının denklemini yazmak olduğuna göre, acaba sayın müellif bize bu denklemin işaret sistemini ve bir insanda bilinen faktörlere ait katsayıların ne gibi bir transformasyonla  değerlendirileceğini açıklarlar mı?”
Turgut: “Derin tahlil kabiliyetiniz, burada da sizi ele verdi. Ben de zaten son olarak bu problemi düşünüyordum. Evet, meseleyi, aşağılık bir pratiğe dökmek gerekirse, bir insanda mevcut karakterlerin en uygun hangi işaret sistemiyle gösterilmesi gerekeceği sorununu ortaya koymalıyız. Bunun için de, kanaatimce, önce, insanlara ait bütün bilgileri, cebrik notasyonlarla gösterecek bir sistem bulmalıyız. İnsanın, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik durumlarını bunlara uygun cebirsel işaretlerle ifade ederek, bütün hayatı, kelimeler yerine, sayısal değerlere tekabül eden genel notasyonlarla gösterirsek, gramatik kombinezonlar yerine transandantal eşitlikler ikame etmiş oluruz ki bu yeni sistemde, sizin bilinen faktörler dediğiniz sabit katsayılar da herhalde yerini bulur.”
Selim: “Dur! Hemen tahtayı silme. Beni kandıramazsın.”
Turgut: “Aptal! Uzatma işte. Böyle bir nazariyenin elbette bazı ufak tefek noksanları olacak. Ne demiş Ziya Paşa...”
Selim: “Ne mutlu Türküm diyene, demiş.”
Turgut: “Onu Namık Kemal söylemiştir. Ziya Paşa aynen şöyle demiştir:
“Dî-rahtı ferganiyi nüman eyledi nevser
Tema-yı zur-u haltı kadar neyledi kevser.”
Selim: “Yeter söz milletindir. Söyleyen: Jean François Millet.”
Turgut: “Sanki hiçbir şey olmamış gibi sözlerime devam ediyorum:
“İnsan, kendini beğenmeden yaşayamaz. Kendini beğenirse, diğer insanlar onun hayatını cehenneme çevirmeye
çalışırlar. Bunun için, insan, hem kendini beğenmeli hem de beğenmemelidir. İngilizlerin afyonla birlikte dünya piyasasına sürmüş oldukları bu kurnazlık, yüzyıllardır insanlara hayatı zehir etmektedir. İngilizlerin, dünya milletleri arasındaki yerini böylece belirttikten sonra, konumuza dönelim.
“Bu fakir millet, sırası gelince, büyük değerler yaratabileceğini her zaman göstermiştir. Fakat İngilizler, buna daima engel olmuşlardır. Bu millet biraz nefes alabildiği kısa bir süre içinde de Turgut Özben’i yaratarak bütün kötü şartları hiçe saymasını bilmiştir. Fakat hemen İkinci Dünya Savaşı’nı çıkaran Anglosaksonlar, bu ender şahsiyetin yetişmesini gölgelemek istemişlerdir.
“Ben savaş yıllarının çocuğu olduğum için, ilk talihsizliğim beslenme şartlarının kötülüğüyle başlamıştır. Bütün savaş yılları kara ekmekle geçti benim için. Ekmekle birlikte her şey bozuldu. Bana henüz verilmeye başlanan terbiyem okula gitmeden bozuldu.

 .......

 "neden birlikte yaşıyoruz? bir anlam aramamalı. anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur. insan akıllı bir görünüşle, en saçma sözleri bırakabilir çevresindeki insanların yarattığı boşluğa. çok da fazla üzülmüyordu. duyuların zayıflıyor mu oğlum turgut? içindeki o tarifsiz, kuvvetli duygu, başka duyguları körleştiriyor mu? insanlar! neden kaybolup gitmeme seyirci kalıyorsunuz? benden ne kötülük gördünüz? insanlar, duygusuz bir telaşla kaçışıyordu. çok zayıfladım insanlar! belki de kaçmak istediğim bir işe farkına varmadan sürüklüyorsunuz beni. oysa ne kadar korkuyordum beni tutmanızdan. ne kadar tutucu görünüyordunuz. ne hileleriniz vardı. ne kadar zayıf bağlarla bir arada tutuyormuşsunuz toplumu. benim ayrılmama seyirci kalmanız ne kadar dehşet verici. sonra, durum artık saklanamayacak bir şiddet kazanınca, şaşırmış görüneceksiniz. sahte bir şaşkınlık göstereceksiniz. sizi hesaba katıp yola çıkanları büyük hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. ne diyeyim? siz beni tanımıyorsanız, ben de sizi hiç bilmiyorum. buna da üzülmüyorsunuz. daha beter olun!"

 ........

 "...insanların yalan söylemesi için bir gerekçe görmediğinden, onlara inanmakta güçlük çekmiyordu. insanlara inanmadan onlarla birlikte olmanın mümkün olmadığını sanıyordu. insanlara inanmadığı zaman onlardan kaçıyordu. söylenenlere inanmadığı zaman, inanır görünmenin, insanlara ihanet etmek olduğunu düşünüyordu ve bu ihanetinin anlaşılmaması için, ortalıkta görünmemeyi tercih ediyordu. insanları, metin gibi bayağı bulduğu zaman kendinde de aynı bayağılığın bulunduğunu, başka türlü o insanlarla birlikte olamayacağını hissediyordu. metin de, yalanlarına bu kadar kolay inanan bir insan olduğu için, selim'i küçümsüyordu. selim'in ilerde baş kaldırmasını önlemek için, onun kişiliğini göstermek istediği anlarda cesaretini kırarak gelişmesini engelliyordu. selim, kendisi gibi yalanlar bulup söyleyemiyordu. bu nedenle metin, selim'le birlikte bulunmaktan çok hoşlanmıyordu. selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. kambu duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. insan ona bakınca, geçici bir süre kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu.

selim de can sıkıcı ve hayal kırıcı görünüşünün, insana yeni heyecanlar ilham etmeyen pısırıklığının farkındaydı. her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için allah'a yalvarıyordu: omuzları biraz daha genişleyemez miydi? gittiği partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba ona dans öğretilemez miydi? allah, selim'e dans öğretmeye pek niyetli görünmüyordu. her şeye kadir olduğu halde böyle küçük işlerde bile kullarına yardım etmiyordu. üstelik bu işlerde metin'i memur ediyordu ve metin de selim'in beceriksizliğiyle alay ediyordu: selim'in hiçbir şey öğrenemeyeceğini söyleyerek gülüyordu. selim ise, kendini metin'e beğendirmek için çırpınıyordu. bir yandan da allah'a başvurmayı ihmal etmiyordu: çok zayıftı, biraz daha kuvvetlenemez miydi? metin, izci kampında trampet çalıyordu, selim de trampet bölüğüne alınamaz mıydı? allah susuyordu..."

 .......

 "çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır.. her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır.. yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler,bunda başarıya ulaşacaklardır.. kimse onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır.. bir gün öldükleri zaman; arkalarında küçük bir iz,bir anı,bir gözyaşı,bir eser bırakmadan yok olacaklardır.. gazetedeki ölüm ilanı bile,yedinci sayfada bir kenarda kalacak,kimsenin gözüne çarpmayacaktır.. hayattan çıkarı olmayanların ölümden de çıkarı olmayacaktır.. ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir.. herkesin mezarında güller ve menkeşeler büyürken,onların mezarlarını otlar bürüyecektir.. mezarları bir kenarda kalmasa bile,büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.. cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir.. ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır.. hayattan çıkarı olmayanların hayatları çıkmaza sürüklenecektir.. kendini beğenmişliğincezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır.. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için,yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir.. duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır.. duygusuz,hareketsiz,tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.. çektikleri acılarla,yüzlerinin buruşmasına,saçlarının beyazlaşmasına izin verilemeyecektir..güldükleri zaman sevinçli,ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır.. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir.. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.. aslında hayattan çıkarları olduğu ıspat edilecektir,çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde bunu beceremedikleri için; çıkarlarıyokmuşdabirşeylerbeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır.. onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.. kendilerini yokladıkları zaman,bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını,ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir.. işte o anda dahi; delice bir harekette bulunmalarına,anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır.. kendilerini öldüremeyeceklerdir.. onlara anlatılacaktır ki,böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir,gerçekle ilgisi yoktur: kendilerini öldürürlerse,onlar hakkında verilen isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar..bu hiç bir şeyi değiştirmez.. onlar bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir.. hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır?.. hayattan çıkarı olmamak hem tanrının hem insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılmması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır.. bütün tarih,bütün iktisat,bütün sosyoloji,bütün psikoloji kısaca bütün lojiler hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır,yırtınmalıdırlar.. "ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz,bunun için "babamı bile tanımam" diyeceksiniz.. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!..."

.......

Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil.
Devlet otoritesinin korunması bakımından asık surat gereklidir. Senli benli olmak, bu otoriteyi zayıflatır; devletin yüksek çıkarlarını tehlikeye sokar.
…bir an kendini unutup Allah’a isyan eden günahkâr bir kulun çöküntüsü…
Sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “Buraya kadar!” dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencerede görünen hiçbir ağacı, hiç bir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin.
Yaşamın anlamını bilmek için, ölümün anlamının karanlıkta kalmasını istemiyorum.
Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü.
Yaşamak, ölmek gibi değil. Bazı zorlukları var bir kere. Daha çok tehlike karşısında insan.
Aşk bir zayıflıktı ve insanın başka güzellikleri görmesine engel oluyordu.
Bütün gün kemanı gıcırdatır, evde herkesin canını sıkardı. Oysa, Metin, kendinde büyük yetenekler görüyordu.
“Yaşamak her gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz”
Düşünmek, hayatı ne karmaşık bir duruma sokuyor.
…dönerken yolda, uzun uzun arabasının özellliklerinden bahsetti: Bir düğmeye basınca camlar yıkanıyor, bir düğmeye basınca kuruyor, bir düğmeye basınca pencereler iniyor… Bir düğmeye… bir düğmeye… ne söylediğini izleyemiyordum. Düğmeler bitmiyordu. Bütün bu aşağılık durumlara, düğmelere sahip olmak için katlanıyor. Bana çocuklarının resmini gösteriyor. Oysa ben güzel bir metresi olduğunu biliyorum. Kötü bir şaka yapıyorum, metresi olduğunu ima ediyorum: gülüyor. Erkeklik üzerine bir şeyler söylüyor. Onu duymuyorum. Gülümsüyorum…
Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz için değil.
Dostoyevski, benim inancım dua eden saf bir çocuğun inancına benzemez, diyor
Hürriyet, ölümden kaçmak değildir. Belki de yalnız ölüme giderken hür olabilir insan. Ancak ölüm-kalım anında hürriyetin gerçek anlamını kavrayabilir.



 
Mısra 463: Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz


Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz. Artık kara renkli ekmek yenmiyor. Girmeden girdiğimiz savaştan çıktık. Şeker
ucuzladı. Babası Selim’e yeni bir kat elbise yaptırdı. Demokrasi diye bir söz çıktı. Saffet tıbbiyeyi bitirdi. Zengin bir kıza âşık oldu. Yalansız her gün mektup yazıyorlar birbirlerine. Ecmel Beyler taşındılar. Selim on bire geçti. Herkes, bu Amerikan arabaları da daha ne kadar yenileşecek, biçimde daha ne yenilikler bulacaklar diye soruyor. Selimlerin sokağı asfaltlandı. Kanalizasyon diye bir şey yapılıyor; eskiden yokmuş. Selim, Gorki ile tanıştı. Bu yaz İstanbul’a gidemeyecekler. Herkes, Amerikalılarla görüşebilmek için İngilizce öğreniyor. Selimlerin evinin önünden gençler omuzlarında bir adamla geçtiler. Irkçıymış. Gençlik Parkına kadar arkalarından gitti. Orada itfaiye üzerlerine su sıktı. Sabri’nin babasıyla Selim’in babası ayrı partileri tutuyorlar. Güreşimiz dünya minderlerinde söz sahibi. Bazı evlere buzdolabı alındı. Savaşta Almanları tutan yazarlar, şimdi demokrasinin vazgeçilmezliğinden bahsediyorlar. Alt kata bir mebus ailesi taşındı. Uzun boylu bir kızları var. Amerikan yardımı heyeti Ankara’ya geldi. Bülent’le Karadeniz lokantasında adamakıllı içtiler. O gece Selim Bülentlerde yattı. Anadolu’da köylü jandarmayla çatıştı. Hece vezniyle alay ediliyor. Saffet İstanbul’a gidiyor. İhtisasını orada yapacakmış; Nâzım Hikmet bir vatan hainidir diyor. Şiir kitaplarını Selim’e bıraktı. Selim’in kırk beş liraya aldığı ayakkabılar ayağını vurdu. Numan bey, tek parti devrinde kanunsuz emirleri dinleyenlerin günahı yoktur, dedi. Saffet’in ağabeyi Dumrul, Avrupa’dan döndü. Karikatürcüler yeni şiirle alay ediyorlar. Dumrul bombardımanlardan çok korktuk ve yiyecek sıkıntısı çektik, diyor. Bazı ileri fikirli gençler büyüklerin yanında sigara içiyor ve onlara sen diye hitap ediyorlar. Müzeyyen Hanım soba derdinden usandı. Dumrul, parti meselesi yüzünden babasıyla kavga etti ve evden kovuldu. Bir hafta sonra döndü. Söylediğine göre, Amerikalılar, otururken masaya ayaklarını dayıyorlarmış. Böylesi sağlığa daha uygunmuş. Namık Bey damadını pek züppe buluyor. Dumrul bir akrabasını ziyaret için gittiği hastanede hademelerin kötü muamelesine isyan etti ve kollarından tutularak zorla dışarı çıkarıldı. Selim’in anneannesi öldü. İntihar haberlerinin gazetelerde yayımlanabilmesi isteniyor. Selim’e okulda Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları konusunda bir tahrir vazifesi verildi. Babası Erkan’a, yeni model arabasını kullandırıyor. Semra, Selim’e, Çehov’u okumalısın dedi. Hayat pahalılaşıyor. Dar gelirliler deniyor. Selim, anneannesinin ölümüne dair bir hikâye yazdı. Bazı derslere girmiyorlar, gidip kahvede oturuyorlar. Selim, sigaranın tadını beğenmedi. Semra, yazdığın hikâyede Çehov etkisi var, dedi. Yeni yıla arkadaşları Selim’in evinde girdiler. Sarhoş olup, bir koltuğun (şimdi öyle koltuklar yok) tahtasını kırdılar.

 ..........

"selim ışık yalnızlığını kelimelerle besledi.

kelimelerin anlamını bilmeden önce tanıdığı yalnızlığı kelimelerin içinde
yetiştirdi.

eski yaşantılarının hastalığından yeni kalktığı sırada,aldırışsız kelimeler
konuşurken,eski yaraların eski kelimelerinin göğsüne saplandığını 
duydu birden;

sustu kaldı.

kelimeler,yalnızlığını yaşamasına da bırakmadılar onu.

her yandan kuşatıp saldırdılar.

kullandığı kelimeler de dönüp ezdi onu,soluksuz bıraktı.

sonra,yatağından fırladı birden selim;bütün kelimeleri ve yaşantılarını
ezdi ayağının altında.

güneşe çıktı.güneş,gözünü acıttı bir süre sonra,perdelerini kapayıp
kelimelerin karanlığına döndü.

birtakım kellimeler bağışladı onu;aralarında gene yaşamasına izin
verdiler.

bu kelimelerle birlik olup amansızca saldırdılar başka kelimelere:

aşağılayan,ezen,soluk aldırmayan kelimelere.

yendi,yenildi;sonunda gene yenildi kelimelere,kelimelerle birlikte
açtığı savaşta.

yalnızlık hep oradaydı."

.....


".... aşk sanat okulunun birinci sınıfında bir öğrenciyim. bana kafamdaki bütün güzellikleri birleştirmek için 'bildiğim bütün güzellikleri seninle yaşayabilmek için neler verdiğini bir bilsen' derdi. bunu başarabilecek miyim bütün okuduklarımı, düşündüklerimi, hissettiklerimi anlatmalıyım. onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim, hayır hepsini yeni baştan okumalıyım, düşünmeliyim senden önce ve senden sonra ne ifade etmiş, ne ifade ediyor bilmeliyim. hayır, yalnız senden sonra neler oluyor onu bilmeliyim.. hayır bilmek kelimesini sözlükten çıkarmalıyım, 'satırların arasına sıkışıp aşka kapalı kaldığım devirlerde kaçırdığım güzellikleri' yakalamalıyım. evet kendime hesap sormalıyım, evet geçmişte tek başıma güzelliğini hissedemediğim, hayır hissettiğimi bilmediğim, hayır belki bildiğim fakat ifade edemediğim bütün yaşantımın içindeki birikimleri seninle, senin güzelliğinle birleştirmeliyim, evet onların da bir hikmeti vardı. onlar da senin dışında yaşanmış değildi. her şeyin birdenbire bir anlam kazanmasının büyüsünü sezmeliyim..."

.....

"... uzandığı koltuktan doğruldu, ayağa kalktı. kendime gelmeliyim, onlarla savaşmalıyım. pencerenin yanına gitti, alnını cama dayadı. bir süre öylece kaldı. sonra aşağıya baktı; caddede insanlar, karıncalar gibi, telaşla birbirlerine çarparak oraya buraya gidiyorlardı.

yüzlerce insan, binlerce insan...

çoğu ne kadar önemsiz, ne kadar silik. içlerinden biri selim olamaz mıydı? milyonların içinde sadece bir selim. bu tabiat kanunları ne kadar insafsız diye düşündü. kime zararı dokunur bunun?

hepsinin eli, ayağı, başı var.. selim gibi. ne olur bu el,ayak, baş bir araya gelse de sadece bir tanecik selim ışık çıkarsalar aralarından; ne olur bir tane selim olsa.. elimi sallar çağırırım: koca budala derim, nereye gidiyorsun gene dalgın dalgın?

olmaz, olamaz! yok olamaz insan. hareketleri, gülüşü, birlikte yaptıklarımız; nereye gitti hepsi?...."

.....


'' içinizdeki hiçbir acılık birikmez. ne bırakılmış olmanın, ne anlaşılamamanın, ne yaşamamanın, ne de baştan yaşayamamanın acısı düzeninizi bozmaz. düşünmeden kapılırsınız olaylara. sonu ne olacak diye korkmazsınız. sonu yoktur ki.. sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? birdenbire: 'buraya kadar!' dediler. oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. bütün sularda gölgeni seyrederdin. üstelik, daha önce haber vermiştik derler onlar. her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik. ''

......

Selim'in günlüğünden;


"bugün öğleden sonra saat ikiden itibaren eşyayı suçlamaya başladım..önce üzerinden kalkmadığım divan-yatak suçlandı..sonra tavan ve en sonunda banyo-tuvalet..bütün düşüncelerimi emip bitirmekle suçluyorum sizleri..bütün hayallerimi sömürdünüz. gene de doymadınız..büyük ve güzel şeyler yaratmama yardımcı olmadınız..büyük bir sağırlıkla, kahredici bir dilsizlikle sustunuz güzelliklere..geri istiyorum hapsettiğiniz duygularımı, düşüncelerimi..hepinizi mahkemeye veriyorum: tahliye davası açıyorum..ne diyorsunuz? bize bir şey vermedin mi diyorsunuz? ne yapmışım? duyulmuyor, hızlı söyleyin..gülerim saçmalarınıza..hiçbir güzellik vermemişim onlara..tavan diyor ki gözler ile benim köşelerimi birleştirdin sadece..köşegenlerimin kesim noktasının elektrik kordununa uzaklığını hesapladın..banyodaki fayansları da saymışım sadece..yarım fayansları çıkarmışım, ikiye bölmüşüm..hepiniz yalan söylüyorsunuz..ben...ben kant gibi düşünmek istiyordum..kelimelerle uğraşıyordum ayrıca..evet, diyorlar hep bir olup: kelimelerle uğraştın..kelimeleri bölüp durdun: eisen-stein; demir-taş, ein-stein; tek-taş, victor-mature; muzaffer-kamil..bunlarla geçirdin vaktini..önsözler okudun hayalinde: bize yeni bir şey öğretmedin..kaybettin..mahkemeyi de mi kaybettim? mahkemeyi de kaybettin..mahkeme masrafları, ücreti vekalet filan da bana mı yıkıldı? hepsi sana yıkıldı..ben mahkemede sevimli görüneceğimi sanıyordum, benim bu kadar kayıp içinde olmamdan utanırlar da beni daha çok severler sanıyordum..aldanıyorsun..burası mahkeme: düşkünler yurdu değil..sakın kıyameti koparmaya kalkma: mahkemenin manevi şahsiyetine hakaretten de mahkum olursun..

bir insan eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi bir tekme atamazsa insanlığı nerede kalır? eşya da isyan eder mi insana? insan mahkemelerinde eşyalar davayı kazanır mı?"

"sevgili isa

bütün olanlar için özür dilerim..kabahatin bende olduğunu biliyorum..günlerdir durmadan seni düşünüyorum..kitabını elimden bırakmıyorum..bütün meselelerde sen haklısın..bugün düşündüklerimi, seninle birlikte olduğumuz gün bilseydim, her şey başka türlü olurdu..fakat, göreceksin, bir daha buluşursak nasıl istediğin gibi bir adam olacağım..o kadar değiştim ki beni tanıyamayacaksın..çarşamba günü annemler evde yoklar..gelebilirsen rahat rahat konuşuruz..

seni-seven
selim

isa gelmedi.."

 

......

....Kocaman bir dünyanın içinde- oysa sınıfta duran 'mücessem küre' çok küçük kalıyordu asıl dünyanın yanında- şaşkınlıkla ne düşüneceğimi bilemiyordum ve öğretmen gelince arkadaşlarla birlikte ayağa fırlayıp kıvanç duyduğumu söylüyordum bağırarak. Bununla birlikte birkaç gün içinde, bu işlerin pek anlaşılamayacağını, yalnız bir kısmının ezberlenip kara bir tahtanın yanında tekrar edileceğini, böylece, öğretmen denilen teyzevari yaratıkla başımın belaya girmekten kurtulacağını sezmiştim. Sonunda, sınıfın kabadayılarıyla itişmek için gereken iç huzuruna kavuştum. Zayıflardan kendime iki dalkavuk seçtim ve sınıfı mahalleye çevirdim kısa zamanda. Hemen 1/A birinci takımını kurduk ve 1/C ile bir maç yaptık. İçine sığmakta güçlük çektiğim okul sıralarında büyüklerimi saymak- küçüklerimi sevmek sözünü ters söylediğim için öğretmenin çektiği kulağımın acısını akşamdaki maçı düşünerek hafifletmeye çalışırdım. Büyüyünce öğretmenliği nasıl yasak edeceğimin hayaliyle yaşarken bir yandan da durmadan tekrarlardım: öğretmenimi, yurdumu sevmek, budunumu- bu budun kelimesi bana kasapta çengele asılı etleri hatırlatırdı- korumak, saymak, üstün tutmak, doğruyum, yasam, onlardan, herkesten intikam almaktır, olmaktır, çalışkanım, armağan olsun.

Sevmedim okulu önce,

"Öğretmenim" tutmadı yerini annemin (bence.)
Beni çingenelere vermek istemeseydi
Babam, bir dev anası gibi
Görünen öğretmenden kaçardım (ne iyi olurdu).
Korkuyu
Bahçedeki huysuz ve parlak kanatlı
Horoz tanıttı bana.
Bir de "öğretmenim" Rânâ.
"Kulağını çekerim, konuşma, terbiyesiz,
Yakarım ağzını, çişim geldi dersiniz.
Kırarım notunuzu haylazlık edersiniz.
Yarına satır satır ezber ezberlensin dersiniz."
Yorganı üstümden attım o gece,
Çıplak ayakla taşlara bastım o gece. Kırk derece
Ateşim çıksın diye bekliyorum. Sakın
Göndermesin babam beni okula yarın,
Olur mu Allahım- Allahım diye başlamışken
Dua edeyim hemen:
Allahım ne olur sen anneme
Babama, bana ve nineme
Ve apartmandaki Baha Bey'e, karısına ve oğluna
Ve mahalledekilere ve rahmetli dedem Hüsrev kuluna
Ve Ankara'dakilere ve Türkiye'dekilere
ve dünyadaki bütün iyilere
rahatlık ver.
Onların içinde (varsa eğer)
Hırsız, fena
Ve kötülük etmek için insana
Fırsat bekleyenlere
ve beni azarlayan kapıcımız Kamber'e
Ve beni bahçede korkutan horoza
Ve ezberimi bilmezsem ceza
Verecek öğretmene
Rahatlık verme.
(Ceza vermezse rahatlık ver.)
.......
'' mini mini bir kuştum
deli gibi olmuştum

selim itiraz etti. yanlış oğlum turgut aslını okumalısın : 
mini mini bir kuştum
dejenere olmuştum '' sf.259

'' - anneciğim venüsün kollarına atmaya geldik kendimizi
- burada öyle biri çalışmıyor
turgut metin'e döndü : işte gerçek bir kerhaneciyle karşılaştık '' sf.265

'' bir işin nasıl yapılacağından çok nasıl yapılmayacağını gayet iyi bilir ( dairedeki memurlar için ) '' sf.294

'' iyi kunduranın çifti iki lira, kötü kunduranın dört lira - anlamadı gene anlattım .. iyi kundurayı iki liradan yaparsam kazanırım.Fakat sen ucuz görür yaptırmazsın onun için dört lira derim. kunduradan anlamadığın yüzünden belli. senin için iyi deri kullanırsam yazık '' sf.299

'' hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu '' sf. 319 

'' ( ünv.deki prof.lar için ) .. onlar lort henry'nin dorian gray'e yaptığı gibi sarsarlar akıllarını karıştırırlar.öğrenciler için tatlı bir şaşkınlıktır bu '' sf.363

'' kavurucu yaz sıcağında herkes denize giderken,iktisat notlarının üzerine damlayan terlerini nasıl toplamalı '' sf.364

'' balzac, kendini romantik sanan genç kızların saçma sapan hayallerini beslemek için okudukları ikinci sınıf bir romancıdır. '' sf.365 

'' kitabı bitirdiği zaman ateşli bir Gorki hayranı olmuştu .. fakat '' benim üniversitelerim '' bir başkaydı. oscar wilde'ı unutmuştu '' sf.367

'' ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydın '' sf.408 

'' bunlar tırnak kırılması gibi yerinin doldurulması kolay boşluklardır '' sf. 408

'' söylenenlere inanmadığı zaman inanır görünmenin, insanlara ihanet etmek olduğunu düşünüyorduve bu ihanetin anlaşılmaması için ortalıkta görünmemeyi tercih ediyordu '' sf. 433 

'' hayatta başarı kazanan bütün insanların okul yılları başarısız geçmişti '' sf.435 

'' böyle ciddi ve ağırbaşlı bir insana ancak hayranlık duyulabilirdi.başka bir şey duyulamazdı.bu nedenle bütün kızlar bu ciddiyet ve ağırbaşlılığa kendilerini layık görmedikleri için daha hafif genç erkeklerin koluna girerek uzaklaşıyorlardı ( selim için ) '' sf. 436 

'' hiç bir zaman pastanede-muhallebicide-kızla-buluşup-gözlerinin-içine-bakarak-ona-hayatını-anlatan-erkeklerden-biri olmayacağına yemin etmişti '' ( selim için ) sf.447

'' seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım'' derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim'' selim-günseli sf.460
....
“Selim, ilk yıllarda üniversiteden çok sıkılıyordu. Birçok günler, evden çıkınca doğru bana gelirdi. Ben giyinip tıraş olurken, günlük programı çizerdi. Program onaylanınca,yemek bakımından evdekilere yük olmamak için, bakkaldan alışveriş etmeyi teklif ederdi hemen. Bunu, aslında, evdekilerle mümkün olduğu kadar az karşılaşmak için isterdi.
O sıralarda, evden aldığı harçlıktan başka geliri olmadığı için, fazla parası yoktu. Ben bu ayrı yemek düzenine itiraz ederdim: hep birlikte birşeyler yiyebilirdik. Olmazdı; o zaman her gün gelemezdi. Kısa zamanda bu yemek düzenine de alıştım. Bütün düzenlerine alıştım. Her sabah kapıyı açarak onu kimseye göstermeden yukarı çıkarma düzenine de alıştım. Bu düzenlerden biri bile herhangi bir nedenle bozulursa, o gün için kafasında kurduğu bütünlüğün zedelendiğini hisseder ve uzun süre kendine gelemezdi. Odaya biri girse belli etmeden huysuzlanır ve tekrar yalnız kalıncayakadar ‘yaşamazdı’. Günlük yaşantımızın ana çizgileri belli olduktan sonra,ikimiz de ceplerimizi boşaltır ve ne kadar paramız varsa yarını düşünmeden ortaya koyardık. Masanın üstüne yığdığımız paralara bakarak: ‘Aptal Carnegie gibi gün geçmez bölmelerde yaşıyoruz,’ diye sevinirdi. Günlük bütçe yapılır: yiyeceğe, sigaraya -ben içmezdim-, gidilecekse sinemaya, mizansen için kaçınılmaz masraflara uygun miktarlar ayrılırdı. Bütün bu işler gerçek bir ciddiyetle yapılırdı. Mevcut para, giderler, hep ayrı yazılırdı. Bazen, yazarken, birdenbire gülümser, başını kaldırarak: ‘Bizim kantindeki çocuklar ne düşünürdü beni görseler,’ derdi. 



Doktor Jekyll ve Mister Hydeın çocukluk yılları!’ ''
.....
'' babam benimle övünsün diye can sıkıntımı yürürlükten kaldırıp üniversiteyi bitirmedim mi? her sözünüze başımı sallamadım mı? neymiş efendim? hiçbir işin sonunu getirememişim.siz başlamayı bile göze alamadınız. benimle içinizden gelerek hangi yaşantıma katıldınız? benimle yaşanmazmış. ne biliyorsunuz? ben bile kendimle yaşayamamışım. bu sözünüze gülmek isterdim. neden başaramayacak birine bu güveni verdiniz o halde? neden içimi böyle arzularla doldurdunuz? alacağınız olsun. bu dünyaya bir daha gelişimde, ikinci gelişimde bütün borçlarımı ödeyeceğim. bugün için üzülerek belirtmek zorundayım ki beş yıllık plan tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. gerçekleştirmemi istediğiniz bütün hayaller ikinci bir çağrıya kadar ertelenmiştir. herkes işinin gücünün başına dönsün. benim birinci gelişimle yarım kalan aşklarını yaşasın. yarım kalan yaşantılarını, eskisinden daha çok beğensin. benim gibi biri, bir daha girmesin küçük yaşantılarına. kapıları daha iyi kapansın.herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden bana kimse başvurmasın. evde yokum.'' 
......
''bütün hayatınca arkadaşlığın önemini haykıran selim ışık’ın başına bunlar geliyor oysa ben neler istiyorum neler istiyorsun canım insanların üstüne dünyanın bütün yıldırımlarını yağdırsam da sevilmek özlenmek istiyorum bütün gürültümün çocukça olduğunu aslında sevgiden ilgiden geldiğini anlamalarını öyle sanmalarını istiyorum peki diyorlar neden yapalım bütün bunları neden öyle sanalım kimsin sen diyorlar reisicumhurbaşkanı mısın evet reisicumhurbaşkanıyım evet aslında bütün temel atma törenlerine bütün açılışlara resmî geçitlere şenliklere resmî kabullere ziyafetlere balolara düğünlere kokteyl partilere anma törenlerine beni çağırmalısınız 
kaç para eder sizin reisicumhurbaşkanlarınız benim yanımda hangisi benim kadar yürekten katılır sevincinize heyecanınıza adamın işi başından aşkın bir de sizinle mi uğraşacak birçoklarına da gelmez gelse de baştan savma bir konuşmayla hayal kırıklığına uğratır sizi özene bezene hazırladığınız yiyeceklerinizin üstüne elinin parmağının ucuyla şöyle bir dokunur bütün endişeleriniz boşa gider yemekler kalır hiçbirinizin doğru dürüst elini sıkmaz törenin düzenlenmesinde emeği geçenler şöyle bir uzaktan görür onu oysa beni çağırsanız bilseniz ne memnun kalırdınız her birinizle ayrı ayrı meşgul olurdum ne kadar beğenerek ne kadar çok yerdim yemeklerinizden sevinçten şaşkına dönerdiniz yazık Günseli böyle bir insan bu kadar yakınımızda yaşadı bütün benliğini bu kadar açıkça ortaya koydu hayır koymadı haksızlık etti anlatmalıydı hayır olmazdı parçalardık onu kabuğundan çıkmış bir kaplumbağa gibi yerdik oysa kabuğunun içinde yavaşça yok olmayı tercih etti daha fazla incinmemek için duygusuzluk ve alay kabuğunun içinde korunmaya çalıştı bütün ömrünce anlaşılmayı bekledi kendi gibi olmayanları idrak edemeden yaşadı hepimizin elini sıkmaya hazırdı evet Turgut hazırdı hazırım bütün konuşmalarım hazır yalnız çağrılmayı bekliyorum rica ederim buyurmaz mısınız demeniz yeter her ne kadar yolunu bilmiyorsam da bu kadar önemsiz bir kusur için beni harcamazsınız herhalde sayın vatandaşlarım eksik olmayın beni hatırlamak inceliğini göstererek buralara kadar zahmet etmişsiniz size ikram edebileceğim duygularımı lütfen kabul buyurunuz evet bana uğramıyordu merak ediyordum bana kalırsa insanlarla arasında isteyerek bir uçurum yaratıyordu onları imkânsızlığa itiyordu milyonlarcası için doğru saydığı düşüncelerini duygularını birkaç kişinin bozmasını istemiyordu Günseli onları da senin gibi imkânsızlığa mahkûm ediyordu çaresiz bırakıyordu amansızca saldırıyordu öyle acılaşıyordu ki ona artık kimse dayanamasın kimse yüzünü görmek istemesin diye bilerek eziyet ediyordu son günlerde bu gücünü de kaybetmişti yenilgiyi kabul etmişti haksızlığından artık zevk almaz olmuştu sadece o güne kadar onu ayakta tutan sinir kuvvetinin kalıntılarıyla yaşıyordu ya da aşamıyor uyuyamıyor düşünemiyor yiyemiyor sadece olmaya devam edebiliyordu evden çıkmak üzereydim birden gazeteyi gördüm kapının altında Selim’in resmini gördüm ikiye katlı gazetenin alt kısmında Burhan’ın gazeteciliği onu çok kısa bir süre meşhur etti onu sütunların arasına sıkıştırdı evet ben de hatırlıyorum alışılmışın dışında bir satır yoktu yüz bin resim yüz bin Selim bir gazeteyi dört kişi okuduğuna göre okuyup yazması olmayanlar da resme bakabildiğine göre onlara da bir anlatan bulunmuştur bir de on iki yıl önce bir okul salonunda oynadığı bir piyesin resmi çıkmıştı gazetede iki gün sonra da bu mektup geldi postayla göndermiş mezarlığa götürülüşünü uzaktan izledim yazık farketmedim sizi mektubu okuyacak mısınız hayır bilmem evet bir mektup da benim elime geçmişti o zaman okuduğum zaman fakat hayır tabii şimdi o günden beri her şey o kadar değişti ki tanınmayacak kadar değişti o zaman beni tanımadığınız ne iyi olmuş Günseli cesaret edemedim gücüm de yoktu iyi olmuş ne yüzle karşınıza çıkacaktım anlamadım anlamayın böyle daha iyi değil mi herkes bir günde aziz olmaz mektubu verir misiniz Günseli son günlerde öyle bir durumdayım ki bir iki dakika bile aklımı toparlayıp düşünemiyorum sevgilim şeytan bilir nelere takılıyorum neler düşünüyorum günlerdir yatıyorum hastalıktan mı bilmiyorum şimdi biraz düşünebileceğimi hissediyorum ve uzun süredir aklımda yüzen belirsiz bir cismi aydınlatmaya karar verdim evet aklım gene karışmadan acele etmeliyim ölmeye karar verdim Günseli vakit geçirmeden yapmalıyım bunu yoksa ne olacağımı nereye sürükleneceğimi tahmin edemiyorum bu kısa aydınlıktan yararlanmalıyım ne yazık senin için ne yazık bunu karşılıklı konuşamayacağız ve düşündükçe ürperdiğimi itiraf ederim ölümü değil senin bu satırları okuduğun zaman ölmüş olacağımı acıklı şeyler yazmak istemiyorum acıklı sözler benim üzerimde etkisini kaybetti fakat seni etkileyecektir bunu düşünmeliyim her şeyi iyi hesap etmek zorunda olduğum için özür dilerim fakat düzeltmek imkânım kalmayacağı için buna mecburum yıllardır hayalimde bu mektubu yazacağım insanın beni kurtarmasını yaşadım fakat şimdi bu hayalden çok uzak olduğuma göre hayatımda hiç olmazsa bir kere hatasız hareket etmek zorundayım mektubu attıktan sonra hemen yapmaya kararlıyım biliyorsun biz ışık ailesi sözümüzün eriyiz bizim kaderimiz bu hiçbir şey yazmasaydım daha mı iyi olurdu diye düşündüm fakat bunu daha büyük bir insafsızlık saydığım için her şeyi yazmak istiyorum biraz sonra meydana gelecek olayın ayrıntılarını yazmayacağım onları nasıl olsa öğreneceksin belki beni de kararsızlığa götürür ne yapacağımı çok açık bilirsem belki elim titrer seni seviyorum fakat neresini düzelteceğimi bilmediğim bu yaşantımı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok olmaya doğru hızlı bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı özelliklerim varken daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son vermeliyim yoksa çok geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim seni seviyorum ve beni unutmanı istiyorum ben seni bir an için de olsa unutabileceğimi düşünerek buna girişiyorum Selim olmayan bir Selim görmektense hiç görmemek daha iyidir bana inan düşün ki gittim ve bir daha aramadım seni bir daha beni görmeyeceğine göre böyle düşünemez misin senin varlığına rağmen böyle düşünebiliyorsam sana bir sadakatsizlik var işin içinde beni görmeyecek olduktan sonra var olup olmamanın ne önemi kalır sadece yaşadığımı bilmen seni nereye götürür görüyorsun biraz daha gevezelik etmek istiyorum yeteri kadar yazdığım halde kalemi elimden bırakamıyorum bunu biraz da tabancayı henüz masamın üstüne yerleştirmemiş olmama borçluyum dışarı çıkacağım mektubu postaneye götüreceğim engel olamamak ne yazık değil mi bana kalan süreyi bu kadar kesin belirttikten sonra biraz daha anlatabilirim herhalde seninle biraz daha konuşmamda kötü bir şey yok sen de bu satırları okurken benimle biraz daha konuşmuş olacaksın bunu düşünmek güzel annemi tanımadın bundan sonra tanımanın da bir yararı yok sanıyorum sen ve annem bu resmi güzel bulmuyorum kafamda annemi üzeceğini biliyorum bu olayın ama dayanır herhalde beni bencillikle suçlamaya başlayıncaya kadar dayanırsa mesele yok bu sürenin kısa olmasını temenni ediyorum bunun dışında insanlarla ilişkimi kestiğim için kimseyi düşünmüyorum kimse üzülmek zorunda kalmayacak senin için de son günlerdeki perişan durumumla bir şeyler yaptığımı seni de biraz hazırladığımı sanıyorum birlikte geçirdiğimiz güzel bir günden sonra kendimi öldürerek yıldırımla vurmuyorum seni ya da bana öyle geliyor şimdi şu anda artık ne kadar yaşayacağımı bilmenin rahatlatıcı bir düşünce olduğunu ve kâbuslardan gelecekten korkmadığımı söyleyebilirim düşün son günlerde ne duruma gelmiştim artık bilmem bu ıstırap daha ne kadar sürecek gibi bir alaturka şarkıya yer yok yaşantımda yarın sabah kalkınca kim bilir gene ne olacak endişesi yok bu duruma ben bile zor inanıyorum gene tatsız bir şeyler olması ihtimali nasıl ortadan kalkar diyorum birkaç gün önce sevmediğim kimselere birer mektup göndererek onları hayatlarının sonuna kadar üzecek ya da üzeceğini sandığım sözler yazmayı düşündüm ne yazık ki insan ölmek üzere olduğu anda bile hayal gücünün eksikliğinden olacak yeteri kadar kötülük edemiyor bizi tutan bu garip engeli şimdi bile anlayamıyorum son fırsatı da kaçırdığım için biraz mahzunum belki müthiş bir ümitsizlik anında yapabilirdim bunu fakat talihin garip cilvesi gücüm yok tam bu sırada kuvvetim tükendi bu adamlara hadlerini bildirmek gerekiyordu neyse fazla üzülmemeliyim ölmenin nedeni bu değil beni odama kapanmış kendimi duvardan duvara atarken düşünmeni istemiyorum böyle bir durum yok beni unutmanı istediğim halde bunu yapamayacaksan beni güzel bir durumda düşünmeni isterim onun için beni hiç görme ne demek istediğimi anlıyorsun herhalde senin için daima güzel ve bozulmamış bir bütünlük içinde kalmak istiyorum gereksiz ayrıntıların aklındaki resmi bozmasına razı değilim kötü hatıralar insanın aklından kelime olarak çıksalar bile görüntü olarak kalırlar kimsenin fazla üzüleceğini sanmıyorum yaşarken ilgilendiğim birkaç kişiyle olur ya görüşmek istersin benden bahsederken ortak anılarınız olamayacağı için sizi bir arada düşünmek bana kötü görünmüyor aydın kişileri saymıyorum Ankara’da eski bir iki arkadaş vardı Süleyman Kargı vasıtasıyla bulabilirsin onları Kargı’dan sana söz etmiştim sanıyorum yalnız uygun bir fırsat bulup söyleyememiştim birkaç şarkıdan ibaret uzunca bir yazım var onda belki bir gün okursun yolun o şehre düşerse fazla duygulanma yazılırken de fazla duygulanılmamıştır yazmanın çekiciliğine kapılıp biraz ileri gittiğim söylenebilir bir aldatmadır belki de uzunca bir şakadır ne yazık bir kopyasını almamışım belki okunmaya değer bir duruma getirebilirdim ilk yazıldığı gibi öyle düzeltilemeden kaldı şimdi sorsan başından sonuna kadar anlatamam Süleyman da ilginç adamdır garip içine kapalı biraz kendini beğenmiş artık görüyorsun yakınlarımı da yargılıyorum bu kadar imtiyazı çok görmezsin bana herhalde Süleyman’da “sense of humour” kuvvetlidir gene de benzerliğimiz yoktur başka türlüydü onunla yaşamak nerede susulacağını bilirdi bana benzemezdi dedim ya ona hayrandım anladığını belli etmeden anlardı ne zaman gitsen onu aynı yerde bulursun görüşmediğin sürede seni nasıl hissettiğini sanmışsan öyle düşünmüştür inanılmaz bir özelliktir bence bu yönü seni anlamazsa yadırgama beni tanıdığı süre içinde senin gibi bir insanla böyle bir yaşantım olabileceğini ona sezdirmemiş bu yönümü saklamış olabilirim insanları öyle farklı açılardan değerlendirdim ki hayatım boyunca arkadaşlarımı sana bile övmeye çekiniyorum Burhan’ı da görebilirsin akıllıdır bir kusurunu görmedim diyebilirim bu da yeter bir sebep sıkıcı olması için Turgut vardır biliyorsun bahsetmiştim her şeyini anlatamazsın ama zekidir durumu hemen kavrar insan onu kendisiyle bir yarışma içinde görmezse ya da bu izlenimi vermezse anlayışlı ve şefkatlidir sana çok yakınlık gösterir benim kişiliğimle ilgili bir mesele kalmayacağına göre Turgut’u çok sevimli bulacaksın bu bakımdan durup dinlenmek bilmez bir sevimli olmak konusunda demek istiyorum evlidir belki biraz kalıplaşmıştır belki bu kalıbın içine bir noktada kimseyi almak istemez bu husus çok önemli en uslanmaz insanlar bile yanlışlıkla da olsa bir kere evlenince çevrelerini kendileri gibi görmek istiyorlar bu yüzden az mı meyhane arkadaşı kaybettik Turgut böyle değildir sınırlarını bilir bana sorsan bilmez bildiğini sanır bir sürü okumuş yazmış adamdan çok değerlidir benim için yargıları bana göredir ona değer verdiğimi uygun bir fırsat bulup söyleyemedim sen bir yolunu bulup söyle onun için ne düşünmüş olduğumu Kenan nasıl acaba merak ediyorum sorsana Turgut’a doğrusu ben aranızda acı bir görüntü olarak kalmak istemem tatlı bir resim ya da nasıl söylemeli kelime oyunu gibi bir şey olarak kalmak isterim bazı tekerlemeler vardı aramızda ne bileyim ne kadar tekrar etsek bıkmazdık hoşumuza giderdi işte onlar gibi yaşamak isterim aranızda Turgut’a söyle o anlar aramızda yüzlercesi dolaşırdı Selim Selim dediler onu da gördük gibi sözler icat etsin benim için tabii ortak yaşantımızı unutmamışsa bu öyle bir havaydı ki insan içindeyken akıllıdır dışarı çıkar aptallaşır sakın bu isteklerimi ciddiye alma belki bunları yapmak içinden gelmez yapma istediğin gibi yaşa bana ait bir şey ne bileyim bir kitap bir resim ya da buna benzer bir eşyaya sahip olmak istersen Turgut’a söyle bizim evden alır annem onu çok sever belki de benim odamı görmek istersin şimdi biliyorum dayanamayacağını söyleyeceksin sonrası için bir gün olur bir gün özleme gibi bir duyguya kapılabilirsin ölümün acılığı dağılırken böyle olabilir o zaman annem evde yokken bir göz atarsın fazla ümide kapılma çok sevimsiz bir odadır birtakım hayaller saklar doğmadan ölen çocuklar gibi gizli hayaller bir bakıma iyi olacak içimde gerçekleştirme telaşı kalmayacak sakinleşeceğim yapamadığım o kadar çok şey var ki nasıl olsa hepsini gerçekleştiremeyecektim ve yapamamanın acısı zehirleyecekti içimi insan sonu geldiği zaman iyileşiyor odamda benimle ilgili yazı bırakmak istemiyorum bakarsın birtakım insanlar çeşitli nedenlerle orayı burayı karıştırırlar biliyorsun birtakım karalamalarım var hepsini yakmalıydım yapamadım sana gönderiyorum pakettir geç gelir bu mektuptan sonra eline geçer bir kutu içine koydum hemen açmamanı istiyorum oldukça karanlık hemen okursan seni bunaltabilir bir süre geçsin mesela beş altı ay kadar sonra istediğini yaparsın büyük bir kısmını senden gizli yazdım bilmeni istemedim ben yaşarken bu yazdıklarımı bilmene dayanamazdım gene de fazla üzülme edebiyat hevesi olarak kabul et gerçek sayma bunları mustarip bir ruhun çırpınmalarını ifade etmekten çok okuyucuların duygularını kötüye kullanmak isteyen acemi bir yazarın karalamaları dersin başkalarına göstermek isteyeceğini tahmin etmiyorum fakat dilediğini yap bu mektupta bile şunu yap bunu yapma demişsem ona da aldırma ne diyor yukarıdaki adam isteyiniz verilecektir demek ben bir şey istemiyormuşum bir bana parmağını uzatarak bu kadar gürültü ediyorsun sızlanıp duruyorsun doğru söyle gerçekten istiyor musun diye sorsaydı ona ne karşılık verirdim bilemiyorum hayır biliyorum derdim ki ona ya da büyük bir olasılıkla derdim ki görüyorsun Türkçe kelimeler de kullanıyorum arada Öztürkçeye dargınlığım kalmadı tabii kimse bilmiyordu benim dargın olduğumu geçelim içimde birbirine karşı savaşan yönlerin birbirine dargın olduğunu söyleyerek geçiştirelim bunu da son anda mesele çıkarmayalım evet istemesini bilene gerçekten verilecektir verilmektedir isteyip istemediğini bilmeyenler için de yukarıda sözünü ettiğim adamın işaret parmağı meseleyi halledecektir en önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun hiçbir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir bekleyenleri utandırmışımdır daha fazla yazamayacağımı hissediyorum son anda acıklı bir sözle canını sıkmamalıyım

işte bu kadar işte canım sevgilim Günseli Selim ''

'' ilk buluştuğumuz gün hemen şiir okudu bana nazım' dan. böylece elimi tutmaya cesaret etti. kadınlar geçerken dönüp bakmayan bir masal kahramanıydı. bu masalı yürütecek miyiz olric? evet efendimiz. dünyada bir tane kahraman bulunmalı. tek başına yaşayanlara cesaret vermek için. hep böyle yaşadı dersek sevinirler. yalan olmaz mı? nasıl olur? doğru: bir şeyler içmek için bir yere girdik. babasından bahsetti orada.babasının yüreğine verdiği sıkıntıyı anlattı. annesine hep söylenirmiş babası. kulakları bu homurdanmalarla doluydu. bir gün aynaya bakmış: yeni bıyık bırakmaya başladığı sıralarda. babasını görür gibi olmuş aynada: babasının gençlik resimlerini. korkmuş. babama benzeyeceğim sonunda diye sızlandı. necati ona hayrandı.erkekler dönüp dakikalarca bakar kadınların arkasından. seni bir kere olsun yakalayamadım, diyordu. arkadaşlarıma danışmalıyım, diyordu. bütün ilişkilerimizi tartışırız biz... 'bizlere değil herhalde. kültürlü arkadaşlarına olacak. burhan' a danışmış olacak.' burhan' ı ben de tanıdım. yolda tanıştırdı, utanarak. - kimden utandı? burhan' dan mı, sizden mi? kendinden mi? neden utandığı belli değildi. yaşamaktan utanıyordu herhalde. hayata karşı ayıp oluyordu. on yüz bin şeyi birden yaşamak istiyordu. hangisine sarılsa başkasına ayıp oluyordu. kaç para olabilirdi? neden bu utançları bir yana itip yaşamaya çalışmadı? gözlerini yerden kaldırmayı denemedi. hiçbir zaman pastanede- muhallebicide- kızla- buluşup- gözlerinin- içine- bakarak- ona- hayatını- anlatan- erkeklerden- biri- olmayacağına yemin etmişti. sahte olmaktansa yaşamamak iyidir turgut. hepimiz ihanet ettik ona. ikinci gün kavga etti benimle, artık gitmem gerekiyor dediğim zaman. teyzem bende kalıyordu. hava kararmıştı. bir daha hiç gelme istersen, dedi. çok az vaktim kalmıştı turgut. anlamıyordu. çok beklemiştim. hayatımın başı ve sonu belliydi ; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım. oyalanacak durumum yoktu. ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgalarımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim. belki seni bir erkek anlayabilirdi selim. nasıl olur? hepimiz, birbirimizin gözünü oyuyorduk. bir kadın karşı koyamazdı: artık bana karşı konulmasını istemiyordum. doludizgin gitmek istiyordum. '' 

.....


insan olmaktan korkuyoruz. insana benzetirsek onlara acımaktan korkuyoruz, işin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamaktan korkuyoruz. 

gerçekleştirmemi istediğiniz bütün hayaller, ikinci bir çağrıya kadar ertelenmiştir.herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden kimse bana başvurmasın. evde yokum. kendilerinden ümidi kestikleri için, hiç olmazsa beni yaşatmaya çalışmak gibi ' dur canım üzülme, ben seni hayal edemeyeceğin derinliklere ve yükseklere taşırım.' gibi bir incelik göstermesinler bir daha. ... boş yere psikobilmemne yönlerimi araştırmak için deneme tahtası yapmasınlar beni. ne dediniz? gene de seviyorlar mıymış beni? işte beni bu incelikler öldürüyor. batılı amcaların bulduğu incelikler! yalnız kendimi sevdiğim halde, bunu başkalarına sevgi şeklinde belirtmek suretiyle kendimi aldatmak ve aynı zamanda bir bakıma onların daha gerçek sayılması gereken aşklarını, bu aldatıcı aşkımın yanında önemsiz görmekle, bir kere daha kişiliğime duyduğum aşkı ve vazgeçemediğim benliğimi ortaya koymakla kendinisevengillerin birtürlügerçeklerigöremediğiiçinbaşkalarınınsevgisinemuhtaçgiller familyasına mı giriyor muşum? ingilizler bile bu kadar inceliği bir arada düşünemez, bir yerde şaşırır. ömür boyu aylık sinir, yalnız ruhsalgerçekler bankası verir... 
(...) 

'' mizah, benim durumumdaki biri için tehlikeli bir çare. gülünç durumlarda düşünüyorum önce kendimi; acıklı maceramı bir an için unutuyorum ve sonra buhran bütün ağırlığıyla üstüme çöküyor. hazırlıksız yakalanıyorum. fakat gizli emellerim var bu konuda: kendimle alay ederken, kafatasımı iki usta parmağın açacağına ve içinde yapacağı küçük bir iki değişiklikle beni tekrar aydınlığa kavuşturacağına inanıyorum. bir süre sonra, bu aptalca inancımla alay etmeye başlıyorum. sonra... sonra korku her şeyi siliyor. 

... 

günler geçtikçe bu korkuya olan ilgim azalıyor. başka korkular buluyorum: korkudan korkuya atlıyorum. insanın yıldızlara baktığı zaman duyduğu evrensel korku gibi duygulara yer yok bu arada, ne yazık. aşağılık,seviyesiz korkular panayırı. oysa bu kadar aşağılık olmadığımı da seziyorum.

.....

(...) 
'' hastalığı ilerledikçe nefreti de arttı. itiraflarımı yazmalıyım, diye çırpınıyordu yatağın içinde. selim' e yaptığım kötülüklerin tarihini yazmalıyım. ondan nasıl nefret etmiş olduğumu anlatmalıyım. ona nasıl işkence ettiğimi söylemeliyim. kalem tutacak kadar gücü yoktu. kelimeleri bulamıyor, bulduğu kelimeleri de yanlış yazıyordu. selim' i ben öldürdüm, diye bütün gün homurdanıyordu. kendimdeki büyük bayağılıkları ona bulaştırdım: zehirledim onu. biraz kuvvet kazanınca büyük suçlular ansiklopedisini okumaya başladı. l harfine kadar geldi. kendinden büyük suçlu bulamadı. sabahtan akşama kadar ağlayarak selim' den af diliyordu. artık inanmayacak bana diye inliyordu. hep eskisiyle karıştıracak. düşünmeye ve gerçeğe duyduğu susuzluğu anlatacak sözler bulmaya çalışıyordu. düşünmediği için öfkeleniyordu. her şey yalan olamaz, diyordu. bazı gerçekler vardır benim de bildiğim. inekler dört ayaklıdır,kuşlar havada uçar, iki kere iki dört eder. ben de ineğin biriyim ve dört ayak üzerinde yürümeliyim. iki el kere iki ayak dört eder. yataktan inip yerde emeklemeye çalışıyordu. zorla yatağına taşıdılar. bırakın beni, diye direniyordu. anlamıyorsunuz: gerçeği bulmaya çalışıyorum. gerçek de benim gibi dört ayaklıdır. felsefe kitapları okumayı denedi. bir süre sonra, iki kere ikinin dört olduğundan kuşkulanmaya başladığı için bıraktı.''

.....

Bir kitap çekti, sayfalarını karıştırdı: iri harflerle basılmış bir kitap. Bizdeki kitapların çoğu iri harflerle basılıyor
Olric. Kültür seviyemizi gösteriyor bu iri harfler. Okumayı yeni öğrenen bir millet olduğumuz için iri harfleri tercih
ediyoruz. Daha harfleri yeni söktüğümüz için, onları satırlar arasında kaybetmekten korkuyoruz. Az gelişmiş harfleri seviyoruz. Geniş aralıklı satırlar, sayfanın kenarlarında büyük boşluklar, içimizi serinletiyor. Bütün babalar, oğullarına: “Oku da adam ol” diyorlar. Gene de kimse okumuyor. Biz adam olmayız Olric.


- yağmur yağıyor olric.. ıslanıyor etraf.. ağlasak kimse anlamaz değil mi?
- anlamaz efendimiz..
- tut ki güneş açtı.. papatyalardan taç yapar mı saçlarımıza?
- bilinmez efendimiz...
- yıldız kaydığında diler mi bizimle olmayı?
- sanmam efendimiz...
- ben de sanmam... gidelim olric...
- gidelim efendimiz....
...
-ve ben olric
düşmeseydim düşlerimin sırtından
zaten inecektim...
...
-daha kaç kez ıskalayacağız hayatı olric?
-oklarımız bitene kadar efendimiz.
...
- bu yol nereye çıkar olric?...
- hiçbir yere efendimiz...
- hiçbir yer neresidir olric?...
- doğru yerdir efendimiz...
- gidelim mi?...
- vardık efendimiz...
...
- sustu mu olric?
- sustu efendimiz...
- biz de susalım mı olric?
- siz bilirsiniz efendimiz...
- bizi susmasına kabul eder mi olric?
- eder efendimiz...
...
- sevelim mi olric?...
- sevmek nedir efendimiz?
- sevmek vazgeçmektir olric..
- vazgeçtiyseniz sevelim efendimiz...
 ''hiç acımadı, olric. şimdi ölürüm, niye ateş ediyorlar hala? yüzümü dağıtmasınlar olric, dağıtmasınlar. bu kan, ruhumu da çekiştiriyor dışarı çıkarken. beni sakın bırakma. sırtım nasılda ısındı. hayat şimdi nasılda başkalaştı. bana şimdiden sonra ne derler? ben kendimi bağışlıyorum olric. intikam mı alıyorlar olric? neden vuruyorlar beni hala? gazeteci öldü mü? pişman olayım mı? ben çocukken babam bir kere başımı okşamıştı. olric, ben en çok neyi sevdim?! aklıma gelmiyor. birazdan bir ışık görecek miyim? birazdan bir ışık beni içine alabilecek mi? bitti mi herşey? cenet bizi böyle görmesin. cennet var mı, olric? yüzüme niye ateş ettiler olric? yüz ilahi birşey olric. niye ateş ettiler? bir nefes daha... olric... bir nefes... olric...''
 "-sus olric! düşünüyorum.
-düşünmek ne haddinize efendimiz?
-descartes düşündükçe var oluyordu olric.
-descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz."
saçımızı sakalımızı da uzatacak mıyız efendimiz?
gerekli değil olric. sonra bizi başkalarıyla karıştırırlar. kendilerinden saymazlar.
selimi de yanımıza alacağız. 
bunu nasıl sağlayacağız efendimiz?
bu kadar işi başardıktan sonra bunun lafı mı olur olric. selim - kör taklidi yapacak olric. gözlerini kapayıp başını sallayacak. onu kullanacağız olric. 
akşamüstü işimiz bitince bir çeşmenin yanına çömelip kazandığımız paraları sayacağız olric. bizi gören insanların yüzlerini hatırlayıp gülüşeceğiz. bat dünya bat diyeceğiz. sonunda bizi kör ettin. çok güleceğiz olric; çok güleceğiz. 
gözleri yaşarmıştı. 
kaçalım buradan olric. elaleme rezil olacağız..
.....
.....
 "Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum. Sonum geldi Olric.. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler, efendimiz. Allah’tan ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. Kapı kapı dolaşıp dileniyoruz. Son kapıya geldik. İnsaf sahiplerine sesleniyoruz. Ey insaf sahipleri! Ben ve Olric sizleri sarsmaya geldik. Dünya tarihinde eşi görülmemiş bir duygululukla ve kendini beğenmişçesine ve sankibizdenöncebirşeysöylenmemişçesinegillerden olmaktan korkmadan kapınızı yumrukluyoruz. Dilenciler krallığının en küstah soylusu olarak kişiliğimizi burnunuza dayıyoruz. Dinden imandan çıktık. Deli dervişler gibi saldırıyoruz. Açın kapıyı! Biz geldik! Korkudan dudağınız uçuklamasın.
....
büyük bir koltuk alacağım ben de beni her taraftan saran büyük bir koltuk odada başka bir eşya bırakmayacağım koltuğu bir köşeye koyacağım duvara doğru çevireceğim oturacağım ve bir daha kalkmayacağım dinleneceğim saçımın telinden ayak tırnağıma kadar sürekli ve yavaş yavaş dinleneceğim her hücremi ayrı ayrı dinlendireceğim uzun uzun dinlenecek her parçam hiçbir duyguya kapılmadan hiçbir şey düşünmeden dinleneceğim çevremi yavaş yavaş örümcek ağları saracak küçük örümcekler saçımdan ellerimden koltuktan ayaklarımdan yere doğru ince örgülerini taşıyacak kirpiklerimi çok görmekten yorulmuş olan gözlerimin kapalı kapakları ucunda birleşen kirpiklerimi dizlerime bağlayacaklar hafif bir örtüyle üstümü örtecekler yumuşak ağlarını üstümden atacak kadar dermanım kalmayacak beni saran ağlara sineklere ve örümceklerin onları yemesine arasıra gözlerimi açtığım zaman kayıtsız bir şekilde seyirci kalacağım arasıra da sinek filan bulamadıkları zaman beni oramdan buramdan ısırmalarına biraz biraz yemelerine de seyirci kalacağım hiçbir şey kıpırdatamayacak beni terkedilmiş bir ev gibi duracağım orada bekleyeceğim..
....
Onlar haklı çıktı. Sonunda, bana olanlar olduktan sonra, aralarında konuşacaklar; yıllarca önce biz bu durumu anlamıştık, diyecekler. Kitap okumasından belliydi, misafirlerin yanına çıkmamasından anlamıştık. Yerli yerinde karşılıklar bulup söyleyememesi onu bu duruma getirdi. Bir bakıma talihsizim. Misafirin yanına çıkmadıkları halde başlarına bir şey gelmeyenler de var. Onlar bir bakıma kaybediyorlar. Eksik olsun böyle kazanç. Ben ölüyorum; görmüyor musunuz? Yazık diye üzülecekler. Fakat, haklı çıkmanın sevinci içlerini ısıtacaktır. Beter olsunlar diyeceğim; oysa beter olan benim...


''tanımlar istiyorlar sizden: sonradan aynı tanımlarla canınıza okumak için. tanımlarınız yoksa, bu sefer konuşturmuyorlar sizi. tanımlar veremeyen insan saçmalar, diyorlar. saçmalarla uğraşamayız. kimseye saçmalama hürriyeti veremeyiz. mantıksızlık hürriyeti veremeyiz. tanımları verince de herkes, daha önceden kendisi için kazılmış olan çukura düşüyor.
başkaları için de tanımlar istiyorlar sizden. başkalarının işine karıştırıyorlar sizi zorla. başkalarının da size karışması için yolu açıyorsunuz böylece. bugün neden düşüncelisiniz? diyorlar. düşüncelerinizin içine kadar sokuluyorlar. mantığı ortadan kaldırmadan, bu gidişe bir son vermek, kötülüğe direnmekten vazgeçmek ve gerçek hürriyeti tanımak imkansız.''

 

 

.herşeyi biliyor musunuz gerçekten?"

 



Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” romanını bu apartmanda otururken yazmış… Fotoğrafta görünen 2 kat.
Galatasaray Lisesi’nin sağındaki yokuştan aşağıya inerken, Cezayir Sokağı’nı geçtikten sonra, yolun sonuna düşüyor bina. Apartman şu anda komple boş ve satılık.