“Ben ayrımcılığı bilirim. Kürdüm, Kızılbaşım, kadınım. Engelliyim.’’ Sanki bir maşayı uzatıp ateşin içinden alıyor sözcüklerini, gecede alev alev yanmaya, küle ve kabuğa dönüşmeye bırakıyor.
“Göçmensin üstelik,” diye ekliyorum, neredeyse acımasızca. Böylesine yalın, kesin ve tam, sonsuzca anlamlı sözcükleri ironiye sığınmadan söyleyemem. “Ben de… kadınım. Yoksulum, yalnızım, yorgunum, yazarım… Biraz göçmen, biraz engelli sayılırım. (Sözcüklerden beceriksizce bir çelenk yapmaya çalışıyorum, kendim için değil, sanırım onun için… Belki yağmurun altında, bizden bile uzaklarda kendi başlarına atmaya devam eden iki yorgun yürek için. Durmamacasına atan, yalnızca hayat adına yaralarını, umutlarını onaran…)
“Göçmensin üstelik,” diye ekliyorum, neredeyse acımasızca. Böylesine yalın, kesin ve tam, sonsuzca anlamlı sözcükleri ironiye sığınmadan söyleyemem. “Ben de… kadınım. Yoksulum, yalnızım, yorgunum, yazarım… Biraz göçmen, biraz engelli sayılırım. (Sözcüklerden beceriksizce bir çelenk yapmaya çalışıyorum, kendim için değil, sanırım onun için… Belki yağmurun altında, bizden bile uzaklarda kendi başlarına atmaya devam eden iki yorgun yürek için. Durmamacasına atan, yalnızca hayat adına yaralarını, umutlarını onaran…)
“Ama en kötüsü kadın olmak, değil mi? ’’İlk kez gülüyoruz. Vahşi, coşkulu, taşkın kahkahalar…