“Oldum olası, kurallar içinde yaşamaya zorlandığım zaman, uymak zorunda bırakıldığım kurallardan daha katısını kendim koyarım. Bu bana, dıştan gelen baskıyı kendi coğrafyam içinde tesirsiz bıraktığım duygusu verir. Tutukevinde de öyle yapıyorum. Erken kalkmamız mı isteniyor? Ben daha erken kalkıyorum. Sayım düzeni mi var? Ben ondan daha çok disiplin isteyen bir jimnastik şartı koyuyorum... Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlük.”
“Zaman ricalar ve dert anlatmaların anlamsız kaçtığı, hem de içten gelmediği zamandı. Ses etmedim. Mamak tepesinden aşağıya kadar iki çuvalı sürükledim. Ankara’nın dondurucu soğuğunu duymayacak kadar ısındım bu arada, fena mı? Sonra anayolda, bir atlı araba durdurdum. İki çuval kitabı şaşkın arabacıyla birlikte yükledim. Sonra öyle, Anayasa ve hukuk kitapları yüklenmiş sucu arabasıyla geldim şehre. Böyleydi bu, buydu Anayasa ve hukuk, hürriyetin sözü mü olur?”
“Bana burada yeniden ‘merhaba’ diyen hayatı coşkuyla karşıladım ve en kötü yüzüyle de olsa beni yeniden insanca karşılayan, yüksek duvarlarıyla dış dünyadan koparılmış da olsa, içinde hayatı, memleketimi, insanlarımı yeniden bulduğum bu yeri sevdim. Belki de merkez cezaevini ilk seven insanım. Ama insan hayata, insanca olana, benim kadar bağlı olup bundan böylesine koparılmışsa, başka türlü duyamaz.”