I
Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de.
Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım;
çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan...
Ağrırım,
bağırırım
aldırmaz!
İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de...
II
Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider.
Gökkuşağım, ayrılığım,
ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…
Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı,
yalnızlığın kül tadıyım;
bakarım, yağmur utanmaz bulutundan,
hasretin üvey adıyım..
III
Kumrular sokağında
efkârın adıyla bir akşamüstü;
gövdesine tutunmuş dal,
dala tutunmuş serçe,
telaşlı, o da kendince…
Sonra aşklarda kül, camlarda perde;
usulca harlanır sevişmeler de...
IV
Kumrular sokağında
andlara hep bol geldim,
küfürlere dar.
Dönüp baktım, ne göreyim,
yağmalamış gençliğimi yargıçlar!
Desene Sivas’ın kırık sazıyım,
kendimin ayazıyım,
kalbimde ölü çocuklar…
Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar.
Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.
V
Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır.
Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir.
Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan;
insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.
/Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam.../
VI
Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur;
biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini.
Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma.
Cudi’de napalm Datça’da ıssız koylara,
New york Şırnak’a anlatılmaz.
Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş;
ölüm, dirilere anlatılamaz...
VII
Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır
ve utancı sokakların,
günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır.
Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.
Sonrası sokakların, bozkırlardır,
hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider
ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.
Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider;
gökkuşağım,
ayrılığım,
ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…
VIII
-Daha sevginin herkesten şikayeti var.-
Daha herkes kendi sanıklığıyla kör,
tanıklığıyla yargıç.
Bu yüzden söz,
bitmiştir...
Gökyüzü
mü?
O,
kırgındır,
kirletilmiştir!
.