''Senin adın kederli anne
Sen hep şeker kokarsın
Senin adın yağmurlu cadde
Sen hep düşler kurarsın.’’
Umudum giderek sönüyor…
''Camdan bulutların altında yatıyorum yağmur yağarsa ölebilirim…’’
Giderek sokaklar koyulaşıyor… Kırgınsın benim gibi her şeye…
Giderek yüzümün yarısını hissedemiyordum!
Derken bilgisayar denilen lanetten bir iletin geldi.
Kimse var mı orda?
Diyen sesin sahibi, beni arıyor…
Hemen bütün sokakları kırmızıya boyamak ve kendiyle sevişen bir kadın olmak istedim…
Onlar o ağızları bok çuvalı adamlar, erdemlerini bacaklarımın arasına sattı biliyor muydun?
‘’Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli’’
Atilla’yı ilk ve son gördüğüm yer
Beyoğlu Orhan Veli kitap eviydi.
Sanırım Yeni çıkmıştı cezaevinden Saçları kısacıktı çok istemiştin kesmeyi…
Bir ’veda busesi’’ konduruyorsun dudaklarıma...
Atilla’ ya;
Kesik saçlarına dokunamadığım Devrimciye...
Önümde rengârenk şekerler duruyor. Bunlardan bir tanesini sana göndermeliyim.Ama aç bir gardiyanın dikkatini çekmemesi mümkün gözükmüyor.
Sana çilek gönderebilir miyim? Bu nasıl olur? Şekerler eline geçerse onları saklama. Sadece parlak jilet inleri kitabın arasına koy. Böylece beni daha çok düşünürsün. Dışarıyı anlatmamı istiyorsun. Dışarı da, içeri de bizi acıtan şeyler hep aynı. Aynı betondan, aynı demirden yapılmış evlerimiz. Sadece’’ daha masum’’ diye sokaklar boyunca dolaşabiliyoruz. Ya da başka evlere gidip balkondan sarkıyoruz. Sarkıyoruz ama düşmüyoruz.
Bize balkonlardan sadece rüyalarda düşürüldüğü öğretildi.
Bir süredir kendimi hissetmiyorum. Üstümdeki aşk kalkanlarından sıyrılmış gibiyim. Ve şu kalkan, yerde ölü bir at gibi yatıyor. Bir tekme vurup atamıyorum. Belki artık bedenime bile dar gelir… Nedense en çok bir ata yakışıyor bu hüzün.
Yeryüzünün en güzel mektubunu yazmak istedim. Mutluluğun için bunu yapardım.
Kendini kanattığın karanlık günler adına, bir anıyla, onu yazmak parçalanmaz bir şike dönüştürebilmeyi dilerdim. Ama biliyor musun, senin anlına başarmanın acısı yazıldı…
Bu kadar ve başka hiçbir şey değil. Anlına yazılan yazı AYNI. Birilerin işi yoksa canı isterse, öylesine diye arada bir anımsadıkları bir şey.
Hücrende kalemin kâğıt üzerindeki sesini duyduğunu… Bir sözün küskünlüğünü kabul etiğini, o sessizliğin bir yerinde büyüdüğünü biliyorum. Seni öyle özledim ki utanıyorum. Geçen gün arabamın frenine sonuna kadar basıp denize doğru uçmaya başladım. Dolma bahçe’yi yalayıp yutmaya çalışan dalganın sen olduğunu sandım. Üzülme..,,
Ağlamadım. Kahkahalar atarak biricik hayatıma geri döndüm. Hadi beni alkışla.
Senin sağlığın nasıl? Hapishanede yaralarının geç iğleştiğini duymuştum. Annelerini çok özlediğini… Beni hala iyi ve deli sanıyorsun ama öyle değil…
Bu gece yalnızlık yok. Seni bekleyen yağmur saksıları dolduruyor. Krem kutularına boşaltıyorum
Yazdıklarımı. Rüyalarımda, donmuş nehirlerin üstünden kahkahalar atarak kayıyorum. Yalan konuşuyorum. Kum saatlerini yakıyorum. Biri penceresini açsa kurtulacaksın sanıyorum. Ama olmuyor. Bütün pencerelerimi açıyorum. Ama olmuyor işte. Meğer sen bütün davetleri Reddetmişsin. Meğer sen tüm çırpınışlarıma sırtını dönmüşsün. Anladım, çok sevmişsin sokağa küfür gibi çaldığım kırmızıyı...
Atilla... Dört yıldır hapishanedesin.
Tam dört yıl olmuş.
Bugünlerde yeni nakil olduğun F’ tipi ceza evi için, özenle uzattığın saçlarını keseceklermiş.
Önce davranıp makas istemişsin. O küçük hücrede yaşam hakkın yok. Hayatı yeniden ve usanmadan denediğin o kalın duvarlarda bile soluduğun havaya izin yok. Görüş günlerine gelmiyorum, almazlarmış beni saçlarının yanına. Kazağını, fanilanı, kemerini…
Olmuyor, göz göze gelmemiz yasak. Sana güzel olan ne varsa yolamam yasak.
İçerdekiler ve dışarıdakiler… Hepimiz aynı lanetin içindeyiz. Gittikçe paylaştıklarımız en karanlığa indiriyoruz. Şimdi dik duruşumu sarmalayıp yuvarlamak istiyorum. Ama bu gece şiir yooook!
Bu gece ağlamak yok tamam mı?
Notalardan koparılmış parmaklarını görüyorum.
Şiirlerimi dilini akrep sokan denizlere fırlatıyorum. Parmaklarımı kesmek için.
Atilla orda mısın? Atilla saçların…
Orda mısın?
Evet.
''Saat kaç?''
Bütün Güzel Çocuklar Şüpheli - 28 Aralık 2007