telefon hala çalıyordu. ahizeyi kaldırıp, ‘alo, ben kimim?’ diye yanıtladım.
“alo, ben kimim” dedim. bu tuhaf sorumun karşı taraftaki kişinin üstünde yaratacağı etkiyi düşünerek gülümsedim. o andan itibaren, ahizeyi kaldırmak artık sıradan bir konuşmayı gerçekleştirmek için değil, tıpkı eski hacıların delphi’ye yaptığı gibi peygamberlere özgü ve macera dolu bir keşif yolculuğunu başlatacak, tapınağın tabanındaki yarıklardan yavaşça yükselen buhar kadar gizemli ve pythia ile görüşmek gibi baştan çıkarıcı bir macera olacaktı.
diğerleri sensin diye bağıran birine ne söylenebilirdi….
“alo, ben kimim” dedim. ben kimim, hattın diğer ucunda daima kendilerini bulacaklarını anlayan kişiler, böyle sorarlar!
” sen yaralısın, öyle dolusun ki, neredeyse taşma noktasındasın. ilerlemene izin ver , hafifliğin etkili olmasına ve algının diğer bölgelerine ilerlemesine izin ver.”
“uyanık ve tetikte olan bir kişi, kararlılık ve sahte güvenlik kabuğu altında, hep aynı yaranın, hep aynı kederin gizlendiğini bilir ve ayrıca yara iyleşinceye ve izi kapanıncaya kadar müdahele etmekten ve tedevi etmekten başka hiçbir yol olmadığını da bilir. kaçıp uzaklaşmaya çalışsa, bir münzevi gibi mağaraya çekilse, ya da bir keşiş gibi bir manastıra kapansa ve hertürlü telefondan ya da dünyayla olan bağlantılarından uzaklşasa bile o yara, koruduğunu sandığı kabuk, onun hazırlıksız olduğunu yüzüne vurmak için, acı verir biçimde geri gelecektir. fakat sen, tüm sıradan insanlar gibi, artık o acıyı hissetmiyorsun, ya da hiçbirşey yokmuş gibi davranıyorsun.”
sahi unuttuğum söz nedir?, inanmak görmek midir?
telefon hala çalıyordu. ahizeyi kaldırıp, ‘alo, ben kimim?’ diye yanıtladım.