Bir köy evinde, kapatıldığı odanın karanlığında, öldürüleceğini hisseden genç kız, kardeşinin öfkesine maruz kaldı.
Adı Zelal'di.
Zelal artık olmayan gözleriyle vesikalık bir hatıradan bize bakıyor şimdi. Dağlardan inen kar suları kadar berrak yüzüyle.
Ölümlerinden geriye sadece vesikalık fotoğrafları kalan diğer yoksullar gibi, Zelal'in ölümü de bir süre daha gazete sayfalarını süsleyecek. Haber değeri taşıdığı sürece tedavülde kalacak. Taa ki daha vahşi ölümlerin cazibesi kulaklarımızı tıkayana, gözlerimizi doldurana kadar. Sonra unutacağız onu da... Diğer unuttuklarımızın yanına koyacağız.
Zelal, genç bir kız. Ortaöğretimin onuncu sınıfında, gönlünü birine kaptırmış. Ailesine sormadan kaçıp evlenmiş. Sonrası bildiğiniz hikâye; başlık parası, töre ve anlaşmazlıklar... Zelal, bütün bunlardan habersiz dönüp ailesine sığınmış. Babası onu eve kapatıp gittiğinde, öldürüleceğini düşünememiş.
Erkek kardeşinin ruhunu dolduran kolektif öfkeyi hesaba katamayan zavallı kız, o öfkeyi hesap etseydi kaçacak bir yeri olur muydu bilmiyorum. Ama oraya gelmeden şunu sormak istiyorum; bir insanı, aileden bir kadının hayatı konusunda bu kadar hak sahibi yapan nedir? Bu haklılığı örgütleyen, ona ön veren toplumsal yasalar hangi mantığın ürünü?
Belli ki Zelal'in erkek kardeşinin öfkesi basit bir öfke değil. Öyle ya bir başkasının bedenine saplanacak 21 bıçak darbesi için, ciddi bir öfke gerekir. Hak görülen bir öfke. Hangi haklılık insanda bu kadar öfke biriktirir anlamak çok zor. Zelal'in öldürülmesi için onu evde yalnız bırakan, sonrasında ceza ehliyeti sınırlı erkek kardeşi elinde bıçakla eve yollayan aile büyükleri olaydan sonra serbest bırakılmış. Zelal mezarda, erkek kardeşi cezaevinde bir aile dramının yok özneleri olarak toplumsal hayatımızda yerlerini aldılar. Bizse bir anlık şaşkınlığın rahatsız ettiği vicdanlarımızla iki gün düşünüp sonra unutacağız. Bir başka töre haberi ile sarsılana kadar.
Yine aynı yere dönüyoruz. Türkiye, kadınların hayatı ve hakları konusunda arada kalmış zavallı bir ülke. Kadınlarımız çağdaş yasaların güvencesi altında korunmadığı gibi, geleneğin olumlu kalkanından da mahrumlar. Çünkü kadının yaşama hakkını düzenleyen yasalar yeterince caydırıcı değil. Geleneğin içinden çıkarılacak bir koruma için ise zaten çok geç. İki arada bir derede, ne Doğulu ne Batılı olamamış bir toplumun cezasını ise kadınlarımıza ödetiyoruz. Yoksul, doğulu, genç kadınlarımıza.
Genç kadınlar demem boşuna değil. Çünkü töre cinayeti olarak tanımlanan ölümlerin pek çoğunda ailenin yaşlı kadınlarının da dahli söz konusu. Hatta kimi hikâyelerde yaşça büyük olan kadınların etkisi birebir gözleniyor. Nedense olayın bu yönü gözden kaçırılıyor hep. Töre cinayetlerinin işlenmesinde kadınların rolü görmezden geliniyor. Halbuki yaşanan örneklerden çıkarılan çarpıcı veriler var; belli bir yaşı aşmış, cinsel kimliğinden arınmış yaşlı kadınlar töreyi, ailedeki genç kadınlar üzerinde bir tür otorite kurmanın aracı gibi görüyorlar. Bu saiklerle töre kararlarına onay veriyorlar. Anaerkil motifleri hâlâ çok güçlü olan Doğulu toplumlarda kadının otoritesini ölümden değil, yaşamdan yana kullanabilmesi herhalde çok şeyi değiştirirdi.
Zelal hikâyesinde bile annenin sonuca etki etme şansı nedir diye sormak gerekiyor. Erkeklerin fail olduğu töre kararlarında, her ne kadar gücü sınırlı da olsa kadınların yapabilecekleri vardır çünkü. Çok çaresiz de olsa şu varsayım ihtimal dahilinde; annesi kızından yana dursaydı belki de Zelal yaşıyor olacaktı. Zelal sadece bir örnek. Kadınların, kadınların hayat hakkını savunduğu bir toplum inşa etmeliyiz belki de. Çünkü katillerimiz erkeklerden seçiliyor.
Adı Zelal'di.
Zelal artık olmayan gözleriyle vesikalık bir hatıradan bize bakıyor şimdi. Dağlardan inen kar suları kadar berrak yüzüyle.
Ölümlerinden geriye sadece vesikalık fotoğrafları kalan diğer yoksullar gibi, Zelal'in ölümü de bir süre daha gazete sayfalarını süsleyecek. Haber değeri taşıdığı sürece tedavülde kalacak. Taa ki daha vahşi ölümlerin cazibesi kulaklarımızı tıkayana, gözlerimizi doldurana kadar. Sonra unutacağız onu da... Diğer unuttuklarımızın yanına koyacağız.
Zelal, genç bir kız. Ortaöğretimin onuncu sınıfında, gönlünü birine kaptırmış. Ailesine sormadan kaçıp evlenmiş. Sonrası bildiğiniz hikâye; başlık parası, töre ve anlaşmazlıklar... Zelal, bütün bunlardan habersiz dönüp ailesine sığınmış. Babası onu eve kapatıp gittiğinde, öldürüleceğini düşünememiş.
Erkek kardeşinin ruhunu dolduran kolektif öfkeyi hesaba katamayan zavallı kız, o öfkeyi hesap etseydi kaçacak bir yeri olur muydu bilmiyorum. Ama oraya gelmeden şunu sormak istiyorum; bir insanı, aileden bir kadının hayatı konusunda bu kadar hak sahibi yapan nedir? Bu haklılığı örgütleyen, ona ön veren toplumsal yasalar hangi mantığın ürünü?
Belli ki Zelal'in erkek kardeşinin öfkesi basit bir öfke değil. Öyle ya bir başkasının bedenine saplanacak 21 bıçak darbesi için, ciddi bir öfke gerekir. Hak görülen bir öfke. Hangi haklılık insanda bu kadar öfke biriktirir anlamak çok zor. Zelal'in öldürülmesi için onu evde yalnız bırakan, sonrasında ceza ehliyeti sınırlı erkek kardeşi elinde bıçakla eve yollayan aile büyükleri olaydan sonra serbest bırakılmış. Zelal mezarda, erkek kardeşi cezaevinde bir aile dramının yok özneleri olarak toplumsal hayatımızda yerlerini aldılar. Bizse bir anlık şaşkınlığın rahatsız ettiği vicdanlarımızla iki gün düşünüp sonra unutacağız. Bir başka töre haberi ile sarsılana kadar.
Yine aynı yere dönüyoruz. Türkiye, kadınların hayatı ve hakları konusunda arada kalmış zavallı bir ülke. Kadınlarımız çağdaş yasaların güvencesi altında korunmadığı gibi, geleneğin olumlu kalkanından da mahrumlar. Çünkü kadının yaşama hakkını düzenleyen yasalar yeterince caydırıcı değil. Geleneğin içinden çıkarılacak bir koruma için ise zaten çok geç. İki arada bir derede, ne Doğulu ne Batılı olamamış bir toplumun cezasını ise kadınlarımıza ödetiyoruz. Yoksul, doğulu, genç kadınlarımıza.
Genç kadınlar demem boşuna değil. Çünkü töre cinayeti olarak tanımlanan ölümlerin pek çoğunda ailenin yaşlı kadınlarının da dahli söz konusu. Hatta kimi hikâyelerde yaşça büyük olan kadınların etkisi birebir gözleniyor. Nedense olayın bu yönü gözden kaçırılıyor hep. Töre cinayetlerinin işlenmesinde kadınların rolü görmezden geliniyor. Halbuki yaşanan örneklerden çıkarılan çarpıcı veriler var; belli bir yaşı aşmış, cinsel kimliğinden arınmış yaşlı kadınlar töreyi, ailedeki genç kadınlar üzerinde bir tür otorite kurmanın aracı gibi görüyorlar. Bu saiklerle töre kararlarına onay veriyorlar. Anaerkil motifleri hâlâ çok güçlü olan Doğulu toplumlarda kadının otoritesini ölümden değil, yaşamdan yana kullanabilmesi herhalde çok şeyi değiştirirdi.
Zelal hikâyesinde bile annenin sonuca etki etme şansı nedir diye sormak gerekiyor. Erkeklerin fail olduğu töre kararlarında, her ne kadar gücü sınırlı da olsa kadınların yapabilecekleri vardır çünkü. Çok çaresiz de olsa şu varsayım ihtimal dahilinde; annesi kızından yana dursaydı belki de Zelal yaşıyor olacaktı. Zelal sadece bir örnek. Kadınların, kadınların hayat hakkını savunduğu bir toplum inşa etmeliyiz belki de. Çünkü katillerimiz erkeklerden seçiliyor.