.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
31 Ara 2011
Canına yandığım yağmur, dilediğince yağ, temizlenmiyor insan nasılsa…
Canına yandığım yağmur, dilediğince yağ, temizlenmiyor insan nasılsa…
Niye yazıyorum her defa ve bir çocukluk hatırası gibi, başımı cama yasladıkça…az bir kelime dağarcığıyla kısır kalıyor anlatabilme gayreti. Gayretime sığınıyorum zahir, yapılabilecek ne var ki?
Aldatıldıkça, yanıldıkça, anladığımı zannettikçe, sevemedikçe, işin içine takıldıkça, bulandıkça, bulanınca yazıveriyorum şu sanal kağıda ve sanrısal bir rahatlama. Bir hapşırık gibi:
“Çok yaşa”
“Sen de gör madem görebildiğimi”
Daralıyorum, anlayamıyorum ve belki anlayamamaktan bu hırıltı, bu daralma. Bu yalnızlığı anlayamıyorum. Bizdeki bu doyumsuzluğu, bu korkuyu, bu kendini sevememeyi, bu çarpıklığı, bu erdemsizliği….ben tersi miyim ki? Değil elbet, ne yani, muhalifse bir yazı kendimi övdüğümden mi hep? Cevapsızlığımdan, cevapsızlıktan elbet.
Şah damarını bildim de, nerde durur bu “ar” damarı? Tamiri var mı? mide doyunca o da doyar mı? nasıl yalnızız? Bu kadar çok yalnız bir arada…yataklarımızda sabaha uyanan anlamsız bedenler, harcanmış dokunmalar, geceyi bölen iniltiler, bitmek bilmeyen telefon mesajları, bir erkeğin ve bir kadının uslanmayan, arlanmayan istekleri, istememeleri, elektronik posta adreslerine gönderilmiş onlarca soysuz ileti. Soysuz evet! Hadi verdik erkekliğine ya da kadınlığına gitti!, nerde duruyor peki bu kadınla erkeğin farkı? Buz gibi bir mekanda buz gibi bakışlar, tavşanlaşmaya başlamış insanlar, aynı anda, aynı gün aynı adresten gelmiş “sevgi” sözcükleri:
“akşam oralardayım ararım, sen de orada mısın?”
Aynı kişiden beş dakika sonra bir başkasına:
“özledim, bu şarkı sana”
Aynı kişiden beş dakika sonra bir diğer kadına:
Bu kaçıncı mesaj, nerelerdesin?
Aynı kişiden beş dakika sonra bir başkasına:
Gelsene bu hafta sonu yanıma?
Aynı kişiden beş dakika sonra bir diğer yalnıza:
Resimlerin ne güzel, sadece konuşmak istedim
Aynı kişiden beş dakika sonra bir evvelkine:
Hmmm, kızdın mı surat mı yapıyorsun bana?
…..ve bir yerlerde hayatına sıkışmış “aşkı aramalar hatta araklamalar hattımızda”
“hadi takılalım ve biraz da birbirimizden akıl mı alalım? Peh!
Benim erdem diye düşündüğüm şey, bir törpünün usumuzda ve bedenimizde düzenli şekilde çalışması sonucu elde edilen şey ise, bu törpünün hayvani isteklerimiz üzerinde aynı şekilde çalışması beklenmez mi? insan yani unutan? Bu kadar mı çabuk ayarlı unutmalara ve yalnızlığı ne ürkütücü ne soysuz! Soysuz evet! Ben inanmıyorum aynıdanlığa aynı andalığa, “sevebilmek için bu denli kör kütük aranmalara….. Her taşa bu denli sert mi vurulur bulma uğruna ve evet her taşa? ne kadar yalnızsınız bayım ve hanımefendi size de çok acıdım. Ben mi kimim? İnsan işte; unutan. Her defasında kendimi de unutan, ve sizi de ve geçmişlerinizde aşkı bulma uğruna altına saklandığınız kisveyi de ve kendimi de..evet kendimi de..yani kendimi tenzih dahi edemeyecek kadar uyandım artık ve şaşırmaktayım ya da şaşıramamakta.
Yok mudur bir üslubu yaşamanın? Nefes alamıyorum bunca içindeyken yanıltmaların. Bunca elektronikken her şey ve yataklar uzaktan kumandalarla ayarlıyken ben artık beyaz bir hastane odasındayım. Gördüklerimi, yaşadıklarımı ve bu ikircikliği ve “müsaadenizle özür dileyerek söylüyorum” şerefsizliği kaldıramıyorum. Yok mudur aramanın sevmenin bir ayarı? Her şey bu kadar 24 ayar mı? “Altın”dan kalkması bunca kolay mı? ödenmiyor mu kefareti ve yok mu bu yalnızlığın aslında korunmayı hak eden bir asaleti?
Uzatmadan söylemeli..işte bu kadar yalnız insan. Henüz piste inmiş park etmeye giden bir uçakta cep telefonunu derhal açmaya ayarlı olacak kadar korkak, yalnız, biçare.
“Beni seviyorsun değil mi? unutmadın beni değil mi? Ben yanına geleyim mi? Ben evimde yalnız uyuyamam seni tüketeyim mi? Beni anlıyorsun değil mi? sen olmasan da sen benimle durursun değil mi? ben ben ben ben ben ne kadar yalnız ve iç gıdıklayıcıyım öyle mi?
Yalınım ve yalnızım diyebilmek ne zor artık…diyene, diyebilene de aşk geliversin e mi?
Çatıdaki Çimenler