.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

12 Ara 2011

Sonsuzluğa Nokta






"İnsanlar isterlerse, her şeyi ama her türlü şeyi silaha dönüştürebilirlerdi."

"Yolcuların çoğu yüzünü dışarıya dönmüştü. Bunun bir nedeni, herhangi bir şeyin içinde bulunmanın verdiği güdüyse; bir nedeni de, telgraf direklerinin camdan geçmişine bakarak otobüsün hızını saptamaktı belki. Meraktı yani; boş kalmanın boşluğundan doğan ve kapısı sessiz sedasız kendine açılan kupkuru bir meraktı. Belki de geçmişle geleceğin hesabına dalmıştı yolcular; yaşamların yaşamdan yontulmuş ve yaşamın bilinmezliğine sürtüle sürtüle bilenmiş makaslarla kesip biçerek, zihinlerinde yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlardı. Ya da düşünme konumuna girmişlerdi de, hiçbir şey düşünmeden ve gözlerinin önüne hiçbir şey getiremeden öylece bozkıra bakıyorlardı bozkır gibi..."

"Belki de insanlar koskoca yaşamları boyunca yalnızca bir kez farklı olmaya katlanabiliyorlar, sonra da yavaş yavaş öteki insanların davranışlarına, düşüncelerine ve duygularına bürünerek, durup dinlenmeden kendini tekrarlayan uçsuz bucaksız bir benzerlikler denizinde kaybolup gidiyorlardı."

"Kirli duvarlarda, tozlu bavullarda, ellerde, ayaklarda ve kimsenin ilgisini çekmeyen mavi çöp sepetlerinde bile bir yerlere ulaşmanın telaşı vardı. Bu telaş, insanların o anda yaşamdan almaları gereken tatları oburca yiyip yutan bir canavardı kuşkusuz, ama kimse bunun farkında değildi. Hareket saati yaklaşan otobüslere binip koltuklarına oturanların yüzündeyse, bir yerlere çekip gitmenin heyecanını ve sevincini aramak boşunaydı. Kıpırtısızdılar çünkü... Her koltuğa insan duruşunda, insan bakışında ve insan sıcaklığında birer eşya bırakılmıştı sanki; yalnızca görüntüleriyle bakıyorlar, yalnızca görüntüleriyle işitiyorlar ve görüntülerinin diliyle konuşuyorlardı. Tek tük sevinçli görünmeye çalışanlar olsa da, onları yolcu edenlerin durumu daha da hüzünlüydü. Öyle ki, otobüs camlarındaki yakınlarına el sallarken hüzünlerini de gösterebilme telaşıyla birbirilerinin tepesine çıkıyorlardı."

"İnsanların gözlerinden başka birer göz daha vardır gözlerinin içinde, böyle zamanlarda onlarla bakarlar. Onlar dilli gözlerdir çünkü, sahiplerindeki gücün dışında başka bir güçten de beslenirler ve sahipleri neyi amaçlarsa onu apaçık yansıtırlar."

"Yaşamdaki yankısını yalnızca kendi düşlerinde bulmanın ve bunu bilmenin hüznü..."

"Tabur tabur askeri birlikler oluşturdukları, aynı marşları aynı biçimde söyleyerek aynı koğuşlarda aynı kıvrılışlarla yattıkları ve bu edimlerle beraberlik ruhunu yakaladıklarını sandıkları, sonra bir bavul dolusu anıyla terhis olup eve döndükleri, anne babalarına hiç değişmeyen ve toplumun hazırladığı reddedilmez duygularla sarıldıkları, aynı yasalara uyarak evlendikleri, babalarından devraldıkları yöntemlerle seviştikleri ve babalarından boşalan iş kadrolarına kaplanınca dünyanın yarısını ele geçirmişcesine sevindikleri ve tıpkı kendilerinden öncekiler gibi gene çocuk doğurdukları ve onları besleyip büyütmeye başladıkları ve bütün bu olup bitenlere 'dönüp duran paslı bir çember' diyecekken 'akıp giden yaşam' adını verdikleri uyumsuz bir toplumda, yelken kulaklı bir uyumsuzdum ben."

"İnsanı insan eksiltir, nasıl çoğaltırsa..."

"Yükselmek: Kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren büyülü bir düş, ya da yukarıya doğru bir alçalış..."

"Yaşamın büyük bölümü düşünülmeyen şeylerden oluşur."