.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

6 Şub 2012

6 Mart




Yolculuktan bu sabah döndüm ve hemen hastalanarak gene yatağa düştüm.Eve yeni dönmüştüm ; akşam üstü Günseli'ye uğramayı düşünüyordum ve öğleden sonra birde ateşim yükseldi.İçimde yaşama arzusu kalmadığı için iyileşemiyorum herhalde. Şimdi yanımda Günseli olsaydı iyileşirdim diye düşünüyorum. Annemle de haber gönderemem. Hastalığım düşündürüyor beni : bu ateş beni korkutuyor Kötü ve çaresiz bir hastalık mı acaba?  Yatağın içinde ; hiç bir şey yapmaya cesaret edemeden korkuyorum. Kafka'nın korkusu gibi değil ; İnsanın evrende ki hiçliğiyle ilgili bir korku değil. Anlamsız bir korku. Zavallı bir böceğin vücudunda duyduğu ve anlamını bilmediği bir korku. Bitkisel bir korku.

Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamayı öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler…. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler. Ben de kendimi anlamadım: Bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmayı beceremedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim.

Bu kıskanç korku gelinceye kadar, yaptıklarım bakımından değilse de, aklımdan geçenler bakımından aşağılık bir hayat yaşadım. Büyük ve güzel şeyler yerine, aşağılık şeyler düşündüm. Şimdi de durum düzelmiş değil; hiçbir şey düşünemiyorum. Çok bayağı bir olay. Neresinden tutulursa insanın elinde kalıyor: dağınık ve çürük bir örgü. Evet, haklıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor, bece- remediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki, Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme. Sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. Siz de sevimli akrabalarım kadar yabancısınız bana. Adı Marki bilmem ne de olsa.. Tabii, siz gurur duyuyorsunuz düşüncelerinizden. Diyorsunuz ki, Selim Işık diye bir mesele olmamıştır. Olmayan bir mesele için, düşünce tarihinin insanı yücelten gelişimini bozamayız. Siz, kendini şövalye sanan Don Kişot gibi ilginç de değildiniz üstelik. Özür dileriz, bizi rahatsız etmeyiniz. Düşünecek meselelerimiz var. Her gün yüz binlerce insan ölüyor. Ancak, ilginç olaylarla uğraşabiliriz. Next please!

yileşmek istemiyorum. Artık bu kadarını ümit etmiyorum. Göğsümde sıkışıp kalmış korkuyu atabilsem yeter bana. O zaman aklım ve bedenim, istediğim gibi uyuşmuş olacak: beni yıpratan bu çelişme sona erecek.Bende beni küçümseyen bu kalabalığın gözlerinin içine korkusuzca bakabileceğim.Beni korkutan yaşama iç güdüsünü göğsümden söküp atabilsem ,bende çekinmeden, gururla kişiliğimi sürdürebileceğim. Şerefli insanların - böyle insanlar olduğundan kuşkuluyum - arasına karışarak , son günlerimi  haklarına kavuşmuş bir insanın huzuru içinde bitirebileceğim. Canım hiç içki istemediği halde - belki o zaman ister - bir birahaneye giderek  , başım yukardabiramı ısmarlıyacağım.  Garsonu çağırırken eziklik duymayacağım. Herkes gibi - artık kimse , benim herkes gibi olduğumdan kuşku duymayacak - kendime güvenerek biramı yudumlayacağım.  Canım içki içmek istemediği halde , bu işi hiç rahatsız olmadan yapacağım. Ne acele edeceğim , ne de gereksiz yere uzatacağım.  Tam  ölçüsünü bulacağım Bir birayı içmesini bilemiyecek miyim artık ? Bira içmeyi bildiğimin farkında bile olmayacağım. Meze de isteyeceğim , herkes istiyor diye. Beyim bakışıyla süzmeyecek beni. Ya da bana öyle bakıyormuş gibi gelmeyecek. Kendimden kuşkulanmadığım için , kimse de benden kuşkulanmayacak. Bazı insanlar birasını mezesiz içer. Bende onlardanım işte. Bu bir zevk meselesidir. Buna karışılmaz. Üstelik bu insan yakında ölecekse , ona saygı duyulur. Belki birazda tuz ekerim biranın içine , daha iyi oluyormuş böyle. Ne yazık : bira içmek istemiyorum. Özlediğim güven duygusuna kavuşunca , bira içme özlemini yitirmiş olacağım.  Montaigne ne derse desin , hazin bir durum bu. Oysa , yaşamış olduğum bir çok yanlışlığı düzeltebilecektim.  Bütün ayak izlerimin üzerinden bir daha gidecektim. Yalnız bir kere yaşanıyormuş.

Bütün günümü bu düşünceler içerisinde geçiriyorum; gece için yine bir hazırlık yapmadım. Oysa, gecenin geçmek bilmeyeceğini seziyorum. Bu satırları sabaha karşı üçte yazıyorum. Saat bire kadar annemi karşımda oturttum. Nefes alamıyordum; koltukta iki büklüm oturuyordum. Annem karşımdaydı. Bir kelime söylemeye korkuyordu. Ben de konuşmuyordum. Enerjiden tasarruf ediyoruz ya. Birlikte geçirdiğimiz yıllar boyunca annemle o kadar az konuştuk ki. Şimdi nereden başlayabilirim. Beni kötü yetiştirmekle suçlayamam ya onu böyle bir durumda. Ne desem fark etmez: yorum yapmadan beni dinler sadece. Olmaz. Bir insanla karşılıklı konuşacak gücüm yok. Bir insan, bir karşılık bekler sizden. Konuşurken ve dinlerken hissedersiniz bunu. Güçlü kuvvetli olduğunuz zaman önemsemezsiniz. Günseli de bana bunu hissettiriyor. Bana yararlı olmak istiyor, oysa beni yoruyor. İlgileniyor, demek ki ilgi bekliyor. Hiç olmazsa ilgilendiğinin farkedilmesini bekliyor. Annem öyle değildir. Kendini karıştırmadan benimle birlikte olmasını bilir. Hem de kitaplarda okumadan: bir yerde duymadan, içinden öyle geliyor. Bütün anneler böyle değildir. Gidip yatmasını söylüyorum: itiraz etmeden gidiyor. Karşımda oturduğu zaman düşüncelerimi hafifletiyor. İşim bitince gönderiyorum. Biraz iyileştiğimi görünce, bana yaptığın iyiliğin karşılığı olarak onunla ilgilenmemi bekleyebilir, değil mi? Hayır. Seviniyor sadece.

Uyuyamıyorum. Uykuda değişeceğimden korkuyorum. Oswald gibi uyanmaktan korkuyorum. Kendimi yormamaya çalışarak bekliyorum yatakta. Oysa, asıl bu bekleyiş yoruyor beni. Terlemeye başladım. Şaşılacak derecede zayıfladım bu terlemeler yüzünden. Önce ellerim, sonra ayaklarım terliyor, sonra bacaklarım, sırtım. Ateşim biraz düşüyor bu terlemelerin sonunda. Tekrar ateşime bakmaya başladım. Yarım saatte bir derece koyuyorum. Annem, bazen dereceyi saklıyor. Terleme geçince yataktan kalkıyorum, çamaşır değiştiriyorum ve evde dolaşmaya başlıyorum. Annemin uyumadığını, yatakta endişe ile beni izlediğini seziyorum. Bazen dayanamıyor, çekingen bir sesle, nasıl olduğumu soruyor. Ona, en aksi bir sesle, anlaşılmaz ve homurtulu bir karşılık veriyorum. Koltukla uyukluyorum çoğu zaman. Ankara’daki evi görüyorum rüyamda. Ev büyüyor, büyüyor, insanlarla dolup taşıyor. Tanıdığım bütün insanlar sığıyor evin içine. Gözlerimle, en önemsiz köşelerine kadar dolaşıyorum evi: annemle babamın pirinç topuzlu karyolasını, tahta kenarlı koltuklarını görüyorum. İstanbul’a taşınırken hepsi satılmıştı. Kafamın içini temizlemek mümkün değil demek ki.

Tutunamayanlar / Oğuz Atay