.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
2 May 2012
İncitme Beni...
- Herkesin, kim bilir belki de ancak "çoğu insanın" demeli ya, giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada, insanların arkalarını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile, kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp yaşadığı bir ülkede soyunmaktan başka şey dilemeyen bir adamın masalı bu...
- İnsan soyuna soyuna deriye varır, onura, öz saygısına varır. Bunları yüzmek, koparıp atmak, güçtür ya, soyunmayı yürekten benimsemiş kişi, sırası geldiğinde, bu son adımı atmağı değer bellediğinde ölmesini bilir... Ne ki, bir tek kez yapılabilecek bu işi, böyle bir eylemin değerini anlayacak kişiler karşısında yapmak ister. Yanılırda, sırası geldi diyerek, olmayacak bir yerde girişirseniz bu işe, acı bir masal olur çıkarsınız...
- Öteki hayvanlarda büyüyordu. Sayıları azalıyor da olsa, insanlardan çaldıkları yiyecek payı artıyordu bu büyümeleriyle. Bir tohumdan daha bol, daha güçlü tohum almak, alabilmek için ter döktükçe bu emeklerin gitgide büyüyen bir payını böceklere, kemelere kaptırmak, ağır gelmeye başlamıştı insanlara...
- Yavaş yavaş alışıyordu aşağıların yaşayışına; inanamadıklarının gerçekliğini görüyor, kendilerini dağlarından indirmiş dev hayvan masallarına nasıl inanabildiklerine şaşıyordu...
Tohumları, bitkileri korumak için her yıl insanlar yeni yollar arayıp buluyor, gitgide büyüyen masraflara katlanıyorlardı. Bulunan her yeni yolun ardından, böceklerin, kemelerin de yeni bir yol arayıp bulduğunu, kısa bir bozgun döneminden sonra bunların daha da güçlenerek, verdikleri zararı artırdıklarını yılgıyla görüyor, izliyordu insanlar...
- İnsanlarla köpekler birbirine iyice benzer hale geliyor, arabalar da aldırışsız, hızla sürdürüyordu korkunç, önemli yarışlarını...
- Bir öğretmen için deprem, bir gerçeklik taşımıyordu. Ama yeni gelenlerin çoğunda, öbür adalardan gelirken oranın eski depremlerinin korkusunu da içlerinde getirdikleri için olacak, bu adalıların sürdürmeğe çalıştığı tehlike duygusunun kolaylıkla yerleştiğini görüyor, biraz şaşırıyor, amabu şaşkınlığını belli etmemeğe de çalışıyordu...
- Adalılar için şöyleydi durum : Bir gün yeniden deprem olur, kıyılar bir daha parçalanıp ufalanıp denize dökülürse, kıyıda oturanların bir bölüğü belki kurtulurdu ama tersaneler, iskeleler, fırınlar gider; canlarını, evlerini kurtarmış tepeliler gene de aç kalır, açık kalırdı. Kıyılılarsa, bir depremde biz de gideriz, fırınlarımız, gemilerimiz de, diye düşünür, iş yerlerinin yukarılara taşınması yolunda -pek arada bir de olsa- yapılan önerilere kulak tıkarlardı...
- Varlığının artışı büsbütün hızlanıyor gibiydi. Anlamıyordu bunu. Bu artan varlığı eritmek için düşünebildiği yolların hepsi onu büsbütün güç duruma düşürecekti. Ya bir şeyler alacak, yükünü arttıracak, kendi deyimiyle, giyinecekti soyunacak yerde; ya da bu bir şeyleri almakla herkesin dikkatini çekecekti...
- Yabancılara başlangıçta uygulanan, sonradan yumuşutulan o katı kuralların dışında kalmıştı adam bugüne dek. Böyle bir düzen kurmuş muydu gerçekten, yoksa kurduğunu sanmakla mı kalmıştı?..
- Tarih duracağı yerden sonrasını söze aktarılacakları güne hazırlanmak istiyordu...
- Büyüyen topraklar, komşuların aç gözlülüğünü kışkırtabilirdi; artanı yitirmek korkusu, korkuların en büyüğü olarak beliriyordu sözlerinde. Yıllarca eksilmeye karşı önlem tasarlayıp durarak yaşadıkları için bundan daha doğal bir sonuç beklenemeyeceğini söyleyenler çıktı...
- Çılgınlığı, ilk olarak, bu adanın atalar düzeni kalıpları içerisinde görüyordu, görebiliyordu...
- Olmayacağı umuduyla yaşadıkları, yüzyıllardır olmamasına bakarak belki de, içlerinden, kimseciklere söylemeğe kendilerinde yürek bile bulamadan, olmayacağına artık yavaş yavaş inanır oldukları (daha doğrusu, olacağına artık pek inanmadıkları) parçalanmanın, ufalmanın tam tersi. Korktuklarının başlarına gelemeyeceğine yavaş yavaş kanıkmağa başladıkları bir sırada (ne var ki, böyle bir kanıkmanın ancak şimdi farkına varabiliyorlardı.) uslarının köşesinden geçirmedikleri bir şeyle karşılaşıyorlardı. Çifte düş kırıklığı gibi bir şey...
- Yığılan topraklar yüzünden, çevrelerini isteseler de göremiyorlardı artık...
- Sessiz filmleri anımsıyordu. Bir daha. Gençliğinde kaçırmadığı sessiz film toplu gösterilerini. Musikinin, olsa olsa, insanları sağır olmadıkları yolunda uyarmakla yetindiği gösterileri... Kayalık yıkılırken kulaklarına hiçbir ses gelmemişti ya, herhangi bir sartıntıda duymamışlardı... Neden sonra haberleri olmuştu olaydan. Burada ki göçük de -ister istemez sessiz olacaktı ya- sarsıntısız olmuştu anlaşılan...
- Kaygı, korku çeşidinden bir duyguya kapılıp kapılmayacağını düşünebilecek ölçüde yorgundu hala.
Göçmüş Kediler Bahçesi / Bilge Karasu