.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

5 Haz 2012

Hayatsızlık, bir veda şarkısı; olamayana...



Ömür, süre, uzadıkça, hatırlanan hislerdir yalnızca. Kâbusa dönüşmüş ya da özlenen her şey, aklın karanlık dehlizlerine ya da akıl ve dil dışına tıkılı kalır: Olayları tarihleyememe, akılda tutamama, aynı şeyleri tekrar yaşayabilme ihtimali ve korkusuyla, beklenmedik anlarda oradan buradan taşan anılarını birbirine ekleyerek yaşamaya alışır insan.

Tarihlemek, anında, olay olay ortaya dökmek de yüzeyde kalmak olabilir, derin suları boşaltmak olabilir: Tarihe ilgi, yüzeye duyulan ilgidir, belki. Olayın ve yüzeyin sayısız biçimde yeniden işlenebilirliği, oyunculluk ve ironi içinde düşünmeye imkân tanıdığında, tarih ve olay, dokunmayacak ve dokunulmayacak mesafede olduğunda, kaldığında, tarihe ilgisizlik, hayatın “böyle”liğinden de uzak durmaktır, belki.

Kâbusun tarihi, yıkımın tarihi: Düşüncelerin, inançların, hareketlerin, ütopyaların yıkımından, belleklerin, yaşantıların, kentlerin, dünyanın yıkımına dek uzanan bir tarih. Ve hâlâ yaşıyor olmanın gücünü ihanetten alan kuşaklar; yazılabilirliğin, ayakta kalmanın bedelleri; yıkıntılar altından çıktıktan sonra bile yıkıntılar peşinde koşabilmenin gücü; tarih... Oldu bitti, nesnellik; ama yaşanan an, yaşayan için, yapılabilir olandır, yapılabilir sanarak, kimi zaman da yaparak, özneldir; öznellik, güç ve iktidar ister. Mağlupların tarihi, akıllarını, dillerini yitirmişlerin tarihi, kısık sesli, kekeme, detone tarih; rüyada yinelenir her şey. Mağlup ise muktedir olandır, tarihsizdir, belki...


(Tekrarın hikmetiydi hayat: Doğa çevrimlerinden cinselliğe, gündelik rutinlerden ruhsallığa, her şey, tek bir toplu iğne başında gidip gelme çabası; tıpkı ilerlemenin cehennemi gibi. Aralarına kopya kağıdı yerleştirilmiş hayatları tekrarlayan kitleler, üretmenin, tüketmenin, seyirciliğin ve oyunculuğun ezberine vakıf olanlar, tarih içre olanlar!)

Vaat de bir vecd hali artık: Sistem, kitlelerin “çıkarları”na hitap ediyorken, umut bağlayarak katılanlardan çok, umutsuzluklarına rağmen sistemi yeniden üretenler önem kazanmışken, sistem iktidar vaat ediyorken, çoğunluklar kadar azınlıklar da iktidardan pay alıyorken...


Grup ya da sınıflara değil, tek tek kişilere hitap etmesi umulan isyan, ruhun yasadışı, karanlık alanlarında ortaya çıkar –ya da çıkmaz. İsyan hissi, hayatı hissetme hissidir. Hissizlik, hayatsızlık, ancak yığınsal hareketlerde gösterir kendini. Kimlik, aidiyet, çıkar; kolektif vecd unsurları. Hareket biter, yığın geri çekilir ya da üste çıkar, kolektif simgelerine dört elle sarılır. İnsan teki ise, her halükârda hisli, mağlup, kendini sunar yalnızca, akıldan ve dilden yoksun; o bir bağıştır, armağandır, vaatsiz vaat olarak yaşamıştır her şeyi ve artık yalnızlığa bağışlar kendini, yalnızlığı bağışlar, sessiz...


Başkalarıyla birlikte ve başkalarına dönük, kaçınılmaz varlıklarıyla başkaları ve kendi –birbirlerinin başkası olan kendiler–, farklı ve aynılar; hayatın etik, estetik cehennemi, cenneti. Fedakârlığın, kendinden vazgeçmenin, bağışın, dayanışmanın, karşılıklılığın, söylemsiz, ortaklıksız, esersiz, kendini vererek, bırakarak yaşanışı; vazgeçebilmek için, yoksullaşmak için varolmak. (Ahlâki olmaktan çok varoluşsal olan sorumluluğun hazzı da şiddet içerebilir: “Fazla”, “zengin” varlıklarıyla yer işgal edenlere karşı; “eksilterek”.)


(Affederken de... Zaman tereddütlerle, vehimlerle geçerken, esersizlik ancak bir başkasının, sevgilinin, dostun yanında yaşlanmanın armağanı olabilir, unuturken de hatırlanan hatıralar, yokluklarıyla var kılarlar hayatı, elvedayı.)


Kişinin kendi karşısında, hayat karşısında mesafeli olması, bencillikten, hırstan uzak durmayı bir ihtimal olarak içerse de, bu dünyadaki varlık, bir şeyler “kurma” arayışından çok, yok oluşun kaçınılmazlığı karşısında, geri çekilişe, yoksullaşmaya verilecek üst başlıkta, negatif ütopyada bulabilir anlamını.

Yok olurken... dünya da yok olurken, ölüm, tesadüfi olarak bir adım mesafede / ötede / beride dururken, bu ölümün peşinden / önünden, facianın  yanı sıra, hep beraber giderken... ortak hiçbir şeyleri olmayanların ortaklığında, ölümü –hayatı– anlamlandıracak bir duygudaşlık –karşılıklılık, tereddüt ve öfke– kolektif bir hayatın imkânları doğabilir: Negatif ütopyalar, önce boşluğu görenlerin, boşluğu öne koyanların komününde yeşerir.

Ölümlülüğün fani olma ötesinde anlamlar edindiği, zamansızlık ve mekânsızlık duygularıyla eşdeğer olduğu bu çağda, ancak yıkıcı bir duygu, toplumu yıkarken kendini de geri çeken, yoksullaştıran bir varoluş yaratıcı olabilir: Yokluğun, yetersizliğin, muhtaçlığın bilincinde saklıdır hayat.


Verili olandan –yüzeyden, görüntüden, kitlesel ve kütlesel olandan– yola çıkmak, sahtekârca ve bayağı bir ölümsüzlüğün savunusunu yapmak, sistemin dayattığı –ve daralttığı– sınırları veri kabul edip hayatta ve ayakta kalmaya çalışmak demektir.


Hayatı, hayal kırıklığından da öte, bir felaket imkânına, facia beklentisine açık kılan, bu imkâna ve beklentiye dayanarak var kılan şey, kendini tamamlamak için değil, kendini açmak için, kendini tartışma konusu etmek için, muhtaçlık, yoksulluk, iktidarsızlık adına, başkasına yapılan çağrıdır, muktedir olma çağrısı; yetersizliğe son verecek şeyi değil, giderdikçe derinleşecek eksiklikteki aşırılığı arama çağrısı. Kendini bırakma ve bağışlamanın sessizliğinde, çıplak ve yalın...


Paranın ve sopanın istilasına açık bırakılmış bir dünya, seçenek çokluğunun seçeneksizlik olduğu, düz dünya. Merkezsizleşmenin merkezileştirildiği (küreselleşmiş) bu dünya, çoğul ve parçalı iktidarlara doğru evrilirken, farklılık, çoğulculuk, hoşgörü söylemleri de yeni tahakküm alanları açıyor: Tanımlanmayı ve sınıflandırılmayı kabul eden, söze gelen cemaatlerin inisiyasyon törenlerinde dökülen kanlar, sistemce özümsenme arzusundaki kölelerin efendiler karşısındaki güç gösterisidir. Feragat asla kitlesel bir özellik değil.

Sessizliğin Anarşisi / Işık Ergüden