.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

4 Tem 2012

İnsan Yüzleri


 Hıyarlar Devrim Yapamaz.

Neden hıyarlar var dünyada? Yanıt basit: Dünya bir bostan. Peki, neden gülistân değil? Hiçbir zaman olmadı, belki. Kavga, güç elde etme savaşı, sahip olma kaygısı ile yaşanan çatışmalar. Ben merkezli, kültür merkezli, ırk merkezli dünya görüşleri... Yaşam kavgasının aman vermez zulmü altında ezilen insan, tarihi boyunca hıyarlığını inceltecek kültür ürünleri (sanat, bilim, din, düşünce alanlarında...) ortaya koysa da kendi yaşam alanını bostanların dışına çıkaramadı. Giderek acımasız kapitalist düzenin yarışmalarla varolmaya çabalayan insanı, hıyarlığını geliştirdikçe daha başarılı olacağını düşünüyor. Hıyar olmayan 'yırtık' olmayan, atılımlar yapıp, yatırımlar geliştiremez. Hıyar değilseniz, bu düzende varolamazsınız. Hıyarlardan çıkıyor iş adamları. Hıyarlardan çıkıyor iktidarı ele geçiren insanlar. Saldırgan, atılımcı, iş bitiricilerin önemsendiği, değerli görüldüğü bir dünyada, hıyarlardan rahatsız olunmuyor. Hıyarlar el üstünde tutuluyor. Hıyarlar sınav kazanıyor. İşe giriyor. 'Yukarılara' doğru tırmanıyor. Politika, hıyarların oyun alanı olmuş. Dünya hıyarların dünyası. Çevresel koşullardan, toplumsal, ekonomik, kültürel nedenlerden dolayı. Kaba, kendi kabalığını kabul edemeyecek kadar vahim bir gaflet içinde! Karanlık yanlarını fark edebilecek duyarlılıktan yoksun. Entel, bilgi küpü ama bilgisi iç dünyasına sızmamış. İç üzerine kitap yazıp, kendisini içinde göremiyor. Sözcük şaklatıyor. Felsefe yuvarlıyor. Bilgi kumkuması. Kibrinden, yüksek perdeden konuşmasından yanına varılamıyor. Ruhu kanıyor. Bakımsızlıktan iç dünyasını yaban otları bürümüş. Toplumsal, politik, ekonomik, kültürel çözümlemeler yapıyor. İçinden gelen sesleri dinlemesini bilmiyor. Kabalığı, hıyarlığı, yüksek düşünsel gücünden ve bilgisinden geldiği sanılıyor. Oysa, bilgisi ve düşünsel gücü, iç dünyasına ulaşamıyor. Hıyar böylece narşisist imgeler yaratıyor, kendisi hakkında. Bu imgeleri kendi sanıyor. Tapıyor bu imgelere. Bu, yarattığı kendi imgelerim 'beslemek' için, kendisini sevecek insanlar arıyor. Kimseyi sevemiyor.

Teknoloji ve bilimin hıyarlarla ilgisi var mı? Olmaz mı? Çağdaş bilim ve teknoloji, hıyarları besliyor. Model kurmaya, deney yapmaya, sınamaya, yanılmaya ayrılmış bir yaşamın gündeminde hıyarlık yok. Peki, kimin sorunudur, hıyarlar? Hepimizin. Hıyarlığını fark etmiş insanların.

Bütün dünya bostana dönmüş dediğimde elbette kendimi de azılı hıyarların arasında görüyorum. Sıkıntım, keskin Freudgillerden dostların sanabileceği gibi, bir 'yansıtma' sorunu değil. İçimin hıyarlığını dışa vurup, herkes hıyar demiyorum. (Biraz etkisi vardır elbette!) Hıyarlık, çağımızın en büyük sorunlarından biri. İlim irfan yoluyla, 'hıyarsızlaştırma' kampanyaları ya da eğitimleriyle tez elden giderilebilir bir 'üst yapı' sorunu değil! Bir yaşama sorunu. İnsan olma sorunu. 'Sev' denmiş, 'say' denmiş. Bunların ince yaşam durumlarına nasıl uygulanacağı bilinmiyor. Nasıl seveceğim? Kendisi olabilen, kendi yaşamına sahip biri olarak nasıl seveceğim? Biricik bir insan olarak, biricik sevgilimi, yaşadığım biricik ortamlarda nasıl seveceğim? Biricikliğimizi yaşayabilme, genel ahlâk ilkelerinin özel durumlarda gerçekleştirilebilmesi, yaşama ustalığı burada. Yaşama ufukları dar; kendisiyle karşılaşmamış, giderek kendisine hiç rastlamamış insanların dünyasında hıyarlaşma hızlanıyor. Güçleniyor.

Hıyarları önce dostlarımda gördüm. Sağolsunlar, bu konuda benim gözümü açtılar. Hıyarân diye bir kitap yazdım. Hıyarca yazılmış bir kitaptır. Sonra anladım ki ben de az hıyar değilmişim. Hıyar olmayanlara (gül mü diyeyim onlara?) rastladıkça yüreğim burkuldu. Hem kıvanç duydum, şükrettim, içimdeki sonsuzluğa: Hâlâ güzel insanlar var. Bu çirkin yaşam çarkının kirletemediği. Biliyorum, insan, hâlâ onlar var diye insan. Dünyanın yönetiminde yerleri yok. Belli etmiyorlar kendilerim. (Eski deyimiyle, 'mahviyet mesleğine mensup'lar!) Hem içimin bir yerleri sızladı. Kalakaldım. Kendimin hamlığını görmekten.

Dostlarım, bana her gün bostanda yaşadığımı anımsatıyorlar: "Ahmet, sakın kendini gökyüzünde sanma, burası bostan. Burada gücü gücü yetene bir kavga, entrika, stratejik davranışlar, kullanma ve sömürme ilişkileri egemen. Burası, Platon'un göğü değil! Burası Epikür'ün bahçeleri, Stoa'nın aradığı 'âsûde bahar ülkesi' değil. Burası sana göre değil. Silâhların, ağır iş makinalarının, güneş gözlüklerinin arkasına ruhlarını gizleyebileceklerini sanan, kendine, dünyaya, geleceğe, doğaya, evrene karşı acımasız, kaba odunlaşmış insanların dünyası.

Elinde bastonu, iki büklüm yürüyen huysuz bir yaşlı adamın dünyadan yakınması değil bu söylediklerim. Teknoloji, birçok yaramızı sararken hıyar olma potansiyelimizi hızla arttırıyor. Bizden sonrakiler, belkide bizi şöyle anacaklar: "Yirminci yüzyılın sonları, yirmi birinci yüzyılın başları mı? Çok hıyar vardı dünyada, hem de çok". Bir zamanların 'Kahramanlar Çağı' gibi, çağımız belki de 'Hıyarlar Çağı' olarak anılacak.