"sicaplar evime geldiler."
"öyle mi?"
"evet."
"sincaplar?"
"sicaplar!"
"çok muydular?"
"çoktular."
"peki, ne oldu?"
"konuştular benimle."
"öyle mi?"
"evet, konuştular."
"ne dediler?"
"isteyip istemediğimi sordular..."
"neyi isteyip istemediğimi?"
"eroin çakmak isteyip istemediğimi."
"ne? ne dedin sen?"
"eroin çakmak isteyip istemediğimi sordular dedim."
"peki, sen onlara ne dedin?"
"hayır," dedim.
"sincaplar ne dediler?"
"'KEYFİN BİLİR!'dediler."
"anne Bill'i gördü, anne Gene'i gördü, anne Danny'yi gördü." "öyle mi?"
"evet."
"şeyine dokunabilir miyim?"
"hayır."
"benim memelerim var. senin de memelerin var."
"doğru."
"bak! göbek deliğini yok edebiliyorum, göbek deliğini yok ettiğimde canın acıyor mu?"
"hayır, göbeğim sırf yağ zaten."
"yağ nedir."
"olmaması gereken yerde benden çok fazla."
"ooo."
"saat kaç?"
"beşi yirmi beş geçiyor."
"peki, şimdi saat kaç?"
"hâlâ beşi yirmi beş geçiyor."
"peki, şimdi saat kaç?"
"bak, zaman o kadar çabuk değişmez, hâlâ beşi yirmi beş geçiyor
"ŞİMDİ saat kaç?"
"beşi yirmi beş dakika ve yirmi saniye geçiyor.'
"sana topumu atacağım."
"at."
"n'apıyosun?" "tırmanıyorum!"
"düşme! düşersen hapı yuttun!" "düşmeyeceğim!"
"düşme!"
"düşmem! düşmem! şimdi bak bana!"
"aman allahım!"
"aşağı iniyorum! aşağı iniyorum!"
"pekala, aşağıda kal!"
"of, SİLKTİR!"
"ne dedin sen?"
" 'SİLKTİR!' dedim."
"ben de öyle duydum."
"anne Nick'i gördü, anne Andy'yi gördü, anne Rueben'i gördü."
"öyle mi?"
"evet!"
"işe mi gideceksin?"
"evet."
"ama ben hoşlanmıyorum senin işe gitmenden!"
"ben de hoşlanmıyorum."
"öyleyse gitme."
"para kazanmak zorundayım."
"ooo."
"haklısın."
"kalemini aldın mı?"
"evet."
"anahtarlarını aldın mı?"
"evet."
"kimliğini aldın mı?"
"evet."
"işe git, işe git, işe git, işe git, işe git..."
"atölyeye gittik dün akşam."
"öyle mi?"
"evet."
"ne yapıyorlardı ordaki insanlar?""konuşuyorlardı, herkes durmadan konuşuyordu." "sen ne yaptın?" "ben uyudum."
"o kocaman harikulade mavi gözleri nerden aldın?" "kendim yaptım!" "kendin mi yaptın?" "evet!" "anlıyorum." "senin gözlerin de mavi." "hayır, yeşil." "hayır, mavi!"
"ışıktandır belki, ışık yetersiz burda." "sen de gözlerini kendin mi yaptın?" "biraz yardım aldım sanırım."
"ben gözlerimi, ellerimi, burnumu, ayaklarımı ve dirseklerimi kendim yaptım."
"bazen haklı olduğunu düşünüyorum." "ve senin gözlerin mavi!" "kabul, benim gözlerim mavi."
"öşürdüm! ha, ha, ha! öşürdüm!"
"öyle mi?"
"evet!"
"kakan mı var?"
"HAYIR!"
"çoktandır işemiyorsun, bir sorunun mu var?"
"hayır, senin bir sorunun var mı?"
"bilmiyorum."
"neden?"
"bilmiyorum nedenini."
"saat kaç?"
"altıyı otuz beş geçiyor."
"şimdi kaç?"
"hâlâ altıyı otuz beş geçiyor.."
"şimdi kaç."
"altı otuz beş."
"of, SİLKTİR!"
"ne?"
"SİLKTİR! dedim. SİLKTİR! SİLKTİR! SİLKTİR!"
"bana bir bira getir."
"peki..."
"anne Danny'yi gördü, anne Bill'i gördü, anne Gene'i gördü."
"pekala, bana bir bira getir."
bir koşu biramı getiriyor ve çantasına lego parçaları, ataç, lastik, uzatma kablosu, zarf, reklam broşürleri ve Boris Karloffun küçük bir heykelciğini dolduruyor, ben biramı içiyorum.
Philly'de barın son taburesi benimdi, arada sırada ayak işleri de görüyordum, gündüz barmeni, Jim, elinde paspas sabahın beş buçuğunda alırdı beni içeri, müdavimler yedi gibi düşerlerdi, beşten yediye kadar içtiklerim için para vermezdim, ertesi sabah iki sularında barı ben kapardım, uykuya fazla zaman ayıramıyordum anlayacağınız, yemeğe de. bar öylesine eski, öylesine döküntü ve sidik kokan bir yerdi ki işe çıkmış bir fahişeyi ağırlamaktan şeref duyardık, kiramı nasıl ödüyordum, ne düşünüyordum, şimdi bilmiyorum, o sıralar Henry Miller, Lorca, Sartre ve başkaları ile birlikte bir öyküm PORTFOLIO III dergisinde yayımlanmıştı. Portfolio birinci sınıf renkli kağıda basılmış, her sayfası farklı yazı karakterinde kocaman bir dergiydi, on dolara satılıyordu, derginin kadın editörü Caresse Crosby bana şöyle yazmıştı: "çok farklı, harikulade bir öykü. KİMSİN sen?" cevabım: "sevgili Bayan Crosby: kim olduğumu bilmi-yorum, içtenlikle. Charles Bukowski." bu küçük nottan sonra on yıl tek sözcük yazmadım, ama önce Portfolio ile ilgili olarak yağmurlu bir geceden söz etmeliyim, müthiş bir rüzgâr, derginin sayfalan sokakta uçuşuyor ve birileri sayfaların peşinden koşuyor ve ben sarhoşluğumla onları seyrediyorum, kahvaltıda on yumurta yemek gibi bir alışkanlığı olan dev bir cam silicisi koca ayağını sayfalardan birinin üstüne basıyor, "birini yakaladım," diyor, "boş ver," diyorum, "bırak uçsunlar." sonra içeri giriyoruz, bir şeyi kanıtlamıştım, bu benim için yeterliydi.
her sabah on bir sularında Jim yeterince içtiğimi, yürüyüşe çıkmamı söylerdi, yürüyemeyecek halde olduğum için barın arka sokağında bir kenara büzülüp yatardım, bunun benim için özel bir anlamı vardı, sokaktan geçen kamyonlar her an işimi bitirebilirlerdi, ama bir kez olsun şansım yaver gitmedi, zenci veletler ellerindeki sopalarla dürtüklerlerlerdi beni. sonra da annelerinin sesi gelirdi, "rahat bırakın o adamı! sataşmayın!" bir süre sonra bara girip içmeye devam ederdim, sokakta üstüme bulaşan pislik başıma iş açıyordu, birileri mutlaka olayı büyütüp üstümü süpürmeye kalkardı.
bir gün barda otururken yanımdakine, "neden kimse köşedeki bara gitmiyor?" diye sordum, "orası mafya barı, oraya gidersen sağ çıkamazsın," dedi. içkimi dipleyip doğru o bara gittim.
çok daha temizdi bir kere. iri yarı ve suskun gençler vardı içerde, ben içeri girince iyice sessizlik çöktü, "barmen, bir sulu viski," dedim.
duymazdan geldi.
sesimi yükselttim: "barmen, sulu bir viski dedim!"
uzun uzun baktı bana, sonra şişeyi aldı, viskimi hazırlayıp önüme koydu, bir dikişte içtim.
"barmen, bir tane daha."
tek başına oturan genç bir kadın dikkatimi çekti, güzeldi, güzel ve yalnız, yanımda biraz para vardı nasılsa, nerden bulmuştum bilmiyorum, içkimi alıp kadının yanına oturdum.
"müzik dolabından dinlemek istediğin bir şey var mı?
"fark etmez, ne istersen çal.."
bozuk paraları alete attım, kim olduğumu bilmiyordum ama müzik dolabına para atmakta üstüme yoktu, kadın güzeldi, neden kimse ona asılmamıştı? barmene seslendim.
"hey, barmen! iki viski! biri bana, diğeri bayana."
havada nihayet ölüm kokusu vardı ve ben o kokuyu sevip sevmediğimden o kadar da emin değildim.
"ne içersin, hayatım?"
yarım saat kadar içmiştik ki barda oturan iki genç yarmadan biri ağır adımlarla bana doğru gelip arkamda durdu, kulağıma eğildi, kadın helaya gitmişti.
"sana bir şey söylemek istiyorum."
"tabii, memnun olurum."
"bu kız patronun sevgilisi, aklını başına toplamazsan sonun olur."
aynen öyle demişti, "sonun olur." filmlerdeki gibi. sonra gidip yerine oturmuştu, kız heladan dönüp yanıma oturdu.
"barmen!" diye bağırdım, "iki viski daha."
durmaksızın konuşuyor, arada müzik dolabına gidip para atıyordum, sonra benim de çişim geldi. BAY yazısına doğru yürüdüm, hela bodrumdaydı, merdivenden iniliyordu, birkaç basamak inmiştim ki barın sonunda oturan iki yarmanın taburelerinden kalkıp peşimden geldiklerini fark ettim, durumun tuhaflığı korkumu bastırmıştı, inmeye devam etmekten başka çarem yoktu, pisuara gidip işemeye başladım, sarhoştum, gözümün ucundan başıma inmek üzere olan copu gördüm, başımı biraz yana çektim, kulağıma ineceğine tam tepeme indi. ışıklar yandı söndü, sonra daire çizmeye başladılar, o kadar da fena sayılmazdı ama. işemeyi bitirip fermuarımı çektim, arkama döndüm, öylece durmuş yere yığılmamı bekliyorlardı, "müsadenizle," dedim, yanlarından geçip yukarı çıktım ve kadının yanına oturdum, ellerimi yıkamayı ihmal etmiştim.
"barmen!" diye bağırdım, "iki viski!"
kan enseme iniyordu, mendilimi çıkartıp başıma bastırdım, yarmalar yukarı çıkıp yerlerine oturmuşlardı.
"barmen! beylere de içki ver, benden."müzik kutusuna para atmayı ve kadınla muhabbeti sürdürdüm, kadın benden uzaklaşmaya çalışmamıştı, söylediklerini pek takip edemiyordum, sonra yine çişim geldi, kalkıp BAY yazısına doğru gittim, yanlarından geçerken başımı yaran yarmalardan birinin diğerine, "bu orospu çocuğunu öldürmek imkansız, kaçığın teki," dediğini duydum.
peşimden gelmediler, ama yukarı çıktığımda kadının yanına oturmadım bu kez. yapmak istediğimi yapmıştım, gerisi önemsizdi, içmeye devam ettik, bar kapandığında hep birlikte dışarı çıktık, bağırdık, çağırdık, şarkılar söyledik, son birkaç saati esmer bir oğlanla içerek geçirdim, yanıma gelip, "bizimle çalış, senin gibi birine her zaman ihtiyaç duyarız, cesursun." dedi.
"sağol dostum," dedim, "müteşekkirim ama yapamam, yine de sağol."
sonra yürüyüp uzaklaştım, o aşina dram duygusu ile.
birkaç blok ötede bir ekip otosunu durdurup iki gencin beni yaralayıp soyduğunu söyledim, acil servise götürdüler, bir doktor ile bir hemşire parlak bir ışığın altına oturttu beni. "bak, bu canını yakacak," dedi doktor, iğne ile başımı dikmeye başladı, hiçbir şey hissetmedim, her şeyi kontrol edebilirmişim gibi bir duyguya kapıldım, elimi uzatıp hemşirenin bacağını okşadığımda başımı bandaj-lıyorlardı. dizini okşadım hemşirenin, iyi gelmişti.
"hey! kendine gel!"
"yok bir şey. şaka yaptım," dedim doktora.
"içeri atalım mı?" diye sordu polislerden biri.
"hayır, evine götürün, zor bir gece geçirmiş zaten."
polisler beni evime bıraktılar, mükemmel servis. Los Ange-les'da olsaydım kesin kodese tıkmışlardı beni. odama girince bir şişe şarap içtim, sonra da yattım.
ertesi sabah beş buçukta barda olamadım, arada sırada açılışı kaçırdığım olurdu, bazen bütün gün yataktan çıkmazdım, saat iki sularında dışarda, pencerenin altında iki yaşlı kadının konuştuklarını duydum, "bu yeni kiracıyı anlamıyorum, bazı günler yataktan hiç çıkmıyor, bütün gün yatakta radyo dinliyor."
"biliyorum, birkaç kere gördüm onu. her seferinde sarhoştu, korkunç bir adam."
"taşınmasını söyleyeceğim."
bok ye, diye geçirdim içimden, bok ye, bok ye, bok ye...
Stravinski'yi kapatıp giyindim ve bara gittim, içeri girer girmez bağırıp çağırmaya başladılar.
"hey! bakın kim gelmiş!"
"öldün sandık!"
"mafya barına gittin mi?"
"evet."
"neler oldu? anlatsana, ne dikilip duruyorsun?"
"ağzım kuru. içkiye ihtiyacım var."
"hemen, içkiler bizden."
sulu viski geldi, barın sonuna oturdum, kirli bir gün ışığı sızıyordu içeri, günüm başlamıştı.
"o barın son derece tehlikeli bir yer olduğuna dair rivayet kesinlikle doğru..." sonra size anlattıklarımı anlattım onlara.
hikayenin gerisi: iki ay kadar saçımı tarayamadım, mafyanın barına bir-iki kez daha gittim, beni mükemmel ağırladılar, sonra belamı ya da aradığım her neyse onu başka yerde bulmayı ümit ederek Philadelphia'dan ayrıldım, belayı buldum ama diğer aradıklarımı henüz bulamadım, ölünce buluruz belki, belki de bulmayız, felsefe kitaplarınız var, bilim adamlarınız var, öğretmenleriniz var, rahipleriniz var. bana sormayın, bir de erkekler tuvaleti bodrumda olan barlardan uzak durun.