.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

15 Eyl 2014

Gözlerim denizde

     
  Gördüm, yalnızlığımı gördüm
Çok derinde bana bakıyor..

      

Ne var bu kadının sesinde ? Kızılok ta olmayan ne var?

7 Eyl 2014

İnsan hayvanların en gaddarıdır.

 

 

"İnsan hayvanların en gaddarıdır.
Yeryüzünde en hüzün verici oyunlardan, boğa güreşleri
ve çarmıha germelerden
hazzetmiştir bugüne değin;
ve insan cehennemi keşfettiğinde, bakın ki,
bu onun yeryüzündeki cenneti oldu.

Büyük insan bağırırsa eğer-:
Alelacele koşar küçük insan imdada
ve keyfinden dili ağzından sarkar:
O ise bunu, "merhametim" diye tanımlar.

Küçük adam, hele şair- ne mahirane şikayet eder hayatı sözlerle!
Kulak verin ona, lakin her şikayette gizli olan hazzı da duymazlıktan gelmeyin!
Hayattan şikayet eden böyleleri:
Bir bakışıyla haklarından gelir hayat bunların.
"Beni seviyorsun, öyle mi?" der küstah,
"Azıcık bekle, sana ayıracak vaktim yok henüz."

İnsan, kendine karşı en zalim olan hayvandır;
ve "günahkar" ve "çarmıh taşıyan" ve "tövbekar" diye tanımlananların
yakınma ve şikayetlerindeki hazzı duymazlıktan gelmeyin!

...

"Ebediyen tekrar gelir, kendisinden usandığın o küçük insan!" - böyle derdi kederim esneyerek
ve sürürdü ayağını ve dalamazdı uykuya.
Mağaraya dönüştü gözümde, insanoğlunun dünyası, göğsü içine çöküktü;
her canlı şey, bana bir insan çürümesi ve kemik
ve yıkkın bir mazi gibi göründü.

İnsan mezarlarının tamamında oturuyordu iç çekişim
ve takati yoktu ayağa kalkmaya;
iç çekişlerim ve soru soruşlarım,
gece gündüz felaketleri vukuundan erken haber veriyor
ve gırtlağımdan yakalayıp boğmaya çalışıyor
ve içimi kemiriyor ve yakınıyordu:

- "Ah, insan ebediyen tekrar gelir!
Küçük insan ebediyen tekrar gelir!"

Vaktiyle çırılçıplak görmüştüm ikisini de
en büyük insanla en küçük insanı:
Pek benziyorlardı birbirlerine
- pek insaniydi, en büyüğü dahi!

Pek küçük, en büyüğü dahi insanın!
- Buydu benim insanda usandığım!
Ve en küçüğünde dahi ebediyen tekrar gelmesi!
- Buydu benim usandığım tüm varoluşta.

Ah, tiksinti! Tiksinti! Tiksinti!" - - 

Büyle buyurdu Zerdüşt ve içini çekti ve ürperdi; hastalığını hatırlamıştı zira.

-Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nekahetteki

3 Eyl 2014

Nerden başlamalı!








Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm. Butimar, deniz kıyısına çöker, kanatlarını açar, oturur tek başına.

Ama ben hiç de böyle yapamam şimdi, çünkü olmaması gerekli şey oldu. Bir saate varmaz, ya da hemen şimdi bir güruh sarhoş polis gelir, yakalar beni. Paçayı kurtarmaya hiç niyetim yok, inkar zaten imkansız, kan izlerini yok etsem de imkansız. Fakat ellerine geçmeden bir kadeh şarap içeceğim, babamdan kalma ve duvardaki rafa koyduğum o şişeden bir kadeh şarap içeceğim.

Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi. Ama önce beni bu oda köşesinde tümörler gibi, kanserler gibi azar azar yemiş bitirmiş dertlerimi kağıda geçirmek istiyorum, çünkü düşüncelerimi daha bir düzene koyarım böylece. Yoksa maksadım bir vasiyetname yazmak mı? Hayır! Çünkü ne malım var kadıya yedirecek, ne dinim var şeytana verecek. Hem sonra daha nesine takılıp kalacağım bu dünyanın? Hayat denen şeyden el çektim, bıraktım, pekala, gitsin elimden! Ben gidince de, adam sen de, kim isterse okusun benim bu kağıt parçalarını.

Ne gelecek umurumda, ne onlar. Yazıyorsam, yazmak ihtiyacı beni zorluyor da ondan. Mecburum, düşüncelerimi hayali bir varlığa, gölgeme bildirmek baskısını çok, pek çok hissediyorum. O uğursuz gölge lamba ışığında duvardan eğiliyor, yazdıklarımı dikkatle okuyor, oburca yutuyor sanki. Bu gölge, besbelli, benden daha iyi anlıyor onları! Fakat ben yalnız gölgerole konuşabilirim. Beni konuşmaya o zorladı, yalnız o anlar, kavrar şüphesiz .... Bu usareyi, hayır, varlığıının buruk şarabını
damla damla onun boğazına sıkıp akıtarak, diyeceğim ki ona:

"İşte benim hayatım!"

Beni dün gören, cılız sağlıksız bir genç adam görmüştü, ama bugün gören saçları ağarmış, gözleri kızarmış, yarık dudaklı, kambur bir ihtiyar görür. Pencereden dışarı bakmaya korkuyorum, kendimi aynada görmekten korkuyorum. Nereye baksam çoğalmış gölgelerimi görüyorum. Fakat iki büklüm
gölgeme hayatımdan bahsedeceksem, bir hikaye aniatmarn gerekir. Ah, ne çok çocukluk, aşk, çiftleşme, evlilik ve ölüm hikayeleri var, hiçbiri de gerçek değil! Kıssalar, parlak sözler yordu beni.

Kendimi bu üzüm salkımını sıkmaya zorlayacağım, ama onda en küçük bir gerçek payı var mıdır, bilmiyorum. Nerdeyim, bilmiyorum. Başımın üstündeki bu gök, üzerinde oturduğum şu bir karış toprak Nişabur' a mı, Belh' e mi, Benares' e mi ait, bilmiyorum. Dayandığım, güvendiğim hiçbir şey yok.

Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı.

Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam: sabit misin,
muhkem misin? - Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım!

Başkalarından ayrılmış, bağımsız bir varlık mıyım? Bilmiyorum.

Fakat şimdi aynaya baktım, tanıdım kendimi: Hayır o eski "ben" ölmüştür, çürümüş dağılmıştır, ama işte aramızda hiçbir set, hiçbir engel yok. Hikayemi anlatmalıyım, ama nerden başlasam? Hayat baştan başa kıssadır, hikayedir. Üzüm salkımını sıkmalı, ve şırasını kaşık kaşık, bu ihtiyar gölgenin
kurumuş boğazına akıtmalıyım.

Nerden başlamalı!