.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

24 Ara 2016

Oğlum Hidayet



Biz burada iyiyiz, oğlum Hidayet. Hüsamettin Bey, Hikmet kulunuz, Nurhayat anneniz, iki adet çocuk, Naciye Teyzenin ve Asuman'm evinden gelerek en büyük halıda ziı izler bıraKan sümüklüböcekler Inasıl oluyor albayım?), berber taklidi çantasıyla baba taklidi yapan Hamit Beyin hayali, gıcırtılı merdivenlerimiz, biraz kuruyunca kamyon lastikleri tarafından tırtıklı süslerle donatılan derin çamurumuz ve bugün elimizde olmayan nedenlerle son tarafını tayinden aciz olduğumuz hayatımız yani bindokuz-yüzbilmemkaç yılından beri gerçek başlangıcını çeşitli bahanelerle gecekondusal yaşantımıza kadar ertelediğimiz, müddei ömrümüz, hep birlikte bu mektubun satırları arasından sana sıkıntılı selamlar ve durgun saygılar sunarız.

«Bir sıkıntısı, bir istediği varmıymış, bana yazıversin.»

Oğlum Hidayet. Biz burada gerçek, hayal ve anılarla birlikte gayet sıkışık bir vaziyetlerde bulunuyoruz. Üst. katta Hüsamettin Bey albayım, alt katta bildiğin gibi Nurhayat valideniz... bu satırların naçiz muharriri bendeniz de her zamanki gibi gene ortada kalmaktayım. Dul anneninizin kaderi, her zaman onun en aşağılarda olmasını gerektirdiği için, kendi konumlarını bu nedenle önemsemeyerek sizin sıkıntılarınızla meşgul oluyorlar. Yoksa aslında hepimiz başkalarına daha iyi yerler açabilmek için katlanmış bir konumda bulunuyoruz. Hâlihazırda, şahsen durumumu arzedebileceğim bir makamın tedarikinin imkânsız olmasına binaen, bir taşla iki kuş vurmamıza, bir mektupta iki kalbi birden çarptırmamıza müsaadelerinizi rica. ederiz. Saygılarımızla. Bu arada annenizin bir arzulan var: Bir ihtiyacınız olup olmadığını soruyorlar. Kendileri karşımda. Bana yazdırıyorlar. Birlikte oynuyoruz. Bu arada, anılarımla da oynamama izin verir misiniz albayım? Oyunlar yazmayacak mıydık albayım? Aklıma takılan anılardan kurtulmama yardım etmeyecek miydiniz? İşte Nurhayat Hanımla başbaşa bulunuyoruz. Hiç unutmam albayım, bir gün, ihtiyar mütercim Rüstem Beyi de, size daha önce sözünü etmiş olduğum kahvede, kâtibesi ve belki de sevgilisi hanımefendiyle karşılıklı otururken görmüştüm. Onlar (birlikte kahvelerini içerler. Bir gün önce kaldıklaler. Kadının elindeki kalem, gözlerinin önünden kayıp giden satırları tek çizgili deftere yavaşça işler.)

RÜSTEM BEY:... Atölyenin duvarları, en nadide tablolarla, Floransa'nm ölümsüz ustalarının fırçalarından çıkmış şaheserlerle lebalep doluydu. (Başını kaldırır.) Yazıyor musun?
KÂTİBE: Evet hayatım. RÜSTEM BEY: Ne diyorduk?
KÂTİBE: (İçinden): Beni denemeden edemez. Kimseye güveni yoktur. (Yüksek sesle)
Duvarlar Floransa fırça, diyorduk.
RÜSTEM BEY: Atölye, müstakil biçimde, ortası renkli yeşil camlardan yapılmış bir fıskiye ile... KÂTİBE: Ah ne güzel!
RÜSTEM BEY:... aydınlanmış; kenarlarına paletler, boya tüpleri gelişigüzel serpiştirilmişti.
Pintorello de la Luna bugün...
KÂTİBE: Kızı bekliyordu, değil mi? RÜSTEM BEY: (Biraz sabırsız): Evet evet. De de la Luna heyecanlıydı. İpek kadifeden mor kıravatmı ki Gian-maria'nm hediye etmiş olduğu incili iğne bunun üzerinde parlıyordu, bir türlü bağlayamıyordu. Salonun kuzeye bakan sol alt köşesinde, Pintorello'nun sevgili kedisi ki uzun ve yumuşak tüylerle örtülü başının ortasından ona muhabbet ve endişeyle bakan gözleri ki bunlardan, yani gözlerden biri yeşil, diğeri...
KÂTİBE: Ah: Van kedisi, ne güzel!
RÜSTEM BEY (Biraz kızarak): Evet! ...diğeri kırmızıydı, mırnav dedi. (Durur.) Yoksa miyav mı deseydik Hayır. Ancak sokak kedileri miyav der. Pintorello da la la Luna tuvalinin biraz ötesine, mahun ağacından imal edilmiş aslan kuyruğu şeklindeki kabartmalarla yan tarafları süslenmiş masanın... (Düşünür.) masa demek istemiyor tabii. Nasıl desek? Bizde karşılığı yok. Küçük masa gibi bir şey demek istiyor, ama bir kelimeyle anlatılmıyor ki bizim lisanda.
Ne yazık!
RÜSTEM BEY (Sinirlenerek): Olmaz, anlamazlar. (Kitaba eğilir.) Üstünde kristal içki şişeleri ki içlerinde kırmızı, mavi ve erguvan renkte muhtelif içkiler vardı, bulunuyordu.
KÂTİBE: Anlamadım canım; hem vardı hem de bulunuyordu mu dedin?
RÜSTEM BEY (Yüzünü buruşturarak): Canım efendim, 'vardı' içkiler için; 'bulunuyordu' da şişeler için. Devam edelim. Kesme camın üstünde, atölyenin doğusundaki büyük pencereden girerek salonun ortasından akseden ışık huzmelerinin...
KÂTİBE: Ah! fıskiyeden, değil mi?
RÜSTEM BEY (Başını kaldırmadan): Evet!... oynaştığı müşahede ediliyordu. Gianmaria da nerede kalmıştı? Pintorello de de de, la Lupa...
KÂTİBE: 'Luna' olacak, hayatım.
RÜSTEM BEY (Bozulur): 'Luna' demedim mi?
KÂTİBE (Kesinlikle): Hayır, 'Lupa' dedin.
RÜSTEM BEY (Gözlüklerinin üstünden bakarak): Yaa... sabırsızlanıyor, sinirli parmaklarıyla mor kıra vatının kıvrımlarını çekiştiriyordu. Ah!
KÂTİBE (Telaşla): Ne oldu?
RÜSTEM BEY (Heyecanla): İğne eline battı.
KÂTİBE: Ne yazık! Heyecandan, değil mi?
RÜSTEM BEY ( İlgisiz): Evet, heyecandan. (İçinden) Domuz kadın! 'Lupa'yı duymasaydm olmaz mıydı? (Kadına dönerek.) Yazalım: Mor fonun üstünde kırmızı bir damla belirdi.
KÂTİBE (Coşarak): Parmağından!

«Sobayı kurduk, merak etmesin,» sözlerini duyabildi nedense. Son anda yetişirim; dinlemediğimi anlamazlar. Tamam, Nurhayat Hanım; hemen yazıyoruz: Sobayı da kurduk, Gianmaria'yı da çağırdık, adamın eli kanıyor, aşk zehirlenmesiymiş, parmağını emiyor. Ah bu kadınlar! Dul kadınlar! Sevgi kadınları. Bana da işkence ediyorlardı Rüsler. Dayanamadım. Alçak kadın! Sözüm ona, Rüstem Beyi seviyordun; nasıl da duydun«Lupa»yı. Ha - ha.

RÜSTEM BEY: Van kedisi, pençelerini Türk halısına geçirdi.
Beni de karım bırakıp gitti Rüstem Bey. Manevi bakımdan, demek istiyorum albayım. Bütün kadınlar dul kaldı oğlum Hidayet: Naciye Teyze, Asuman (evlenmediği halde), Sevgi...
Merak etme oğlum Hidayet: Soba gürül gürül yanıyor. Sobanın yan açık duran kapağından görünen alevler ve,
RÜSTEM BEY: Fıskiyeden akseden ışık oyunları Pin-torello'nun yanaklarını kızıla
boyuyordu. Pintorello, diz kapağından bir karış yukarıda kalan uzun kollu... (Düşünür.) Nasıl desek? bir...
KÂTİBE: «Ropdöşambr» diyemezsin hayatım.
Benim de sözlerimi ağzıma tıkardı karım, Rüstem Bey-ciğim.
RÜSTEM BEY: Ressamımız, hazırlıklarını son bir defa gözden geçirdi.

«Bir resmini yollasın,» dedi dul kadın. «Zayıflamamış-tır inşallah.» Şişman resmini göndersin. Çavuş, teğmen... hep bir arada. Oyundan önce çektirmişler. Çavuş, general rolünde; Hidayet, asker rolünde. Muazzam mutlu rollerde. Rüstem Bey, mütercim rollerde; karşısındaki kadın, hayran rollerde (yalan.)

Tehlikelı Oyunlar / Oğuz Atay