Biz burada iyiyiz, oğlum Hidayet. Hüsamettin Bey, Hikmet
kulunuz, Nurhayat anneniz, iki adet çocuk, Naciye Teyzenin ve Asuman'm evinden gelerek en
büyük halıda ziı izler bıraKan sümüklüböcekler Inasıl oluyor albayım?),
berber taklidi çantasıyla baba taklidi yapan Hamit Beyin hayali, gıcırtılı merdivenlerimiz,
biraz kuruyunca kamyon lastikleri tarafından tırtıklı süslerle donatılan derin
çamurumuz ve bugün elimizde olmayan nedenlerle son tarafını tayinden aciz olduğumuz hayatımız
yani bindokuz-yüzbilmemkaç yılından beri gerçek başlangıcını çeşitli bahanelerle
gecekondusal yaşantımıza kadar ertelediğimiz, müddei ömrümüz, hep birlikte bu mektubun
satırları arasından sana sıkıntılı selamlar ve durgun saygılar sunarız.
«Bir sıkıntısı, bir istediği varmıymış, bana yazıversin.»
Oğlum Hidayet. Biz burada gerçek, hayal ve anılarla birlikte
gayet sıkışık bir vaziyetlerde bulunuyoruz. Üst. katta Hüsamettin Bey albayım, alt katta
bildiğin gibi Nurhayat valideniz... bu satırların naçiz muharriri bendeniz de her
zamanki gibi gene ortada kalmaktayım. Dul anneninizin kaderi, her zaman onun en
aşağılarda olmasını gerektirdiği için, kendi konumlarını bu nedenle önemsemeyerek sizin
sıkıntılarınızla meşgul oluyorlar. Yoksa aslında hepimiz başkalarına daha iyi yerler açabilmek
için katlanmış bir konumda bulunuyoruz. Hâlihazırda, şahsen durumumu arzedebileceğim
bir makamın tedarikinin imkânsız olmasına binaen, bir taşla iki kuş vurmamıza, bir
mektupta iki kalbi birden çarptırmamıza müsaadelerinizi rica. ederiz. Saygılarımızla.
Bu arada annenizin bir arzulan var: Bir ihtiyacınız olup olmadığını soruyorlar. Kendileri
karşımda. Bana yazdırıyorlar. Birlikte oynuyoruz. Bu arada, anılarımla da oynamama izin
verir misiniz albayım? Oyunlar yazmayacak mıydık albayım? Aklıma takılan anılardan
kurtulmama yardım etmeyecek miydiniz? İşte Nurhayat Hanımla başbaşa bulunuyoruz. Hiç
unutmam albayım, bir gün, ihtiyar mütercim Rüstem Beyi de, size daha önce sözünü etmiş
olduğum kahvede, kâtibesi ve belki de sevgilisi hanımefendiyle karşılıklı otururken
görmüştüm. Onlar (birlikte kahvelerini içerler. Bir gün önce kaldıklaler. Kadının elindeki kalem, gözlerinin önünden kayıp giden
satırları tek çizgili deftere yavaşça işler.)
RÜSTEM BEY:... Atölyenin duvarları, en nadide tablolarla,
Floransa'nm ölümsüz ustalarının fırçalarından çıkmış şaheserlerle lebalep doluydu. (Başını
kaldırır.) Yazıyor musun?
KÂTİBE: Evet hayatım. RÜSTEM BEY: Ne diyorduk?
KÂTİBE: (İçinden): Beni denemeden edemez. Kimseye güveni
yoktur. (Yüksek sesle)
Duvarlar Floransa fırça, diyorduk.
RÜSTEM BEY: Atölye, müstakil biçimde, ortası renkli yeşil
camlardan yapılmış bir fıskiye ile... KÂTİBE: Ah ne güzel!
RÜSTEM BEY:... aydınlanmış; kenarlarına paletler, boya tüpleri
gelişigüzel serpiştirilmişti.
Pintorello de la Luna bugün...
KÂTİBE: Kızı bekliyordu, değil mi? RÜSTEM BEY: (Biraz
sabırsız): Evet evet. De de la Luna heyecanlıydı. İpek kadifeden mor kıravatmı ki
Gian-maria'nm hediye etmiş olduğu incili iğne bunun üzerinde parlıyordu, bir türlü
bağlayamıyordu. Salonun kuzeye bakan sol alt köşesinde, Pintorello'nun sevgili kedisi ki uzun ve
yumuşak tüylerle örtülü başının ortasından ona muhabbet ve endişeyle bakan gözleri ki
bunlardan, yani gözlerden biri yeşil, diğeri...
KÂTİBE: Ah: Van kedisi, ne güzel!
RÜSTEM BEY (Biraz kızarak): Evet! ...diğeri kırmızıydı,
mırnav dedi. (Durur.) Yoksa miyav mı deseydik Hayır. Ancak sokak kedileri miyav der.
Pintorello da la la Luna tuvalinin biraz ötesine, mahun ağacından imal edilmiş aslan kuyruğu
şeklindeki kabartmalarla yan tarafları süslenmiş masanın... (Düşünür.) masa demek istemiyor tabii.
Nasıl desek? Bizde karşılığı yok. Küçük masa gibi bir şey demek istiyor, ama bir
kelimeyle anlatılmıyor ki bizim lisanda.
Ne yazık!
RÜSTEM BEY (Sinirlenerek): Olmaz, anlamazlar. (Kitaba
eğilir.) Üstünde kristal içki şişeleri ki içlerinde kırmızı, mavi ve erguvan renkte
muhtelif içkiler vardı, bulunuyordu.
KÂTİBE: Anlamadım canım; hem vardı hem de bulunuyordu mu
dedin?
RÜSTEM BEY (Yüzünü buruşturarak): Canım efendim, 'vardı'
içkiler için; 'bulunuyordu' da şişeler için. Devam edelim. Kesme camın üstünde, atölyenin
doğusundaki büyük pencereden girerek salonun ortasından akseden ışık huzmelerinin...
KÂTİBE: Ah! fıskiyeden, değil mi?
RÜSTEM BEY (Başını kaldırmadan): Evet!... oynaştığı müşahede
ediliyordu. Gianmaria da nerede kalmıştı? Pintorello de de de, la Lupa...
KÂTİBE: 'Luna' olacak, hayatım.
RÜSTEM BEY (Bozulur): 'Luna' demedim mi?
KÂTİBE (Kesinlikle): Hayır, 'Lupa' dedin.
RÜSTEM BEY (Gözlüklerinin üstünden bakarak): Yaa...
sabırsızlanıyor, sinirli parmaklarıyla mor kıra vatının kıvrımlarını çekiştiriyordu. Ah!
KÂTİBE (Telaşla): Ne oldu?
RÜSTEM BEY (Heyecanla): İğne eline battı.
KÂTİBE: Ne yazık! Heyecandan, değil mi?
RÜSTEM BEY ( İlgisiz): Evet, heyecandan. (İçinden) Domuz
kadın! 'Lupa'yı duymasaydm olmaz mıydı? (Kadına dönerek.) Yazalım: Mor fonun üstünde
kırmızı bir damla belirdi.
KÂTİBE (Coşarak): Parmağından!
«Sobayı kurduk, merak etmesin,» sözlerini duyabildi nedense.
Son anda yetişirim; dinlemediğimi anlamazlar. Tamam, Nurhayat Hanım; hemen
yazıyoruz: Sobayı da kurduk, Gianmaria'yı da çağırdık, adamın eli kanıyor, aşk
zehirlenmesiymiş, parmağını emiyor. Ah bu kadınlar! Dul kadınlar! Sevgi kadınları. Bana da işkence ediyorlardı
Rüsler. Dayanamadım. Alçak kadın! Sözüm ona, Rüstem Beyi
seviyordun; nasıl da duydun«Lupa»yı. Ha - ha.
RÜSTEM BEY: Van kedisi, pençelerini Türk halısına geçirdi.
Beni de karım bırakıp gitti Rüstem Bey. Manevi bakımdan,
demek istiyorum albayım. Bütün kadınlar dul kaldı oğlum Hidayet: Naciye Teyze, Asuman
(evlenmediği halde), Sevgi...
Merak etme oğlum Hidayet: Soba gürül gürül yanıyor. Sobanın
yan açık duran kapağından görünen alevler ve,
RÜSTEM BEY: Fıskiyeden akseden ışık oyunları Pin-torello'nun
yanaklarını kızıla
boyuyordu. Pintorello, diz kapağından bir karış yukarıda
kalan uzun kollu... (Düşünür.) Nasıl desek? bir...
KÂTİBE: «Ropdöşambr» diyemezsin hayatım.
Benim de sözlerimi ağzıma tıkardı karım, Rüstem Bey-ciğim.
RÜSTEM BEY: Ressamımız, hazırlıklarını son bir defa gözden
geçirdi.
«Bir resmini yollasın,» dedi dul kadın. «Zayıflamamış-tır
inşallah.» Şişman resmini göndersin. Çavuş, teğmen... hep bir arada. Oyundan önce
çektirmişler. Çavuş, general rolünde; Hidayet, asker rolünde. Muazzam mutlu rollerde.
Rüstem Bey, mütercim rollerde; karşısındaki kadın, hayran rollerde (yalan.)
Tehlikelı Oyunlar / Oğuz Atay