Ukap adında bir yahudi bilgin vardı Beyrut elinde.Bilgindi ama,bilge değildi bu Ukap.Mühr-ü Süleyman düşüne kapılmıştı bir kez.Eski ahitleri,kara kitapları,cümle yazılı belgeleriitaş baskısı yazıtları okumuş ve kimi giz dolu bilgiler edinmişti.
Onlardan öğrenmişti ki,Süleyman yalvacın sol elinde taşıdığı bir mühür vardı.Süleyman yalvaç,bu mührü sayesinde cümle hayvanlar,cinler,periler,insanlar üzerinde büyük kudret sağlamıştı.Bu mühürle hepsine söz geçirebiliyor,hepsini buyruğu altına alabiliyordu.Bu mühre sahip olan,tıpkı Süleyman yalvaç gibi dünya ya hükmederdi.Ukap'ın bütün düşleri bu mührün çevresinde dönüyordu artık.Bu mührü ele geçirmek ,bütün dünyaya hükmetmek,düşlerinin tümünü gerçekleştirmek istiyordu.Eski kitaplardan edindiği bütün bilgileri bir araya getiriyor,o mühre varmanın yollarını arıyordu.
Mühür,bir yüzük halinde Süleyman yalvaç'ın sol elinin orta parmağında duruyordu.
Süleyman yalvaç!ın bozulmamış ölüsü bunca yıldır büyük bir tahtın üzerinde korunmuştu.
Bu taht bir büyük mağaradaydı.
İçi saray döşeli bu mağara,denizler ötesinde çok uzak bir adadaydı.O adaya gitmek içinse yedi deryalar geçmek gerekiyordu.Yedi deryalar geçmek içinse, bir ot gerekti.Şu bildiğimiz,gördüğümüz,ama gizini bilmediğimiz,tözünün değerini veremediğimiz otlardan biri.O ot ki,suyunu kaynatıp tabanlara sürüldüğünde toprak üzerinde yürür gibi deniz üzerinde yürüten bir ot.
O otu bulmak içinse Şahmeran'ı bulmak gerekti.
Şahmeran ki, onun gezinip dolandığı yerde cümle otlar dile gelip,gizlerini ele verir,ne işe yaradıklarını söylerler..
Demek ki,Mühr-ü Süleyman'a giden yol,Şahmeran'ın gezip dolandığı yerden geçecekti.
Dolayısıyla Ukap'ın peşine düştüğü, izini sürdüğü şey,yani düşünün ilk durağı,Şahmeran'ın saklandığı yerdi.
Benim saklandığım yerdi.
Belkıya'nın ünü Kudüs'te yayılmıştı.Onun çok gezmiş,çok görmüş biri olduğu,hele o çağlarda,yaşadığı yerden baaşka hiçbir yer görmemiş kişiler için,doğdukları yerde ölener için- kim bilir ne kadar ilginçti.Çevresini birçok meraklı almıştı.Herkes,onun hikayelerini dinblemek istiyordu.Uzaklık,insanoğlu için tansıklı bir şeydir.Uzak yerler,uzak ülkereler öteden beri insanoğlunun büyülü rüyasıdır.İnsanoğlu uzaklıkta ölümün ve zamanın imgelerini bulur.
Ukap'ta,Belkiya'nın çevresini saran insanlar arasındaydı.Onun anlattıklarını büyük bir dikkatle dinliyor,hikayelerinin boşluklarını yakalamaya çalışıyordu.Ukap,Belkiya'nın Şahmeran'ı görmüş olabileceğini,yerini bilebileceğini tahmin ediyordu.Düşüncelerini usul usul ,sezdirmeden açtı Belkiya'ya;koşulları eşit görünüyordu: Biri Mühr-ü Süleyman'ın yerini biliyordu,öteki Şahmeran'ın.Bu iki bilgiyi birleştirdiklerinde,bütün dünya ellerinin altında demekti.
Ukap'ın doymak bilmeyen bir hırsı vardı.Yüreği büyüdükçe bir horduma benziyordu;bütün dünyayı yutmak istiyordu.Güce susamış biriydi Ukap.Bütün gece susamışlar gibi umarsız ve zavallıydı,ezik bir yaşam sürmüş,insanlar tarafından sevilmemişti.Sürekli hakkının yenildiğini,yeteneklerinin ve değerinin bilinmediğini düşünüyordu.Bütün insanların ve insanlığın ona ödemek zorunda oldukları büyük bir borcu varmış gibi davranıyordu.Hayata karşı sınırsız bir öfke ve nefret duyuyordu.Çok şey biliyordu,çok şey okumuştu,ama tüm bunlerı kendi için,kendi hırsı için edinmişti.Bilmek,onun için para biriktirmek gibi bir şeydi.Bildiklerinde sevgi eksikti,erdem eksikti,bildiklerini kendi için biliyordu yalnızca;bu yüzden de hiç bir yere akmayan,ulaşmayan,hiçbir şey dönüşmeyen bir şeydi bildikleri,kendinde birikiyor ve kehdini boğuyordu.
Bütün dünyası kendinden ve hortumundan ibaretti.
Oysa Belkıya,Ukap'ın gerçek yüzünü göremedi;''Aşk gözlerini kör etmişti onun,beni bile kullanabilirdi bu uğurda.Yoksa aşkın doğruluğu nerede kalır?''Ukap'ın düşüncesinin çarpıcılığına kapıldı,bu düşüncenin her şeyi çabuklaştırıcı,erkenleştirici gücü,Belkiya'yı ivecenliğe uygun düşünüyordu.''Belkiya kandı;aramanın bulmakla bir olduğunu sandı''
Beni ele verdi.
Verdiği dözü unuttuğundan mı?Değil.
Amacına ulaşmak için her yol mübahtır sandı.Ulaşmak için her yolu mübah kılan bir amaç,zaten kullanabilirdi.Ama geriye ne kalırdı?Bunu düşünemedi.
Gizlice adaya gelip gizlenmişler,kapağı açık bırakılmış bir demir sanık içine billur kaseye süt,bir billur kaseye şarap koyup,beklemeye başlamışlar.Şahmeran da olsa,yılan yılandır;süte,şaraba dayanamaz.Önce sütü,sonra şarabı içtim,sızıp kalmışım tabii.Ayıldığım da sandığın içinde ve denizin ortasınaydım.Anladım ki tuzağa düşmüş,tutsak edilmiştim.
Beni kaçıranları görmemişim daha
(ve uzun süre görmeyecektim)
Sandığın içinden seslendim;
''Ey beni tutsak edenler!Nedir amacınız?Beni ne diye kaçırıyorsunuz?Ne istersiniz benden?
Ukap yanıtladı benı:
(bundan sonra da hep o yanıtlayacaktı)
''Ey Şahmeran!'dedi.'' Sakın korkmayasın!Ne sana , ne tebaana kötülük edecek dğiliz.Sen bizim amacımız değil aracımızsın.Bir şey arıyoruz biz.Bir ot.Onu bulmamıza yardım edeceksın yalnızca.Onu bulduktan sonra,senı aldığımız yere bırakacağız,kuşkun olmasın.Sen bizim tutsağımız değil konuğumuzsun''
''Ne otudur aradığınız?'' dedim.
''deniz üzerinde toprak üstünde gibi yürüten bir ot'' dedi Ukap
''ne yapacaksınız o otu?'' dedim.
''yedi deryalar geçeceğiz,Mühr-ü süleyman'a varacağız.Böyleliikle bütün dünya avucumuzda olacak.Dünyayı ele geçireceğiz,bütün dünyayı..'
Saha o zaman anladım ki,Ukap,tutkusunun kurbanı olacak.Bu tutku yakıp kavuracak onu.
Dünyayı ele geçirmek isteyen nice kişinin sonu kendi ateşiyle kavrulmak olmuştur.Bunlar pişmalıkların en kötüsüyle ölürler.Çok gördük bu örnekleri,göreceğiz de..Dünyyı ele geçirdiklerini sandıkları anda bileyanılgıların en büyüğünü yaşıyorlardır.Halkın coşkusuna,delice alkışlarına,kayıtsız şartsız boyun eğişine yenilmişlerdir.Buyurmanın gücü kısa süre de kör etmiştir onları;artık hiçbir şeyi görmez olurlar.Bu da sonları olur.Ukap'ı gözümün önüne getirmeye çalıştım;Sivri çenesinde,sivri sakal taşıyan,iri,patlak,korkak gözleriyle dünyaya hayret ve kuşkuyla bakan,yüzünde ki çizgilerin her biri doymak bilmeyen bir ihtirası ifade eden,,elleri titreyen,kendi titreyen;ne zekası,ne yeteneği,ne kişiliği tutkularına yetmeyen biri.Kendini ele geçirememiş böyle bir kişi dünyayı ele geçirse ne olur?Çok gördük bu örnekleri,göreceğiz de...Bu yüzden durmadım üzerinde.
''Tutsağımız değil,konuğumuzsun..''demişti.
Bu zorunlu konukluk tam kırk gün sürdü.Dağ,taş,bağ,bahçe,çayır,çimen dolaştık durduk.
Sonunda bulduk o otu.
Hemen kaynatıp ayaklarına sürdüler.Yürüye yürüye adama kadar geldik.
Beni ilk kez o zaman çıkardılar sandıktan.Belkiya'yı ilk kez o zaman gördüm.Her şeyi anlamıştım.
Göz göze geldiğimizde başını öne eğdi.
İçimi yokladım;İçimde hasrete benzeyenbir şey yoktu.
Bu ,benim sevdiğim Belkiya değildi.
''Ben sana söylemiştim ya Belkiya'' dedım.''İnsanoğlu ihanet eder''.
Hiç ses çıkarmadı.
Pişman değildi belli,ama acı çekiyordu.