İnternetin kapılarını milletçe omuzlayıp, merakla kafamızı içeri uzattığımız günlerden beri bir sanal alemde yarı şaşkın, yarı bıkkın ama kesinlikle "gemilerimizi yakmış" bir halde dolanıp duruyoruz. Aynı anda hem burada, hem orada; hem her yerde, hem hiçbir yerde olabilmenin kafa bulandırıcı özgürlüğüyle bu devasa kainatı keşfederken, bir yandan da ne kadar görürsek görelim ve ne görürsek görelim, gördüklerimizden şüphe etmemiz gerektiğini hatırdan tutmaya çalışıyoruz. Edindiğimiz her yeni bilgi, daha bilmediğimiz ne çok şey olduğunu bir kez daha yüzümüze vuruyor. Öğrendikçe eksiliyor gibiyiz. Bilmediklerimiz bir yana, bildiklerimizden bile kuşku duymaya başlayabiliriz her an. Ne de olsa bir Matrix kuşağıyız. Ve bu kuşağın ateşli öncülerini, Aydınlanma nın ve Bilimsel Devrimin öncülerinden ayıran çok önemli bir nokta var. Matrix kuşağı, ecdadının aksine, bilginin ve bilgi aracılığıyla elde edilen gerçekçiliğin salt bir masumiyet ve doğruluk içermediğini "biliyor" ya da sezinliyor. Ama buna rağmen, belki de tam da bu yüzden, bu sularda yüzmeye devam etmek istiyoruz. Mesele sadece bilgi edinmek değil; hatta "zamane ayak uydurmak" da değil; mesele aynı zamanda, çokların ve çokluğun cazibesi. Bilhassa gündelik yaşamın tekdüzeliğinden sıkılanlar için çokların ve çoğulluğun cazibesi son derece güçlü bir mıknatıs.
Elbette herkes aynı coşkuyla bu "altına hücum"a katılmış değil. İnternete fazlasıyla dahil olabilecek iken bunu yapmamakta ısrar eden epey genişçe bir kesim de var. Burada beni ilgilendiren bu kesimden yükselen bazı eleştirilerin, edebiyat ile, bilhassa edebiyatın benim yakından ilgilendiğim dallarıyla kesiştiği yerler. Zira, ilk telaffuzda kulağa tuhaf gelse de, internete yöneltilen suçlamalar ile en geniş anlamda edebiyat ama bilhassa tarihsel ve bilimkurgu alanlarındaki edebi ürünlere yöneltilen eleştiriler arasında müthiş benzerlikler var. Bu benzerlik, keramet ve kudret sahibi bir kavramın etrafında örülüyor: gerçeklik! Daha açık olmak gerekirse, her iki durumda da hedef tahtaları "gerçeklikten kaçmak" ile itham ediliyor. Hem tarihsel romanlar/ bilimkurgular, hem de sanal alem, insanları günümüz gerçekliklerinden uzaklaştıran yapay yollar olarak görülüyor.
Ve nedendir bilinmez, "gerçek" denilenin, tek ve biricik, yekpare ve esas olduğu varsayılıyor.
Tarihsel romanlar, tıpkı bilimkurgular gibi, yüzlerini şimdiki zamanın dışındaki bir zamana çeviriyorlar. Her iki türün ürünlerinin de baktıkları ve gösterdikleri zaman, şu an yaşanan zaman değil. Hal böyle olunca da, bu türlere yöneltilen "gerçeklikten kaçma" suçlamalarının ana ekseni "zaman" oluyor. Bu türler, zamanı çoğaltıp, zamanını çağırmakla gerçeklikten de sapmış oluyorlar. Anlatılan hikâye ne olursa olsun, bu türlere karşı önyargısı olanlar için sonuç değişmiyor. Zamanını çağırmak gerçekleri çağırmak ile özdeş olduğu için gerek tarihsel, gerekse bilimselkurgu diye nitelenen alanlarda verilen tüm ürünler baştan damgalanıp reddediliyor.
Gelelim internete. Sanal alemin sunduğu tehlike, temelde "mekân" ile ilgili bir tehlike. Zira sanal alem, her şeyden önce mekânın çoğaltılıp saptırılması demek. Tarihsel bir roman ya da bilimkurgu kişiyi nasıl alıp da bir başka zamana taşıyorsa, internet de kişiyi alıp bir başka mekâna taşıyor. Sonuçta, bu mekânsal kayma, eleştirmenlerinin gözünde, gerçekliğin saptırılmasına çanak tutmuş oluyor. Buradan hareketle ortaya yapay bir dünya çıktığı sonucuna varılıyor.
Sanal, tahayyül edilen demek. Tıpkı edebiyat gibi sanal alemin değirmenleri de hayalgücünden esen rüzgârlarla dönüyor. Önümüzde hem mekânın hem de zamanın parçalandığı dünyalar var. Sığınaklarımızda kalıp biricik gerçeğimizin bize sunduğu hakimiyete ve güvene sıkı sıkı sarılmak da bir tercih tabii ki. Ama aslında dikkatlice düşününce bu memleketin insanlarının o sığınaklarından çıktıkları takdirde gerek edebi, gerekse sanal alemde söyleyecek çok sözleri olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Neden mi?
Geçmişinden bu denli kopuk, geleceğinden böylesine endişeli, dolayısıyla zamanla zaten sorunu olan insanlarız. Yıllar var ki ne Batı da, ne Doğu da oluşumuz itibarıyla oldum olası mekânla sorunu olan insanlarız. Zamanın ve mekânın dikenli çoğulluğunu bizden iyi kim anlayabilir? Velhasıl, sözkonusu olan ister tarihsel roman ister bilimkurgu, isterse internet kaşifliği olsun, görünen o ki, bu memleketin havasından suyundan çok iyi sanal edebiyatçılar çıkar.
E Dergisi, Sayı 18, Eylül 2000