.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

31 May 2011

sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim?




Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum... Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok... Yine de çıkamıyoruz filmin içinden! Ve film kötü.
 Charles Bukowski

Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. Ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi...benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir.
Albert Einstein


En derin yaralarla başlar en derin gülücükler.En yüksek uçurumlardan düşerken öğrenirsin uçmayı. En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir nefesle yaşamayı.
Friedrich Nietzsche

Önceleri sorularıma neden cevap alamadığımı anlayamıyordum,şimdiyse soru sorabileceğime nasıl inanabildiğimi anlayamıyorum.Ama gerçekte inanmıyordum ki, soruyorum sadece. 
franz kafka 

Kişilikli olmak, kimse görmediği zaman da doğru olanı yapmaktır.  
 J.C. Watts

Düşmanlarınızı kötülemeyin, onlar sizin eserinizdir.
William Hazlitt

İlham diye bir kavramın varlığı kesin; önemli olan insanı çalışırken yakalaması.  
Pablo Picasso

Dürüstlük en iyi siyasettir.  
Japon atasözü

Birşeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendisinden başlamalıdır.
Socrates

Yiğitlik intikam almak değil , tahammül etmektir.  
Shakespeare

Hiçkimse görmek istemeyen kadar kör değildir.  
İbni Sina

Sis, yelpaze ile dağıtılmaz.
Japon atasözü

Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.  
Thomas Alva Edison

Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim. 
Socrates

Biz hiçbir şeyin milyonda birini bile bilmiyoruz.  
Thomas Alva Edison

İsterseniz yanlış düşünün. Ama ne olur kendiniz düşünün.  
Gotthold Lessing

Hayatın en büyük trajedisi çok çabuk yaşlanmamız, ama çok geç akıllanmamızdır.  
Benjamin Franklin


Herkesin üç kişiliği vardır; Ortaya çıkardığı sahip olduğu sahip olduğunu sandığı. 
Alphonse Karr 


Cehaletle deha arasındaki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var cehaletinse hiçbir sınırı yoktur.  
Whoopi Goldberg

Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.
S. M. Power

Aşk bir kadının yaşamının tüm öyküsü erkeğin ise yalnızca bir serüvenidir.... 
Madama de Stael 

"Hayatın hikayesi göz açıp kapamadan sona erer, aşkın hikayesi merhaba ve elvedadır, tekrar buluşuncaya dek.." 
Jimi Hendrix

Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.
Bernard SHAW

İnsan kendini hiçbir yerde, karıncalar gibi kaynaşan kalabalığı yarıp geçtiği zamanki kadar yalnız hissedemez.
 Johann Wolfgang Von GOETHE 

İnsanlar seni, istedikleri kadar bilsinler, ama kendi kendini aldatabilir misin?
Leo Nikolaevich TOLSTOY

 Bir sırrı gerçekten saklamak istiyorsanız hiçbir yardıma ihtiyacınız yoktur
Kapping

Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz.
Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.
Immanuel Kant

Önümden gitme
Seni takip edemeyebilirim
Arkamdan gelme
Sana yol gösteremeyebilirim
Yanımda yürü
Ve yalnızca
dostum kal…
Albert Camus

Asla herşeyi bildiğini sanma. Gerçekten çok bilgili olsan da "ben cahilim" diyebilecek cesaretin daima olsun.
Ivan Pavlov

Baskalarını sık sık affedin, ama kendinizi asla..
Publilius Syrus

İnsanlar herkes tarafından , özellikle de kendileri tarafından kandırılmak için Dünya’ya gelmişlerdir. 
Vauvenarques

Az şeye ihtiyaç duyan, bir çok şeyden feragat etmek zorunda kalmaz
Plutarch

Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir Dünya’da kendin olarak kalabilmek, Dünya’nın en zor savaşını vermek demektir.
E. E. Cummings

İnsan, insan gibi, insan olarak hür olmasını bilmezse, hür olamazsa, o zaman kurtlar, kuşlar gibi hür sanır kendini.
Aziz Nesin

alışılagelmiş hüzünlere olmadık bir mahiyet vermek, küçük mutsuzlukları cicileştirmek, boşluğu allayıp pullamak, kelime aracılığıyla iç çekiş ve kinayenin parlak ama boş sözleriyle varolmak!
Cioran
karda güneş gibi yakarmış. her şeyi duyuyoruz, hiçbir şeyi bilemiyoruz olric. bu duvarlar arasında kapandık kaldık. savaş diyorlar, ölüler diyorlar, halkı diyorlar. ne biçim şeyler bunlar?
Oğuz Atay / Tutunamayanlar 
Bir şeyden deliler gibi nefret edebilmen için bir yanının onu sevmesi de gerekir.
Paul Auster

Acaba kafamı bir çalı süpürgesiyle temizlemek mümkün müdür?

Sabahattin Ali/
Her uykusuzun kendine ait teorilerle dolu bir evreni vardır.İçinde hiçbir misafir bulundurmayan bir evren!Yaşarken ölmeyi,ölerek yaşamayı yalnız uykusuzlar bilir.Gözlerinin altında biriken her küçük torba gördükleri hayaller ile doludur.

hakan günday
Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük.
Tezer Özlü 
yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında
Nilgün Marmara 
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum, okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavalla usul usul çalan..küçük hüzünlü bir peri geceleri bir öpücükle ölen ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan..

furuğ ferruhzad
Sizin mülkünüz vardır, bizim yoktur. Burada her şey güzel. Ama yüzler değil. Anarres’te her şey güzel değildir, ama yüzler güzeldir. Burada mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz, insan ruhunun ihtişamını. Erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürler. Ama siz mülk sah...ipleri, kendiniz de mülksünüz.”

Le Guin, Ursula
Aşağıya inişimin, batışımın saati; çünkü bir kez daha insanların arasına karışmak istiyorum... Bu arada zamanı olan birisi olarak konuşuyorum kendime. Hiç kimse yeni bir şey anlatmıyor bana; bu yüzden anlatıyorum kendi kendime.
F.Nietzsche
Atlayarak çiz dünyayı,
gerçekler söylenmeyen alanlarda kalsın,
yani gerçekleri söyle, sadece onları;
Bana sorarsan -ki sormasan da olur-,
yüreğindedir yaşamın bütün ipuçları.

Özdemir İnce
Çizeriz yeryüzünü kaygısız ayaklarla
Yüzümüzdür bir yağmur ağırlığınca düşer
Sonra pek anlamadan içkiler ne çabuk biter
Ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur
Adımızı sorarız birine, o bize adını söyler.

Edip Cansever
Mutluluk, evet..
Bugün yalnızca geri dönüp bakabileceğim birşey artık, geçmiş birşey. Nasıl o zamanlar sessizlikle kuşatılı bir dinginlik ve durgunluk olduysa, bugün de boşlukla çevrili bir olmuş-olma; artık-olmama; yalnızca anımsanan, birşey mutluluk.. yürüyerek içinden geçip çıkıp gittiğim, geçip gitmiş birşey..
Oruç Aruoba
asolan hayattır
bir akvaryumda yazmak,
akvaryumda yaşamaktan
kolaydır;bu yüzden
her dize biraz eksik
her şiir biraz yalandır..

Yılmaz Odabaşı
"seni sonsuz biçimde buldum o biçimi almıştın"

Turgut Uyar
Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim
Ama günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma,
Fakat ne tuhaf şey hayâlin onda daha çok kalacak
Benden uzun ömürlüdür muşamba...

Nazım Hikmet Ran
 

 
Alıntıların çoğu: facebook duvarımdan :)) 

30 May 2011

şeytan ve genc kadın




Bu tabloyu yapmayı düşündünde Leanordo da Vinci büyük bir güçlükle karşılaştı.İyi'yi İsa'nın bedeninde,Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nı bedeninde tasvir etmek zorundaydı.Tabloyu yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı.
Bir gün bir koronun vermiş olduğu konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvrine çok uygun düştüğünü fark etti.Onu poz vermesi için atölyesine davet etti,sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan üç yıl geçti.'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı,ancak Leanordo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.Leanardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali tabloyu bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.


Günlerce aradıktan sonra vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu,paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenerına yığılmıştı.Leanardo yardımcılarına adamı güçlüklede olsa,doğruca kiliseye taşımalarını söyledi,çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.

Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler.Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı; Leanardo bir yandan adamın yüzünde açıkça görünen inançsızlığı,günahı,bencilliği tabloya geçiriyordu.

Leanardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden sıyrılmış olan berduş gözlerini açtı ve duvardaki resmi gördü.Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:


Ben bu tabloyu daha önce gördüm!


Ne zaman? diye sordu Leanardo da Vinci, o da şaşırmıştı.


Üç yıl önce, elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti. 

Y-Faktörü

 
 
O bana suda birşey aramakta
Yardım etti. yaşamımdaki
Saklanmış şey bulundu.
Bir inci kolye dizdim
Kadın olmanın anlamını düşündüm.
Onun için elinde çam dalı
Tutan bir gelin olmak isterdim.
Yok aşk değil,uyuşmak,anlaşmak
Bütün o boktan şeyler değil.
Yok yok aşk değil, aşk hiç değil.


Onun bir sözcüğüyle yaşamımda
Yer alan herşeyi çöpe atmak isterdim.
Gelgelim aşk değil bu, aşk hiç değil.
Bir şey arayan bir kadının aradığı şeyle
Karşılaştığında kendine iskambillerden
Kurduğu bir hayatın yıkılması gibi
Bir şey bu. Doppler etkisi...
Ona yaklaşarak yok oldum.
Yaşamımdaki Y-faktörü yok oldu.
Yok aşk değil bu, aşk hiç değil

Beta ışınına dönüşmek belki
Ama aşk değil
Hep böyle kaybederek mi
Galip oluyor o?
Hep böyle umarsızca
Kendini silerek?
Hiçbir şey beklemediği için mi
Benden, ben herşeyimi vermek
İstiyorum ona?
Yoksa benden daha çok
Üzülmesi mi eski yaralarıma?
Ama kaldı mı böyle kişiler şimdi,
Ben mi yapıyorum kafamda yanılmasa?
Tende kalan bir parıltı belki
Aradığım şeyi bulduğumda
Karşıma çıkan eter
Hep o aradığım gizemli pürlük –
TADZİO –
Nasıl tanımam onu karşıma
Çıkarıldığında
Nasıl asetonlamam beynimi
Nasıl çam yeşili bir eter ve etera
Gözlerini hep ayak uçlarına
Dikip durduğunda

Belki Tadzio da değil o
Belki başka bir şey
Gizli tutulması gereken bir şey
Ama nasıl nasıl tanımam onu
Karşıma çıkarıldığında.

Enerjiye bağlanınca
Raslantılar derin bir anlam
Kazanıyor: esrarengiz peru
Yazmalarının 9 sezgisinden
İkincisi söylüyor bunu.
Gözlerimi kapadığımda
Nasıl bir sitar ve eter ve etera
Yok yok aşk değil bu, aşk hiç değil

Saf olana duyulan çılgın bir tutku bu
Kuğu sürülerine duyduğum özlem
Yüreğime eldiven gibi
Geçen birşey
Eskiden önemsediğim ne varsa
Şiirim, dostlarım hatta gururum
Hepsi iskambil kağıtları gibi
Yıkılıyor
Ve belki de ben ilk kez aşık oluyorum.

(Defter,33)"

Milena Kafka'nın Kadını

 
 
 
 
 
Hayat dolu, mücadeleci, fedakâr, narin, cesur, akıllı ve güçlü... Tanımlamaya çalışırken, bu kadar sıfatı bile sönük ve yetersiz bırakan bir kadın Milena Jesenska. Kafka'yla yaşadığı iki yıllık 'yasak' ilişki, onun hakkında söylenebilecek tek şey değil kuşkusuz. Çok daha fazlasının anlatılmasını hak ediyor Praglı Milena. Hitler korkusunun yaşandığı dönemde evini açtığı birçok kaçağın hayatını kurtarması, yazdığı makalelerde Hitler faşizmini cesurca eleştirmesi, hayatını kaybettiği toplama kampındayken yaptıkları bile onu önemsememiz için yeterli.

Kitapta Milena'nın toplama kampındaki hayatı, çocukluk anıları ve babasıyla olan sancılı ilişkisi, evlilikleri, Kafka'yla yaşadığı aşk, kızı, gazeteciliği, hastalığı, Komünist Parti'ye girişi ve sonrasında ayrılışı, bohem çevredeki yeri ve herkesin ona olan hayranlığıyla dolu satırlar, Milena'yı tanımamıza yardımcı olan ayrıntılar yer alıyor. 

Milena'yla 1940 yılında Ravensbrück kadınlar toplama kampında tanışıp arkadaş olan Neumann, yaşadıkları o korkunç günlere dayanma gücünü birbirlerinden aldıklarını anlatıyor kitabında. Hapishanenin soluklaştırdığı, acı çektiği belli o narin yüzün arkasındaki ışık, bakışlarındaki güç ve hareketlerindeki canlılık Margarete'yi ilk bakışta etkilemişti. Korkunç kurallar ve baskılarla kuşatıldıkları bu cenderede onuru kırılmamış, özgür bir insandı Milena. Gazeteci Milena, röportajcı kimliğine bürünerek Margarete'yi dinler, ama kendi ıstıraplarından zerre söz etmezdi. Maskelerden uzak olmak, konuştuğu kişiyle kendini tamamen özdeşleştirmek Milena'ya has bir özellikti çünkü. Karşısındakinin acısını derinden hisseden bu kadın, teselli etmek konusunda çok içtendi. 

Milena'yla Margarete'nin arkadaşlıkları SS subayları kadar, kamptaki komünist mahkûmlar tarafından da hoşnutsuzlukla izleniyordu. Bunun nedeni, ikisinin de eskiden inandıkları komünizmden, güvenlerinin sarsılması ve duygularının derinden yaralanması üzerine vazgeçmiş olmalarıydı. Varlıkları ve arkadaşlıkları, açık bir protestoya dönüşmüştü. Birçok tehlikeyi göze alarak yaptıkları kaçamak ve baş başa sohbetlerde, sakladığı kendini anlatmıştı Milena. 

Çocukluğunu, genç yaşta ölen annesini, ağır hastalığı sırasında annesine bakışını, babasının annesini nasıl kırdığını... Yağmurlu bir gecede saklandıkları nöbetçi odasında geçmişine dönmüştü. Ama geçmişi anlatırken yüreğini sıkıştıran en önemli ayrıntı, babasıydı. Milena'nın bütün bir ömrü boyunca babasına olan nefreti, sevgisi kadar derin oldu. Babası, yetenekli bir adamla inanılmaz bir egoistin karışımıydı. Buna rağmen Milena, toplama kampında aylık yüz elli kelimeyle sınırlı mektup hakkını babasından yana kullanarak her seferinde eski acılarıyla yeniden yüzleşiyordu. 

'Minerva' yılları

On üç yaşındayken annesinin ölümünden sonra Milena özgür kalmaya, babasına isyan edip onun aşırı baskısı karşısında sivriliklerini artırmaya başlamıştı. Babasıyla olan çatışmaları ve kendini ondan kurtarma çabaları, onu erken yaşta olgunlaştırdı. Her zaman çevresinde bir hayran kitlesi olan Milena, klasikhümanist kız lisesi Minerva'da okumuştu. Burada da taklit edilen, dikkat çeken bir kızdı. Çok yakın olduğu arkadaş grubuyla her türlü çılgınlığı yapar, ikazlar karşısında da kendilerini, her insanın kendi bedeniyle deneyler yapma hakkı olduğu savıyla savunurlardı. Lise hayatından sonra Milena, babasının isteğiyle başladığı tıp eğitimini birkaç sömestr sonra bıraktı. Müziği denese de, devamını getirmedi. Babasının parasını su gibi harcayan, ihtiyacı olduğunu düşündüğü kimseden parayla hediyeyi esirgemeyen bu cömert kadın, mülkiyetin kutsallığına bu şekilde karşı geliyordu. Parayı, para sahibi olmak için biriktiren insanları dikkate bile almazdı.

Margarete'nin sorularıyla biçimlenen bu bölümlerde Milena, kendini tarafsız ve eleştirel bir gözle anlatır. Başkalarının onu güzel bulmasına rağmen, kendisinden pek hoşlanmadığını ifade eder. Yürüyüşüyle el hareketlerindeki zarafet, dikkat çekicidir. Asla bayağılığa ya da işveye kaçmayan; sade, doğal ve hoş bir tarzı vardır Milena'nın. Güzelliği 'hayat dolu' olarak tanımlanır tanıyanlar tarafından. Çiçekleri ve güzel giyinmeyi seven, gösterişten uzak bir kadındır. Modaya bağımlı olmayan kadınsı tarzıyla, bedeninden çok ruhunu giydirdiği de söylenir. O zamanların taşrası olan Prag'ın entelektüel çevresinde, girdiği her ortamda dikkat çeken ve varlığından hayat fışkıran Milena'yla ilgili efsaneler dolaşır. Bir süre sonra Milena, Çek ve Alman edebiyat neslinin çekim merkezi hâline gelir. 

Milena'nın Kafka'yla tanışması

Bağımsız, sıcakkanlı, insanların gönlünde kolayca taht kuran Bohemyalı Milena bu satırlarla birlikte, okuyucunun gözünde büyülü bir özneye dönüşüyor. Gerçek sevgiyle dostluk için yaptıklarında toplumsal sınır tanımaması, hayatına kendini kaptıranlarda hayretle karışık bir hayranlık uyandırır her zaman. Praglı entelektüel grupların hiçbirine dahil olmadan, uçucu bir parfüm gibi her tür sanat ve edebiyat çevresine girip çıkar. Savaş öncesinde ve sonrasında, bulundukları karamsar ortamlarda pencereler açarak özgürlük rüzgârı estirmek isteyen kızlardan biridir Milena. Öncü, cüretkâr, anarşist, tutkulu... Canlılığı ve enerjisiyle ne olursa olsun, yeniden ayağa kalkmayı becerebilirdi. Burjuva ahlâk anlayışını yırtabilmiş, ama tüm gücü ve kalbiyle sevse de hep hüsrana uğramıştı. 

Adının anlamı olan seven/sevilen sözcükleri, Milena'nın kaderini çizdi her zaman. Sevgi ve arkadaşlıkla, dolu dolu yaşadığı hayatında özgür ruhuyla çağına damgasını vurdu. Geçmişiyle toplama kampı günleri arasında gidip gelen bu satırlarda sıra, Milena'nın sevgililerine geliyor. İlk olarak on altı yaşında bir şarkıcıya duyduğu karşılıksız aşktan sonra Ernst Polak'la tanışır. Kendine denk bir eştir Polak onun için. Zeki ve kendisinden on yaş büyük bu adamla yaşadığı aşkta, en büyük mutlulukla en derin acıları yaşar Milena. Babasının tüm itirazlarına rağmen Yahudi olan Polak'la ilişkisini sürdürür. Yazarların teşvikçisi ve rehberi olan Polak son derece eleştirel bir düşünce yapısına sahiptir ve Milena ondan çok şey öğrenir. Hepsinden önemlisi, Polak sayesinde tanıştığı birçok kişiden biri de Franz Kafka'dır. Ancak babası Milena'nın 'şu Alman Yahudisi' Polak'tan kurtulması için korkunç bir yönteme başvurarak kızını bir sinir kliniğine kapattırır. Yaklaşık bir yıl burada kalan Milena, çektiklerine rağmen hastaneden kaçıp Polak'la buluşmayı başarır. Taburcu olmasının ardından onunla evlenerek Viyana'ya gider ve babasıyla bütün ilişkisini keser. Ama onu aldatan Polak'la evliliği çatırdamaya, kavgaları artmaya başlar. Milena yavaş yavaş kendine olan güvenini yitirir. Geçirdiği ruhsal bunalımdan kurtulmak için uyuşturucu kullanmaya başlar. Kitabın yazarı Neumann, Milena'nın yaşadıklarını anlatırken Kafka'nın ona yazdığı mektuplardan alıntılar yapıyor. Böylece bu iki özel insanın dünyasına ve aralarındaki bağa dair ipuçları buluyor okur. 

Milena, hayatının bu zor döneminde bunalımdan kurtulmak için Çekçe çeviriler yapmaya, makaleler yazmaya başlar. Başta sadece para içindir bu çabası, ama sonra yaratıcılığını fark edip kendini işe verir. 1920'lerde keşfettiği Kafka'nın öykülerinden çok etkilenir ve hayran olduğu bu yazarı eserlerini Çekçe'ye çeviren ilk çevirmen olur. Çevirilerinden birini yayınevine yolladığı sırada Kafka'dan kişisel bir mektup alır ve bu, her şeyin başlangıcı olur. Sadeliğe Giden Yol kitabında Milena, tanıdığı en iyi ve nitelikli insan olan Kafka için şöyle yazar: "Hayatımda tanıdığım en garip insanın o olduğunu fark ettim ve hayatta hiçbir şey beni, onun kalbinin içini azıcık görebilmek kadar etkilemedi."

Bu ihtiraslı ilişki, Kafka tarafından trajik biçimde bastırıldı. Sevgilerine bedensel haz hiçbir zaman eklenemedi. İkisi birbirlerini herkesten çok anlıyordu ama Kafka'nın 'yaşamaktan korkar' oluşu, aralarındaki ilişkiyi zorlaştırıyordu. Mektuplar, telgraflar ve birlikte geçirilebilen sadece dört mutlu gün... Daha çok mektuplarda yaşanan bir aşktı yaşadıkları. Kafka Milena'yı 'koca denizin, dibindeki minik taşı sevdiği gibi' seviyordu ama, sevgiden korkuyordu. Dünyayı anlamakta zorluk çekiyordu, hayatın yabancısıydı. İki yıl boyunca süren aşkları, Kafka'nın isteğiyle sona erdi. Yaşam dolu, cesur Milena'nın 'sadeliğe giden yol'a döşediği taşların geri kalanı, heyecan dolu kitaptan okunmalı. Dolu dolu yaşamış, korkusuz bir ruhu biraz olsun tanımak ve ona hayran olmak için...

'Sadeliğe giden yol'da...

Hayat dolu, mücadeleci, fedakâr, narin, cesur, akıllı ve güçlü... Tanımlamaya çalışırken, bu kadar sıfatı bile sönük ve yetersiz bırakan bir kadın Milena Jesenska.

Neslihan Savaş 13/05/2005
Margarete Buber - Neumann
Everest Yayınları, 256 Sayfa

elif




"ben bir yabancı değilim,çünkü evime sağ salim dönmek için durmadan dua etmedim,evimi,masamı,yatağımı hayal ederek vaktimi israf etmedim.ben bir yabancı değilim,çünkü hepimiz aynı yolun yolcusuyuz,kafamızdaki sorular,yorgunluğumuz,korkularımız,bencilliğimiz,cömertliğimiz hep aynı.ben bir yabancı değilim çünkü ihtiyacım olduğunda verileni almasını bildim.çaldığım kapılar açıldı.aramasını bilince kafamdan geçeni buldum."

28 May 2011

Fena Halde Leman




"dinle böceğim, uzun bir seyahate çıkacağım, hareketimden evvel bazı şeyleri söylemek arzusundayım. yokluğum fazla uzayabilir, zaman zaman, dediklerimi dinleyerek saptarsın ki: hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz; aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sükut-u hayaller eksik olmaz! sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır: arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle sandığımız farklı! muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan manasını taşır: çift demek, yan yana iki yalnızlık demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor! onun için böyle bir hayatı, içine girip kurbanı olmadan yaşayacaksın, yani uzaktan. uzaktaki, soyut, hemen hemen yok bir şahsı sevmekten güzelini tasavvur edemiyorum. yakında olmayan sevgili tahayyülde yaşatılır, hayalde yaşatmak az evvel açıkladığım kaideye uygun olarak, onu kendine benzetmektir; yanında bulunmayacağından, o buna ne itiraz edebilir, ne müdahale: sevdiğini hayalinde değiştirdikce, kendine benzettikçe daha çok seversin, böylece denge korunmuş olur. sevmek! sevmek esasında alıp başını gitmektir, sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, sevdiğini gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..."

tutunamayanlar



"turgut, kızlardan birine yaklaştı. ne kızı? anasının kızı. bir sokak fotoğrafçısının çektiği resim gibi soluktu bu kız. balmumu kaplı bir ten, düz göğüsler. meslekte pek makbul sayılmamalı. ufak tefek bir şey. acaba selim, metin’i beklerken böyle birinin yanına mı oturdu? ürkütücü bir yanı yok. oturmuş olsaydı. çıplak ayaklarına plastik terlikler giymiş. deri olmaz tabii: her şey sahte olmalı. selim bir kitapta okumuştu sanıyorum: yazın güneşte yanamazlarmış: müşteriyle çıplak yatarlarken, memeleri ve karınları ayrı renk görünmesin diye. ne kadar tartışmıştık, meslek midir değil midir, diye. kızın kolunu tuttu. fare gözleriyle baktı kız: ürkek, hem de küstah. çekingen mi? hayır, cahil. insanlığa cahil. daha biçimsiz, daha uydurma kadınlarla düşüp kalkarlardı arkadaşları üniversitede. bir kadını elde etmenin gururundan olacak. biçimli, küçük bir burnu var. kaşlarını da almamış. gözlerden ve burundan anlayamazsın bunları zaten. ağız ele verir bunları, bir de eller. bütün çirkinlikler, bütün vahşet, insanı donduran bütün sahtelik ağzın kıvrımlarında barınır. peki, gözler ne ifade eder?erkeklerin beklediklerinin tersini... bir insan tarafları olmalı. küçük burjuva kadınlara özenirler muhakkak. onlar gibi, “hürmete şayan” olmak isterler. yoksa, sol ellerinin yüzük parmağına neden alyans taksınlar? fakat bazı erkekler, özellikle şoförler, hemen anlarlar kimliklerini bunların. onlar istedikleri kadar hanımefendi tavırlarıyla kırıtsınlar, arkalarından sıfatlarını yapıştırıverirler. amansız dünya. konuşmadıkları zaman da, selim gibi erkekler, onlar için birtakım hayaller kurabilirler. bu çelimsiz kızın elleri ne kadar büyük ve kaba. geldiği sınıfın işaretini taşıyor. neyse, yüzük takmamış. henüz, aşağılık duygusuna kapılmayacak kadar genç. milyonlarca erkek için ne büyük bir nimet. on binlercesi için de değil. kazanılması kolay bir zafer. kaç kere geldim böyle yerlere? bir iki kere. diz kapakları da zavallıdır. onu memnun etmek kolay olmadı. fakat erkekler de ne kadar kaba ve anlayışsızdır. kadınlar da öyledir. erkekler de öyledir. kadınlar da öyledir. sonu yok bu gidişin. kız, turgut’un yüzüne baktı, gülümsedi. onlardan farkımızı anlamazlar ki. onlar diye bir şeyi nereden bilsinler? hükümetçe bizim gibilere nişan verilmeli. bana verilmeli. metin’e verilmemeli. burhan’a verilmemeli. neden mi? bilmiyorum. bakışlarını beğenmedim. sınıfta, selim’le birlikte, en cana yakın öğrenci seçtiğimiz osman bile sonradan yapmadığını bırakmadı. pişman etti bizi. gerçi yaptıkları kadın konusuyla ilgili değildi. kadınlardan korkardı. kadınlar da taktığımız bu nişanlara göre davranmalı bizlere. “nereden bilsin senin sen olduğunu” özürü ortadan kalkmalı."

s. 280 - 282

gündökümü bir uyumsuzun notları 1



- sabah kalkamıyorsan yataktan, böylesi bir dünyaya gözlerini açmak istemiyorsan, ne yaparsın? devrime de çok var daha.
- en iyisi, iki musluk pompası aldırıp, birilerine kendinizi çektiriniz, çıkarttırınız yataktan. ayaklarınızın altını spatulayla hafifçe kazısınlar, sonra çarşafta kalan izinizi ince bir telle iyice ovunuz. çıkmışsınız demektir.
- "meyhaneye gömün beni gide gele yoruldum," diye bir şarkı var, biliyor musun?
- var mısın birlikte intihara? iki kişi daha kolay olur.
- varım ama nasıl?
- ben derim ki, denize girip yürüyelim bitene kadar.
- keskin toplumcularımız kızar. yüksek sesle gülene bile kızıyorlar. sonra intihar, zaten dünya görüşümüze uygun değil. üçüncüsü: ben üşüyünce çıkarım.
- istersen bu işi güze erteleyelim. başka katılanlar da olur belki. bahar geliyor şunun şurasında.
- bir de şu var tabii: burada oturup durmamacasına bu havada konuşursak, sonunda ölürüz zaten.
- sen mutlaka fitzgerald'ı seviyorsundur.

27 May 2011

Fal




Eşiğine dayanıp seyirdiğim
cansız doğa: Bir çingene geldi
gece, ellerimi açtı ve uzun,
dingin bir yağmur düştü yüzüne:
"Her şey geçer, sen geçmezsin."
Güldüm, katıldım: Bilmem mi
kuytudan beslenen yorgun tekliğimi:
Ben amansız çatlak, sudan ve çıradan
çıkma yangın lehçesi: Her şey geçer
ben kalırım.

Kanin rengi sari ya da yesil olsaydi, tutkunun rengi de kırmızı olmayacakti belki?..





"Kendi insa ettigimiz hapishanelerde yasiyoruz - adina ev, aile, akrabalar, töreler diyerek...
Sonra bu duvarlarin arasinda bogulup, cildiriyor, ama yikilmasin diye de ugruna hayatimizi siper ediyoruz."

"Hep güclü olmak zorunda kalmamiz ne yorucu..."

"Amerikalilar 'özgürlük para gibidir, harcamadan önce kazanmali' derler... Fakat bizim bu konuyla ilgimiz olmadigindan atasözü ve deyimler sözlüklerimizin Ö harfi özgürlük özürlüdür.
Özgürlük üzerine atasözü üretmenin lüks oldugu bir kültürümüz var."

"Yeryüzü kültürümüz genc ve güzel kadin ile genc ve güclü erkek üzerine kuruldugundan beri ne cok kurban veriyoruz..."

"Yasamini, yasadigimiz yer(ler)in ve yasadiklarimizin resmidir."

"Belki de insanoglu ve insankizinin kirmizi renge olan tutkusu, ölüme kafa tutusunun bir simgesi olarak ortaya cikmisti? Kanin rengi sari ya da yesil olsaydi, tutkunun rengi de krimizi olmayacakti belki?..."

" En acitici yara, asil yanilanin insanin kendisi oldugunu anlamasidir. Izi hic silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinc tarafindan karartilmistir!"

"Zorbalar, basa cikamadiklari, korktuklari bir seyi tarih boyunca daima yikmislardi. Zorbalar, insanlari, kitaplari ve binalari hep yaktilar..."

"Savasa giden askerin duyulari ve duygulari günlük yasamin icindeki askerden cok farklilasmistir artik. Bunun yalnizca ölüme gitmek psikolojisi oldugunu sanmak isi hafifletmekten baska bir sey degildir. Halbuki savas psikolojisi cok daha karmasiktir ve örnegi idama gitmek psikolojisine de hic benzemez"

" Insanin eli kitaba her dokunusta, kitaptaki sevgi ve derin özlem sözcükleri isiya dönüserek, tene fiziksel olarak deger, buram buram yayilir..."

"Unutmak yanlislari tekrarlatmasi bakimindan sakincalidir."

"Sanmak ile olmak arasindaki ucurumdan hep nefret ettim! Sanmak icinde umutlar, düsler ve heyecanlar vaat eden cok boyutlu bir kavramken, olmak gercegin sert, kalin, köseli ve kati üc boyutunu tasir yalnizca... Ne mutludur o, oluslarinin icine sanislarini da katmayi basaran insanlara..."

" Birisini sevmekle gelen o inanilmaz hosgörünün gücü azaldiginda, ayrintilar bile batar insana..."

"Basari, istediklerini gerceklestirme yolunda elde edildigi zaman önem kazanir."

" Ask azaplarin en essizi, sevinclerin en derinidir."

" Gökler benim kalacak... Anliyor musun? Gökler bütün insanlarin ülkesidir. Yildizlar... Onlar hepimizin umudu...Sakin onlari alma benden, sakin ha!"

"Isteksiz, hevessiz ve umutsuz olmak hali feci yorucudur."

" Düslerimde bile kendimim."


Kumral Ada Mavi Tuna

Yalnızca



Yalnızca bir kez olsaydı tam bir sessizlik.
Sussaydı tesadüfi olanla ortamala olan
Ve komşudan gelen gülüşmeler
Ve gürültüsü beynimdeki düşüncelerin
Beni açık ve uyanık olmaktan alıkoyan-

O zaman binlerce kez yoğunlaşan düşünceyle
Düşünürdüm seni ta kıyılarına varana dek
Ve sahip olabilirdim sana ( bir gülümseme süresince),
Tüm yaşamakta olana hediye etmek için seni,
Bir teşekkür olarak.

26 May 2011

Uyuyan Adam






"Keske insan türüne ait olmak, o dayanilmaz ve sagir edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keske hayvanlar aleminin cikip asilan o birkac gülünc adimin bedeli, sözcüklerin, büyük tasarilarin, büyük atilimlarin o dinmek bitmeyen hazimsizligi olmasaydi! Yasam denen bu kazan, bu firin, bu izgara, bu milyarca yillik kirksirtma, tembih, coskunluk, bu bitmek bilmeyen baski ortami, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri asma, durmadan ve yeniden baslatma makinesi, senin degersiz varolusunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bir yumusak dehset." (S.30-31)

"Roller hazir, etiketler de. Bebekligindeki oturaktan yasliligindaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmus siralarini bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmisler ki, en siddetli isyan bile kimsenin kilini kipirdatmayacaktir." (S.31)

"Odan dünyanin merkezi." (S.35)

"Düslerine karsi ne yapabilirsin ki?" (S.73)

"Yalnizligin büyülü cemberini kirmayacaksin. Ötekilerin birbirine yapistigini, birbirine sokuldugunu, birbirine sarildigini görüyorsun. Oysa ben, ölü bakisli, saydam bir hayaletten, külrengi bir cuzzamlidan, coktan toza dönüsmüs bir siluetten, kimsenin yaklasmadigi tutulmus bir yerden baska bir sey degilsin. Olasilik disi karsilasmalarin umuduyla kendini zorluyorsun. Ama deri, bakir, agaz senin icin isildamaya baslamiyorlar ki, isiklar yogunluklarini senin icin azaltmiyorlar ki, sesler senin icin duyulmaz hale gelmiyorlar ki." (S75)

"Mutsuzluk üzerine atilmadi, üstüne cullanmadi; yavasca sizdi, neredeyse tatlilikla sokuldu." (S.76)

"Üc kurusluk siginaklarindan baska, aptalca sabrindan baska, seni her seferinde cikis noktana geri döndüren bir dönemecten baska yardima cagiracagin bir sey yok." (S.77)

"Varolan tek sey yalnizlik, her seferinde er gec karsinda buldugun, dost ya da yikici yalnizlik; onun karsisinda her seferinde yalniz kaliyorsun." (S.78)

23 May 2011

su




Su
Ol
Da
Ak

Ki
Akla
Beni.

Eşgal üzerine bir şiir




Bir omuzuna attığı kolan
Bir omuzunda samanyolu
nehir yataklarında bir ayağı
ötesi görünmüyor kamçılı karanlıkta
suları sırtlayıp geçmişti buradan
Çolpan yıldızı hangi dağlara düştü?
Ergir mi demirdağ?
Bıçağın sayada hafifliği boşuna
Boydan boya göğsümü geçen yaralı hayvan
Adadım yüreğimi ardından giden aya

Dilsizim ve adsızım şimdi
Aşk diyorlar değil mi buna?

ay, saydam kuyu
yüzünün yüzüme ettiği zulüm
işte çuhaçiçeği, işte kayın ağacı
gecikmiş yağmurlardan su içmeye inen söğütler
tuzlaşıyor kemiklerim sönen suların üstünde
sabrın ilahisini bitirdim, dindi yollarım
Görünmez karanlıktan biçtiğim elmas kesim
döner dururum hala
Bilirsin tenhadır can
boynumda asılı ay, söyle kimse geçmedi değil mi buradan?

gitti... kanatları yüreğimdeydi kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi





''ışığın'' diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...


o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!

kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana!

/o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı
ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı.../



Yenik serçe'den



An ve Masal

 
Güneşin ve suyun tadıyla
Uçunca bulutların tarlasına
Orada gece yok
Gece olmuyor uzaklarda

Boynumda gümüş bir kafes
Sadakatsiz bir cariye gibi
Uzanıp kıvrıldım ayın ortasına
O bir dede
Ben bir tanrıça
Günlerce uçtuk alacakaranlıkta

Boynum ince
Kalbim boş
Sürdüm yüzümü ağaçlara
Rüzgara sürdüm gözlerimi acıyla
Geçtiğim yollar
Ve uçtuğum
O gecesiz gökyüzü
Bulutların tarlasında oturan
Tanrı kadar yorgun
Fısıldadılar."

22 May 2011

ütopyalar güzeldir




"anlaşılmadığını sanan bir budalaydı: tatlı bir budala.
bulanık hayaller peşinde koştu. bir yerde bırakmalıydı bunları.
bakışlarımla o kadar uyarmaya çalıştım onu...rüya gibiydim; bakmasını bilmedi."
tutunamayanlar

Pis Moruğun Notlarından



şimdi  otur stirkoff.
-sağolun, efendim.

-ayaklarını uzatabilirsin.

-çok lütufkarsınız, efendim.

-stirkoff, anladığım kadarı ile adalet ve eşitlik gibi konuları irdeleyen yazılar yazıyorsun; coşku ve -kurtuluş hakkı üzerine de. doğru mu bu, stirkoff?

-evet, efendim.

-dünyada geniş anlamda adalet sağlanabilir mi sence?

-hiç sanmam, efendim.

-öyleyse bu boktan yazıları neden yazıyorsun? kendini kötü mü hissediyorsun?

-son zamanlarda pek iyi değilim, efendim. delirdiğimi düşünüyorum.

-fazlaca mı içiyorsun, stirkoff?

-elbette, efendim.

-çükünle oynar mısın?

-sürekli, efendim.

-nasıl?

-anlayamadım, efendim?

-yani nasıl bir yöntem uygularsın?

-dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı dar ağızlı bir vazoya döküyorum. müzik olarak da vaughn williams ya da darius milhaud yeğlerim.

-cam mı?

-hayır am.

-yahu vazoyu soruyorum, cam mı?

-değil, efendim.

-hiç evlendin mi?

-birkaç kez.

-evliliklerinde ters giden neydi, stirkoff?

-her şey, efendim.

-hayatının en iyi sevişmesini anlat.

-dört-beş çiğ yumurta ile yarım kilo kıymayı…

-tamam, tamam!

-öyledir, efendim.

-daha iyi ve adil bir düzen özleminin aslında çürümeden ve başarısızlık duygusundan kaynaklandığının farkında mısın?

-evet, efendim.

-baban kötü bir insan mıydı?

-bilmiyorum, efendim.

-ne demek bilmiyorum?

-yani kıyaslamak güç, efendim. sadece bir babam oldu.

-benimle kafa mı buluyorsun, stirkoff.

-hayır, efendim: dediğiniz gibi, adalet yoktur.

-baban seni döver miydi?

-sıra ile döverlerdi, efendim.

-hani bir baban vardı?

-herkesin bir babası vardır, efendim. ben annemi kastetmiştim. o da kendi payına döverdi.

-seni sever miydi?

-kendinin bir uzantısı olarak, evet.

-sevgi başka nedir ki?

-iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez. kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir.

-tereyağlı kızarmış ekmeğe aşık olabileceğini mi söylüyorsun, stirkoff?

-her zaman değil, efendim. bazı sabahlarda, güneş ışınları belli bir açıdan gelirken belki. aşk habersiz gelir gider.

-bir insanı sevmek mümkün mü sence?

-iyi tanımadığınız biri ise belki. ben insanları pencereden seyretmeyi severim.

-sen bir korkaksın, stirkoff.

-kesinlikle, efendim.

-nedir senin korkak tanımın?

-bir aslanla silahsız dövüşmeden önce tereddüt eden kimse.

-peki cesur kime denir?

-aslanın ne olduğunu bilmeyene.

-herkes bilir aslanın ne olduğunu.

-herkes aslanın ne olduğunu bildiğini sanır, efendim.

-budala tanımın nedir?

-zaman ve kan ziyan edildiğinin farkında olmayan kimse.

-bilge diye kime denir o zaman?

-bilge insan yoktur, efendim.

-öyleyse budala da yoktur. gece olmazsa gündüz olmaz. siyah olmazsa beyaz olmaz.

-özür dilerim, efendim. ben her şeyin neyse o olduğu kanısındayım. başka şeylere bağımlı olmaksızın.

-o dar ağızlı vazolara fazla girip çıkmışsın sen, stirkoff. her şeyin zaten olması gerektiği gibi olduğunu anlamıyor musun? yanlış diye bir şey yoktur.

-anlıyorum, efendim. olan olmuştur.

-kelleni vurdursam ne dersin?

-bir şey diyemem, efendim.

-demek istediğim şu: kelleni vurdursam ben irade sense hiç olursun.

-başka bir şey olurdum, efendim.

-benim seçimim doğrultusunda.

-ikimizin de, efendim.

-rahat et! rahat et! uzat ayaklarını.

-çok lütufkarsınız, efendim.

-hayır, ikimiz de lütufkarız.

-elbette, efendim.

-demek delirdiğini hissediyorsun, stirkoff? peki delirdiğini hissettiğin zaman ne yaparsın?

-şiir yazarım.

-şiir delilik midir?

-şiir olmayan her şey deliliktir.

-yani.

-çirkinlik deliliktir.

-çirkin nedir?

-kişiye göre değişir.

-delilik gerekli midir?

-vardır.

-gerekli midir?

-bilmiyorum, efendim.

-çok şey biliyormuş havalarındasın, stirkoff. bilgi nedir?

-mümkün olduğunca az şey bilmektir

-ne demek o?

-bilmiyorum, efendim?

-bir köprü inşa edebilir misin?

-hayır.

-silah üretebilir misin?

-hayır.

-ikisi de bilgi ürünüdür.

-köprü köprüdür. silah da silah.

-kelleni vurduracağım, stirkoff.

-sağolun, efendim.

-niye?

-beni motive ettiğiniz için. motivasyon sıkıntısı çekiyorum, efendim.

-ben adalet'im.

-belki.

-ben üstün'üm. işkenceye yatıracağım seni. çığlıklar atacaksın. ölümünü dileneceksin.

-şüphesiz efendim.

-ben senin efendinim, anlamıyor musun?

-beni yönetebilirsiniz. ama yapacağınız şeyler yapılabilir şeyler olmaktan öteye gitmeyecektir.

-zekice konuşuyorsun ama işkence altında bu kadar zeki olamayacaksın.

-sanmıyorum, efendim.

-bana bak. darius milhaud, vaughn williams dinlemek de ne oluyor? beatles'ı duymadın mı?

-onları herkes bilir, efendim.

-onları sevmez misin?

-onlardan nefret etmem.

-nefret ettiğin bir şarkıcı var mı?

-şarkıcılardan nefret edilmez.

-şarkı söylemeye çalışan birinden?

-frank sinatra.

-neden?

-hasta bir toplumun hastalığının depreşmesine neden olduğu için.

-gazete okur musun?

-sadece bir gazete.

-hangisi?

-açık kent.

-gardiyan! bu adamı işkence odasına götürün. hemen işkenceye başlayın!

-efendim, son bir istekte bulunabilir miyim?

-evet.

-vazomu yanıma alabilir miyim?

-hayır, bana lazım.

-efendim?

-el koyuyorum. zapta geçsin. gardiyan bu sersemi derhal götür! ve bana biraz şey getir…

-ne, efendim?

-altı yumurta ile yarım kilo kıyma.


gardiyan mahkümu dışarı çıkarır. kral öne eğilip düğmeye basar. vaughn williams çalmaya başlar teypte. pireli bir köpek güneşin altında titreşen harikulade bir limon ağacına işerken dünya dönmeye devam eder.

21 May 2011

AZ





diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az... o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum... az... sen de fark ettin mi? az dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış binlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harf arasında. biri başlangıç, diğeri son. ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. senin ve benim gibi... bu yüzden, belki de az çoktan fazladır. belki de az, hayat ve ölüm kadardır! belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. belki de az, her şey demektir. ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...

Eskil bir aşk öyküsü


boynumda yağmurdan bir kolye...

ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde...

bir siyam kedisi ve ben... pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz...

eski rus bir sevgilim vardı...

başka birisini göze alamam bugünlerde...

öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu...

her şey önce çok güzel başlıyordu...

sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun...

ben seni portekizli bir korsan sanıyordum...

sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun...

yelkenbezi fularını çıkarıp... bir reverans yapıyordun...

odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu...

ikimiz bir de kediler kalıyordu... hava alamıyorduk...

kapıları mühürlüyorlardı... eskil bir aşk öyküsünün içinde

kalıyorduk... biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk...

bir siyam kedisi ve ben..."