Hayat dolu, mücadeleci, fedakâr, narin, cesur, akıllı ve güçlü... Tanımlamaya çalışırken, bu kadar sıfatı bile sönük ve yetersiz bırakan bir kadın Milena Jesenska. Kafka'yla yaşadığı iki yıllık 'yasak' ilişki, onun hakkında söylenebilecek tek şey değil kuşkusuz. Çok daha fazlasının anlatılmasını hak ediyor Praglı Milena. Hitler korkusunun yaşandığı dönemde evini açtığı birçok kaçağın hayatını kurtarması, yazdığı makalelerde Hitler faşizmini cesurca eleştirmesi, hayatını kaybettiği toplama kampındayken yaptıkları bile onu önemsememiz için yeterli.
Kitapta Milena'nın toplama kampındaki hayatı, çocukluk anıları ve babasıyla olan sancılı ilişkisi, evlilikleri, Kafka'yla yaşadığı aşk, kızı, gazeteciliği, hastalığı, Komünist Parti'ye girişi ve sonrasında ayrılışı, bohem çevredeki yeri ve herkesin ona olan hayranlığıyla dolu satırlar, Milena'yı tanımamıza yardımcı olan ayrıntılar yer alıyor.
Milena'yla 1940 yılında Ravensbrück kadınlar toplama kampında tanışıp arkadaş olan Neumann, yaşadıkları o korkunç günlere dayanma gücünü birbirlerinden aldıklarını anlatıyor kitabında. Hapishanenin soluklaştırdığı, acı çektiği belli o narin yüzün arkasındaki ışık, bakışlarındaki güç ve hareketlerindeki canlılık Margarete'yi ilk bakışta etkilemişti. Korkunç kurallar ve baskılarla kuşatıldıkları bu cenderede onuru kırılmamış, özgür bir insandı Milena. Gazeteci Milena, röportajcı kimliğine bürünerek Margarete'yi dinler, ama kendi ıstıraplarından zerre söz etmezdi. Maskelerden uzak olmak, konuştuğu kişiyle kendini tamamen özdeşleştirmek Milena'ya has bir özellikti çünkü. Karşısındakinin acısını derinden hisseden bu kadın, teselli etmek konusunda çok içtendi.
Milena'yla Margarete'nin arkadaşlıkları SS subayları kadar, kamptaki komünist mahkûmlar tarafından da hoşnutsuzlukla izleniyordu. Bunun nedeni, ikisinin de eskiden inandıkları komünizmden, güvenlerinin sarsılması ve duygularının derinden yaralanması üzerine vazgeçmiş olmalarıydı. Varlıkları ve arkadaşlıkları, açık bir protestoya dönüşmüştü. Birçok tehlikeyi göze alarak yaptıkları kaçamak ve baş başa sohbetlerde, sakladığı kendini anlatmıştı Milena.
Çocukluğunu, genç yaşta ölen annesini, ağır hastalığı sırasında annesine bakışını, babasının annesini nasıl kırdığını... Yağmurlu bir gecede saklandıkları nöbetçi odasında geçmişine dönmüştü. Ama geçmişi anlatırken yüreğini sıkıştıran en önemli ayrıntı, babasıydı. Milena'nın bütün bir ömrü boyunca babasına olan nefreti, sevgisi kadar derin oldu. Babası, yetenekli bir adamla inanılmaz bir egoistin karışımıydı. Buna rağmen Milena, toplama kampında aylık yüz elli kelimeyle sınırlı mektup hakkını babasından yana kullanarak her seferinde eski acılarıyla yeniden yüzleşiyordu.
'Minerva' yılları
On üç yaşındayken annesinin ölümünden sonra Milena özgür kalmaya, babasına isyan edip onun aşırı baskısı karşısında sivriliklerini artırmaya başlamıştı. Babasıyla olan çatışmaları ve kendini ondan kurtarma çabaları, onu erken yaşta olgunlaştırdı. Her zaman çevresinde bir hayran kitlesi olan Milena, klasikhümanist kız lisesi Minerva'da okumuştu. Burada da taklit edilen, dikkat çeken bir kızdı. Çok yakın olduğu arkadaş grubuyla her türlü çılgınlığı yapar, ikazlar karşısında da kendilerini, her insanın kendi bedeniyle deneyler yapma hakkı olduğu savıyla savunurlardı. Lise hayatından sonra Milena, babasının isteğiyle başladığı tıp eğitimini birkaç sömestr sonra bıraktı. Müziği denese de, devamını getirmedi. Babasının parasını su gibi harcayan, ihtiyacı olduğunu düşündüğü kimseden parayla hediyeyi esirgemeyen bu cömert kadın, mülkiyetin kutsallığına bu şekilde karşı geliyordu. Parayı, para sahibi olmak için biriktiren insanları dikkate bile almazdı.
Margarete'nin sorularıyla biçimlenen bu bölümlerde Milena, kendini tarafsız ve eleştirel bir gözle anlatır. Başkalarının onu güzel bulmasına rağmen, kendisinden pek hoşlanmadığını ifade eder. Yürüyüşüyle el hareketlerindeki zarafet, dikkat çekicidir. Asla bayağılığa ya da işveye kaçmayan; sade, doğal ve hoş bir tarzı vardır Milena'nın. Güzelliği 'hayat dolu' olarak tanımlanır tanıyanlar tarafından. Çiçekleri ve güzel giyinmeyi seven, gösterişten uzak bir kadındır. Modaya bağımlı olmayan kadınsı tarzıyla, bedeninden çok ruhunu giydirdiği de söylenir. O zamanların taşrası olan Prag'ın entelektüel çevresinde, girdiği her ortamda dikkat çeken ve varlığından hayat fışkıran Milena'yla ilgili efsaneler dolaşır. Bir süre sonra Milena, Çek ve Alman edebiyat neslinin çekim merkezi hâline gelir.
Milena'nın Kafka'yla tanışması
Bağımsız, sıcakkanlı, insanların gönlünde kolayca taht kuran Bohemyalı Milena bu satırlarla birlikte, okuyucunun gözünde büyülü bir özneye dönüşüyor. Gerçek sevgiyle dostluk için yaptıklarında toplumsal sınır tanımaması, hayatına kendini kaptıranlarda hayretle karışık bir hayranlık uyandırır her zaman. Praglı entelektüel grupların hiçbirine dahil olmadan, uçucu bir parfüm gibi her tür sanat ve edebiyat çevresine girip çıkar. Savaş öncesinde ve sonrasında, bulundukları karamsar ortamlarda pencereler açarak özgürlük rüzgârı estirmek isteyen kızlardan biridir Milena. Öncü, cüretkâr, anarşist, tutkulu... Canlılığı ve enerjisiyle ne olursa olsun, yeniden ayağa kalkmayı becerebilirdi. Burjuva ahlâk anlayışını yırtabilmiş, ama tüm gücü ve kalbiyle sevse de hep hüsrana uğramıştı.
Adının anlamı olan seven/sevilen sözcükleri, Milena'nın kaderini çizdi her zaman. Sevgi ve arkadaşlıkla, dolu dolu yaşadığı hayatında özgür ruhuyla çağına damgasını vurdu. Geçmişiyle toplama kampı günleri arasında gidip gelen bu satırlarda sıra, Milena'nın sevgililerine geliyor. İlk olarak on altı yaşında bir şarkıcıya duyduğu karşılıksız aşktan sonra Ernst Polak'la tanışır. Kendine denk bir eştir Polak onun için. Zeki ve kendisinden on yaş büyük bu adamla yaşadığı aşkta, en büyük mutlulukla en derin acıları yaşar Milena. Babasının tüm itirazlarına rağmen Yahudi olan Polak'la ilişkisini sürdürür. Yazarların teşvikçisi ve rehberi olan Polak son derece eleştirel bir düşünce yapısına sahiptir ve Milena ondan çok şey öğrenir. Hepsinden önemlisi, Polak sayesinde tanıştığı birçok kişiden biri de Franz Kafka'dır. Ancak babası Milena'nın 'şu Alman Yahudisi' Polak'tan kurtulması için korkunç bir yönteme başvurarak kızını bir sinir kliniğine kapattırır. Yaklaşık bir yıl burada kalan Milena, çektiklerine rağmen hastaneden kaçıp Polak'la buluşmayı başarır. Taburcu olmasının ardından onunla evlenerek Viyana'ya gider ve babasıyla bütün ilişkisini keser. Ama onu aldatan Polak'la evliliği çatırdamaya, kavgaları artmaya başlar. Milena yavaş yavaş kendine olan güvenini yitirir. Geçirdiği ruhsal bunalımdan kurtulmak için uyuşturucu kullanmaya başlar. Kitabın yazarı Neumann, Milena'nın yaşadıklarını anlatırken Kafka'nın ona yazdığı mektuplardan alıntılar yapıyor. Böylece bu iki özel insanın dünyasına ve aralarındaki bağa dair ipuçları buluyor okur.
Milena, hayatının bu zor döneminde bunalımdan kurtulmak için Çekçe çeviriler yapmaya, makaleler yazmaya başlar. Başta sadece para içindir bu çabası, ama sonra yaratıcılığını fark edip kendini işe verir. 1920'lerde keşfettiği Kafka'nın öykülerinden çok etkilenir ve hayran olduğu bu yazarı eserlerini Çekçe'ye çeviren ilk çevirmen olur. Çevirilerinden birini yayınevine yolladığı sırada Kafka'dan kişisel bir mektup alır ve bu, her şeyin başlangıcı olur. Sadeliğe Giden Yol kitabında Milena, tanıdığı en iyi ve nitelikli insan olan Kafka için şöyle yazar: "Hayatımda tanıdığım en garip insanın o olduğunu fark ettim ve hayatta hiçbir şey beni, onun kalbinin içini azıcık görebilmek kadar etkilemedi."
Bu ihtiraslı ilişki, Kafka tarafından trajik biçimde bastırıldı. Sevgilerine bedensel haz hiçbir zaman eklenemedi. İkisi birbirlerini herkesten çok anlıyordu ama Kafka'nın 'yaşamaktan korkar' oluşu, aralarındaki ilişkiyi zorlaştırıyordu. Mektuplar, telgraflar ve birlikte geçirilebilen sadece dört mutlu gün... Daha çok mektuplarda yaşanan bir aşktı yaşadıkları. Kafka Milena'yı 'koca denizin, dibindeki minik taşı sevdiği gibi' seviyordu ama, sevgiden korkuyordu. Dünyayı anlamakta zorluk çekiyordu, hayatın yabancısıydı. İki yıl boyunca süren aşkları, Kafka'nın isteğiyle sona erdi. Yaşam dolu, cesur Milena'nın 'sadeliğe giden yol'a döşediği taşların geri kalanı, heyecan dolu kitaptan okunmalı. Dolu dolu yaşamış, korkusuz bir ruhu biraz olsun tanımak ve ona hayran olmak için...
'Sadeliğe giden yol'da...
Hayat dolu, mücadeleci, fedakâr, narin, cesur, akıllı ve güçlü... Tanımlamaya çalışırken, bu kadar sıfatı bile sönük ve yetersiz bırakan bir kadın Milena Jesenska.
Neslihan Savaş 13/05/2005
Margarete Buber - Neumann
Everest Yayınları, 256 Sayfa