.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

20 Tem 2011

Yapıntı



1. Elime kalem veriyorlar. “Doğrudur, öyle oldu’’diyerek imzalamamı istiyorlar. Elimi çekinerek, ürkerek, çekiyorum. “yazmam yok benim.” diyorum. Gülüyorlar. Elimi eziyorlar.

2. Akbabalar konup kalkıyor sabah sisinin içinde. Tatlımsı, dayanılmaz bir koku içimde, dışımda. Parçalanmış gövdeler, yer yer hala taze gibi duran kanlar görüyorum çevremde. Sis kıpırdadıkça, uzakta bir karartı. Koruluk orada olsa gerek. Kalkmam, doğrubilmem, dizlerimin üzerinde durabilmem, satler sürüyor. Sağ yanımda bir yerler zonkluyor.

3. Koruluğun önündeyken bir şey çarpıp sarsıyor beni, düşüyorum. Başımda biri, ‘’bilemedim kardeşim,’’diyerek dövünüyor. ‘’Zaten ölmüş değil miydim?’’ demek istiyorum ama işitmiyor galiba. Üzerime kapanıyor.

4. Sisin içinden birtakım kitap resimleri, nakışları silik, renkleri soluk birtakım belirtiler çıkar gibi oluyor, bir an tanır gibiyim bu gördüklerimi, ama soluk almamla birlikte sis örtüyor her yeri yeniden. Birini tanımadığım halde hep bilir gibiyim; benim o adam. Ama ötekilerin yeri, kılığı, kılığının rengi değişip duruken, ben, o adam, sanki hep şimdiki halim. Yalnız üstüm başım yırtık, kirli, kanlı değil.

5. Bir amcam vardı, dostlarım, düşman olduklarım Bana düşman olduklarını söyledikleri, bana dostlarım olduklarını söyleyen.. Karım vardı, bir yerlerde.. Bir çocuk, bir oğul, bir oğlum da vardı galiba. Uzakta, belki pek yakında da.. Sevdiğim biri vardı.. Sanki.. Kimdi o? Nerede şimdi? Ben neredeyim? Bu yabancılar, dostlarım mıydı?

6. Güzel konuşurdu o adamlar. Hiçbirinin yanında kalamadım galiba. Yola düşerken umduğum, bir durak ötede bulacağımı sandığım, ne kadar daha güzeldi her şeyden!

7. Öldürülme’yi beklemek..

8. Odama, ilancıların şimdi çok kullandığı, istedğim zaman değiştirebileceğim, bir şehir fotoğrafları düzeneği kurdurdum. Çalışma masamdan başka bir şey bırakmadım odamda. Masa, koltuk, çöp sepeti. Bir zamanlar bu döner koltuk en büyük lüksümdü. Şimdi güzel aydınlatılmış üç büyük şehrin içinde oturup penceremden bu şehirleri gördüğümü düşlüyorum. Paris, Roma, Berlin..

9. Bir güb düğmeye basacağım. Bütün üçgen prizmalar dönecek, ama ne üç şehirden birinin içinde olacağım ne de karma şahirlerimden birinde. Prizmaların hepsi döndüğü halde, hiç bilmediğim, hiç görmediğim bir şehir çıkacak karşıma. Kimsenin de tanımadığı bir şehir olacak bu.

10. Aramaya çıkmacağım. Önce kitaplarda, sonra dünyada. Bir sabah, bir eski koşlanın, bir özelgenin, bir yanını duvarıyla sınırladığı bir sokakta bir aynacının dükkanındaki aynalara bakarken kendi kendini görüp güleceğim. Arkama bakmama gerektiğini bildiğim halde bakacağım. Bir adam gülerek, tabancasını kaldıracak, ateş edip alnımdan vuracak beni.

11. ‘’Yarın Paris’e gidiyorum. Haber vereyim dedim.’’ diye edilen telefon, ondan son işittiğim sözler oldu.

12. Mümtaz bey, bir akşam, çok eski bir geleneği sürdürdüklerini düşündüğü orta yaşlı Türkologlarla genç öğrencilerinin rakılı, taşlamalıi nazireli bir toplantıda ne kadar eğlendiklerine bakıp, uzun uzun düşünecektir.

13. Ölmekte olan biri karşısından, yapmamız gerekenleri düşünmek.. ‘Uyarı’ karşısında bitim’i düşünmek. Ölmekte olan artık başka yerdedir ama onu anlayamayız. İşini bitirmiş gibi görürüz onu. Tasarılarını bilemeyiz çoğu zaman. Sıra bize ne zaman gelecek? Bilemediğimizi için somut bir teleşa düşeriz. Ben ‘her şey elimden kaçıyor’ ile ‘yapmam gerek’ler arasında gitgide daha çok bocalamıyor muyum?

14. Bir yaşamı, hiçbir kıpırtısının yimesine gönlü razı olmadan geçirmek.. Yani her şeyi kayda geçirmek; birilerinin, günü geldiğinde -gelirse- bu kırıntıları bulup başkalarına da göstereceğini umarak.. Ya da herkesin yaşamı, her şeyin ‘yaşamı’ gibi bizimkinin de, olsa olsa, bir ‘süreklilik’ izlediği dışında başkaları için pek sınırlı bir anlam taşıyabileceğini bilerek en önemli bulduğunu ortaya koymağa, tuturmaya çalışmak. Bildiği, yapabildiğini bildiği şeyler yetinmek.

15. Başkalarında eleştirdiklerimiz, kimi zaman da, kendimizde eleştirecek kadar bilincine varmadığımız kendi özelliklerimiz değil midir?

16. ‘Bir sabah uyandığımda,’’ diye anlatmıştı bir gün, ‘’dünyada yapayalnız kalmışım gibi bir duygu içinde buldum kendimi. Hoş gibiydi bi yandan. Öte yanıyla ise ürkünç.”

17. Bir sabah kalktığımda, yağmur yağıyordu. Kar artıkları vardı setteki evin duvarın dibinde. Birden, insanların, bana haber vermeden, beni çapırmadan çekilip gittiği, topluca bu şehri bıraktığı duygusuna kapıldım. Çoğu arabalarını bırakmıştı. Başka araçlara binip gitmiş olsalar gerekti. Eşya taşıma şirketinin koca kamyonu mavi kapalılığyla başka mahalleye göçecek birinin kapısı önünde kalakalmıştı. Yalnızdım bu koca mahallede. Çıt çıkmadığı için de şehrin öbür taraflarında birileri var mı yok mu karar veremiyorudm. Sonra kedim pencerenin kenarına oturdu. Ben varken onda herhangi bir yalnızlık duygusu oluşmazdı. Benim için de o var yalnız. Çok sonra, uzaklarda bir araba gürültüsü.. Sona kalan mı gidiyordu?

18. Okulda, elmalarla armutları toplayamayacağımızı öğretmişlerdi. Ama yazarla yazarı karşılaştırmağı da okulda öğrettiler. Balıkların hepsini aynı biçimde pişiremeyeceğimizi ise hiç öğretmediler.

19. ‘’Her şey her şeyin, her ad her adın yerini tutabilir’’ çılgınlığı içindeyiz.

20. ‘’Birtakım kurallara uyarak yaşamak çok güzel de, yaşamın yerini kurallara bırakmak, sık işlenmiş bir cinayettir, tarihe bakarsak..’’ demişti bir gün..

21. Her kitabın kendileri için yazıldığını sanan, ısmarladığı halde kendi istediği gibi oılmayan bir malla karşılaşmış şımarık bir adamın sinirlenişini, kırgınlığını gösteren insanlar..

22. Anlaşılan hep kendine uygun düşecek bir ölüm aramış durmuş.

23. Baharın leylak kokusu demek olduğunu unutmuşum. Yüzüme çarpma esintiyle kaç yıllık bir uykudan uyandım ki?

24. Tasarladıklarını gerçekleştirdiklerini söyleyenler düş gücü kıt kişiler olsa gerek. Nesneyle, özdekle karşı karşıya gelmek serüvenini yaşayamıyorlar ya da daha kötüsü, yaşadıklarının farkına varamıyorlar.

25. Arkasında şehri gördüğü zaman kendi yüzü de, bildiğini sandığı yüzü de değişebilir şimdi. ‘gerçek yüzüm mü bu? Yoksa aradığını sonunda bulmuş bir insanın yüzü mü? Sınıyorum, aynadaki benim, evet ama yüz?.. Ölüm burada bulmalı beni herhalde..’’

26. Şehir dekorlarının kımıltısızlığına karşılık, arada bir kımıltı- gürültü- kalabalık, kendini bir film seyrede sanmak: olmayanın yaşanışı.

27. Sevgi, dostluk, arkadaşlık, aşk, adını nasıl koyarsak koyalım, onu bir başka insanlar bir birlik kuruntusuna, düşüne, duygusuna götüren duygu, karşısındakini hep ‘güzelleştirdiği’ için, eşini dostunu, sevgililerini istediği gibi görmekten kurtulması hep bir süre gerektirmiştir diye düşündümdü uzun bir süre. Yanıldığımı anladım bu son zamanlarda. Onları görmüyor değildi. Ama gördüğünü bekletiyordu bu kıyıda. Bu bekletikklerinin sabrını taşırdığı bir gün, onların ‘hata’larının geçici değil yapılrının gereği olduğunu anladığı, daha doğrusu kabul ettiği gün, biriktirdiklerini söylemeye, belli etmeğe başlıyordu. ‘’sabrım yanlış bir tutum,” dedi bir gün, “Yeni anladım. Ama bu huyumdan vazgeçemedim bir türlü. Belki bir bağlılık açlığı demek doğru olur bu tutuma. Soğumak dediğimizde bir tuhaflık yok. Ama bu bağlılık sürecinin yaşanması yerine, düşle düş kırıklığı arasında sürdürülmesi tuhaf, ya da yersiz. Sırası geldiğinde eleştirimi dile getirmeği çok denedim. Eleştirimin dile gelişi, gene de umut kırıklığı sesiyle oluyordu. Asıl yanlış oydu belki. Karşımdakiler bunu kendilerine yönelteilen bir eleştiri olarak değil, benim huysuzluğum olarak dinlediler. Beceremedim. Bir aksaklık karşısında kendi kendini tartmak, pek çok insana en son akla gelecek şey gibi görünüyor.” Kendi ne kadar anlayabiliyordu? Herhangi birimiz, temel haklılığımız bellediğimizalanın dışında kendimizi ne kadar tanırız ki?

28. “Her şeyini”, “bilgi”sini, “öğrendikleri”ni yalnız kendi çabasına borçlu olduğuna inanan kimseler.. Özellkle dehasına fazlaca inananlar birgün, adlı-adsız, dost-düşman, ‘kafadengi’’-ayrıksı nice kişiye ne kadar çok şey borçlu olduklarını anlarlar mı?

29. Başkalarından bir şey öğrenmediğine inanırken, bir kitaptan, birinin bir yazsında rastladığı yol gösterici, ilginç, heycanlandırıcı, yenilik dediği, aykırılık dediği şeyi, başkalarının elinden devraldığını unutanlar..

30. İki şeye taktı son yıllarda: Kendini beğenmediği, kendini kötü gördüğü için kendi gibileri durmadan çekiştiren, yerden yere kendi çevresinin, kendi kültürünün sorunlarını görüp irdeleyecek, gerekirse onlara bir ad, bir san verecek yerde başka kültürlerde ya da moda merkezlerinde oluşturulan düşüncelere, terimlere-kavramlara, Türkiye’nin yaşayan yaşamı uydurmağa çalışan, o kavramlara Türkiye’de bir içerik kazandırmağa uğraşanlar.. Gerçekte kendine bakmasını, kendiyle baışık olmağı istemeyen, sevmeyen, becremeyenler.. Kendini çok beğenir görünmeğe çalışan duygu ya da düşünce sakatlarına..

31. Bir karışım, bir adalar çoğrafyası gibi insanlar tanıdım. Hepimizin yaşamında çelişkiler var. Olması gerekiyor da belki. Ama bir adada varolmayana bir kuralın, hemen komşu adada her şeyi ezmesi- biraz fazla olmuyor mu?

32. Biliyorsun. F.ciğim, önce başkaları gibi olduğumuzu öğrenmemiz gerekir. Daha sonra başkalarına ne kadar benzediğimizi, daha sonra da başkalarına benzeyip benzemediğimizi merak ederiz. Sonunda neden sonra, kendimizi- başkasına benzesek de benzemesek de – kabul etmeyi öğreniriz.

33. Bütün bir ömrün gelip geçen küçüklerinden daha büyük bir son kıyameti bekleyerek geçirilmiş olması ne acı.

34. Kendini pazarlama becerisinden yoksun olanın garip durumu. Alçakgönüllü olmanın anlamının bile yitip gitmesi..

35. Önce insan sonra hayvan, ürün, nesne, kurban eden için bir öteki. Öteki üzerine, ötekinin canı üzerine bir kullanma hakkını böyle kolayca kendinde görebilmek. Kefaret/şükran, kendimizde bu hakkı görme kolaylığı nasıl bir güç-iktidar temeline dayanır ki? Kendimizin bir parçasını verir gibiyiz. Ne tuhaf. Üstelik bir inanca, bir kültüre de özgü kalmıyor; genel tutum(?)

36. Ötekinin bize aykırı gelen bir yanına takılıp onunla uğraşmaktan vazgeçtiğimiz zaman onun o yanını kendi özelliği olarak görüp öğreniriz. Dolayısıyla bize aykırılığını tanırız, onun ayrılığını biliriz, kabul etmek zorunda kalırız.

37. Herkes kendi yapacağını yapar. Kimse kimseye ne yapacağını söylemeye kalkmasın. Bütün yaşamlar bir araya gelince bizim bilebilceğimiz dünya olur.

38. Sanat o zaman, her şeyden önce bir tutum işiydi. Bir yenilik işiydi. Çerden çöpten de olsa çıkardı.

39. Anılar ne işe yarar?



Bilge Karasu – Öteki Metinler