.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

13 Eki 2011

Benim Adım





“O kadar güzelsin ki, yağmur başladı.”
Richard Brautigan

Şöyleydi o kısacık “30 Cent, İki Kişi, Aşk” şiiri,

Seni düşünerek otobüse bindim
Ve 30 sent ödedim
Yalnız olduğumu farketmeden
Şoföre iki kişi dedim.

Bir içki şişesi, bir Smith Wesson. Ava çıkacağını söyleyip de,  kendini avlayan adam. Oğuz Atay’ın sevmediği  perşembelerden birinde, haftalar sonra bulunan cesedine bakanların intihar ettiğini varsaydığı şizofren.

Beat Generation dendiğinde, dehası ile William Seward Burroughs ismi ön plana çıkar. On The Road ve The Dharma Bums ile hatırlanan Jack Kerouac’ınsa, dönemdaşı Neal Cassady’e duyduğu kıskançlık göze çarpar. Allen Ginsberg ‘uluma’ktadır, arkaplanda Gary Snyder ve Lawrance Ferlinghetti isimleri silik silik okunur. Kadın beatnik de vardır, Diane di Prima, birkaç şiiri ya bilinir ya bilinmez. Peki Richard Brautigan?

Milos Forman 1975 tarihli One Flew Over the Cuckoo’s Nest’de Jack Nicholson’un canlandırdığı karakteri yaratırken, arkadaşı Brautigan’dan esinlenir.  Ağır bunalımlı, beat’in ‘varoluşçu’ yanının en kırılgan parçası, gerçekten beceremeyen bir adam. Richard Brautigan.

Arada onu düşünürüm. Yazdıklarını, farklılığını, o mutsuz çocukluğunu, en çok da en sevdiğim kitap isimlerinden biri olan Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek‘ini. Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki dükkanında Beat çevirileri yapan o koca tebessümlü Amerikan Kültür mezunu abinin dediği gibi: “Huzursuz beatnik”.

Ölümüyle Beat’i bitiren bu adam kimdir derseniz buyrunuz. In Watermelon Sugar (Karpuz Şekerinde)’dan, kendi kaleminden kendi adının, kendisinin tanımı:

Sanırım kim olduğumu merak edip duruyorsun, ama sürekli bir adı olmayanlardanım. Adım sana bağlı. Aklından ne geçerse bana öyle seslen. Çok eskiden olmuş bir şey düşünüyorsan; diyelim biri sana bir soru sordu, sen de yanıtını bilmiyordun. Benim adım bu.

Belki de bardaktan boşanır gibi yağmur yağıyor. Benim adım bu.

Ya da biri senden bir şey yapmanı istedi. İstediğini yaptın. Gelgelelim yaptığının yanlış bir şey olduğunu söylediler-“bağışla bir yanlışlık oldu,”- ve başka bir şey yapmak zorunda kaldın. Benim adım bu.

Belki de çocukken oynadığın bir oyun ya da yaşlanıp pencerenin yanındaki sandalyende otururken durup dururken anımsadığın bir şey. Benim adım bu.

Ya da bir yerlere yürüdün her yan çiçek doluydu. Benim adım bu.

Belki de bir ırmağa bakakaldın. Yanında seni seven biri vardı. Sana dokundu dokunacak. Daha dokunmadan bunu duyumsadın, anladın dokunacağını. Sonra dokunuverdi. Benim adım bu.

Ya da çok uzaklardan birinin seslendiğini duydun. Sesi neredeyse bir yankıydı. Benim adım bu.

Belki de yatağa uzanmış, neredeyse uykuya dalmak üzereydin; bir şeye güldün kendinle ilgili. Günü bitirmenin en iyi yolu. Benim adım bu.

Ya da iyi bir şey yiyordun, bir an ne yediğini unuttun, yine de iyi bir şey olduğunun bilincinde yemeyi sürdürdün. Benim adım bu.

Belki de gece yarısı olmak üzereyken sobanın içindeki ateş bir çan gibi çaldı. Benim adım bu.

Ya da o kız sana gelip öyle dediğinde kendini iyi hissetmedin. Bir başkasına da söyleyebilirdi: onun sorunlarını daha iyi bilen birine. Benim adım bu.

Belki de alabalıklar gölcükte yüzüyordu ama ırmak yalnızca sekiz santim enindeydi ve ay benÖLÜM üzerinde parlıyor, karpuz tarlaları ayışığında boyutları çarpılmış ışıldıyor, her yan karanlık ve sanki çevredeki tüm bitkilerden birden yükselmekte. Benim adım bu.

Şu Margaret keşke yakamı bıraksa.


tramvay durağı