.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

25 Eki 2011

Elime Tutun



“Elimi tut, elime tutun, elimden tut, elimde tutkun. Eski bir oyun, belki de karşı sedire vuran güneşin açısı bir an zihnimin ulaşılabilir bir yerine getiriyor onu. Kelimelerle düşünülmez gerçi. Ama kendi kendine konuşuyorsan o zaman başka. Her mübalağa mübahtır o zaman , bütün süsler, bütün gülünçlükler, bütün duygusallıklar, bir ismin bütün takıları.Her sabah bir vapura binip karşı kıyıya geçerken, her akşam bir vapura binip bir kıyıya dönerken. İçimde bir ses akıp gidiyor böyle, hep seninle konuşan, hep sana konuşan.”

Sayfa:5

“…İmgeleri soğutup bayatlamalarını engelleyen bir buzdolabı gibi kullanırdık oyunları. Gülmezdin oynarken ama seni çok rahatlatırdı. Neden? Belki de hiçbir şey sana gerçek anlamda rahatlık veremediğinden bu tür oyunlarla içini dindirmek isterdin. Şahsi olmayan her konuda canlanırdı dilin. Anlık bir huzur, bir bardak suyun izlediği yoldaki serinlik kadar, görmek istemediğin kaçınılmaz bir şeyin karşısında bir an gözlerini kapamak kadar, şöyle bir yüzüp gelmek kadar… hayatın sesinin boğulduğu uyanık rüya anları. Aslında oyun çok kolaydı; başlamak için tek şart, farkında olmadan uzun süredir acı çekiyor olmaktı. Yoksa hiç keyif vermez, keyifli bir tarafı yok aslında.”

Sayfa:6

“Bazen geri çekilmek gerekir,gözlerden düşmek, kapanmak,susmak. Dipten de derin bir yere vurur insan, ah bir delirsem de dinse der ama delirmek kolay değil. Bir imtiyazdır aklın yönetmediği dünya. Akla kendiliğinden karşı çıkmak, isyan etmek, onu hükümsüz kılmak kimsenin takdir etmediği bir imtiyazdır. Delilik sırf mümkün olduğu için irkiltir insanı. Mümkündür ve gündeliğin , normalin, olağanın,-ması gerekenin gelip tosladığı bir duvardır. Yaklaştığını geriletir,sersemletir,üzer. Ne lüzumsuz.

Kimi zaman geri çekilmek gerekir;saçaklı ayaklarını bir anda kabuğuna toplayan bir deniz yaratığı gibi kapanmak. Ama geri çekilmek öğretilmez hiçbir çocuğa. Batmaya dirensiz diye büyütülür her çocuk. Ben de bir çocuktum, ben de büyütüldüm ve şimdi nasıl batacağımı bilemiyorum. Direnmek nasıl bırakılır?”

Sayfa:28

“…sonrasını bildiğim bir şey nasıl değişmeden kalabilir ki aklımda? O sonra her şeyi bir çerçeve gibi kuşatmışken kendi eklediklerimi gerçekten meydana gelmiş olanlardan nasıl ayırabilirim? Gerçek hep değişmek zorunda; aynı zamanda bükülmeye,bel vermeye, çoğalmaya, dönüşmeye rağmen hep aynıymış izlenimini vermek zorunda. Hayalin hep aynı bende çünkü üzerine yeni senler katıp değiştirmiyorsun onu. Sadece soluyor,yer yer eriyor, kimi yerler boşluktan ibaret bir hortlak gibi. Demek değişmiyor, sadece eksiliyorsun,unutuşla. Eksilmek de değişmektir belki ama.

Sen yoksun ve değişiyorsun, ben varım ve hep aynıyım. Beni de değiştir. Belleğine bile ulaşamayacak bir halde değilsen yapabilirsin bunu. Zihninde başka birine dönüşebilirim , eksilebilir ya da artabilirim.İşsiz , parasız, aç , açıkta kalmaktan , delirmekten, sürünmekten,yapayalnız , kimsesiz olmaktan korkmayabilirim. Fırtınada, içindeki insanları daimi bir batma ihtimaliyle diken üstünde tutan vapur gibi her dalganın en derin yerine burnumu sokabilirim. Ne sıkıcı, hayat karşısında güçlü olmak ve cesur. Sadece yaşayabilmek için her şeyi kontrol altına almak iğneden ipliğe.”

Sayfa:40-41

“…

Ne fark eder ki? Kime ne ispatlamaya çalışıyorum? Sana söylemek istediklerimi kimseye söyleyemezdim ki; bana söylemek istediklerini sen de kimseye söyleyemezdin zaten. Yine de en azından birbirimize söyleyebilmek iyi olurdu. Hislerin kesif sıcağından uzaklaşıp birbirimizi kelimelerle serinletmek.”

Sayfa:45

“-Ölüm hala en güvenilir ağrı kesici. Kendi acını başkalarının acılarına tercih ettiğin anda iş bitiyor.”

Sayfa:45

“.. yaşamından çekip giden biriyle konuştun mu hiç? tek başınasındır ama yine de mümkün oldukça yüksek sesle konuşursun. Mesela böyle vapurda değil de evdesindir; uykun kaçmıştır; yatakta yatmaktasındır. Yokluk döşeğin altından batmaya ve her yerini acıtmaya başlamıştır. yokluğun despotluğuyla savaşıp yok-kişiyi tekrar var etmeye çalışırsın. Karanlıkta kendi sesin duyulur. Konuşma sadece başkaları için girişilen bir edim olduğundan tek başına yapıldığında yeterince gariptir zaten. Bir de gecenin sessizliğinde , kendine ait değilmiş gibi yabancı yabancı tınlayan sesinin tuhaflığı eklenir buna; ama niyetin o yokluğu ortadan kaldırmaktır ya konuşmaya devam edersin.bu konuşma başlangıcı önceleri biraz avutur gibi olur insanı ama sonra hadisenin sadece bir monolog olduğu artık iyice seçilmeye başlar ve yokluğun yarattığı yalnızlık hissine bir de tek başına konuşmanın yalnızlığı eklenir. Bir şeyleri paylaşıyorum sanırken, dışına attığın o şeylerin orada bir kat daha ağırlaşıp sana döndüğünü fark edersin. Yokluk koyulaşır. Karşındaki kişi iki kere yoktur artık. Bir , zaten fiziksel olarak orada olmadığı için, bir de böyle gıyabında konuşmakla onu bir daha asla göremeyeceğini kabullendiğin için. Susmak da çözüm değildir. Yenilgiyi hepten kabullendiğini hissedersin. Son bir toparlanma harekatıyla kendini gevşetmeye, koyun saymaya, uyumaya ve unutmaya çalışırsın. Ama uyku, insanların başına , sadece istenmediği ve düşünülmediği zaman musallat olan bir şeydir. Arzulandığı ölçüde kendini çeker. Yatak çok ısınmış, sen de çok terlemişsindir; biraz serinlemek için yorganı açtığında tenin üzerinde buz keser, hemen örtünürsün ama bu sefer de terinin ekşi kokusu gelir burnuna. Uykuyla uyanıklık arası denilen o iğrenç bölgede , ikisine de sahip olamadan eylemsizce dönüp durmaktan başka çaren yoktur. Hepsi bu.”

Sayfa:61-62

Elime Tutun, Aslı BİÇEN, Metis Yayınları, 2005

Tramvay Durağı'ndan alıntılanmıştır.