.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

12 Şub 2012

21 Mart



Evet korku. Eskiden güneşin doğuşuyla korkularım dağılırdı.Şimdi her sabah yeni korkularla uyanıyorum. Günseli’nin akrabalarında yemek yediğim gece, evin kedisiyle oynamıştım bir aralık ve kedi elimi tırmalamıştı. Hafif bir sıyrık olmuştu başparmağımın üstünde. İki gündür huzursuzluk içindeyim; kedinin kuduz olup olmadığını düşünüyorum sürekli. Garip olan bir nokta daha! Bu konuda hiçbir tedbir almayı düşünmüyorum. Sadece korkuyla beklemeyi biliyorum. Kuduz olduğumun anlaşılması için ne kadar süre geçmesi gerektiğini hesaplıyorum. Gerçek ümitsizlik bu olsa gerek. Hiçbir kurtuluş tedbiri düşünemiyorum. Yalnız kötü şeyler olmasından korkuyorum. Tam ümitsizlik de değil. Belirli süreyi geçirip de kuduz olmazsam ne kadar sevineceğim bilseniz. Günler geçtikçe bu korkuya olan ilgim azalıyor. Başka korkular buluyorum: korkudan korkuya atlıyorum. İnsanın yıldızlara baktığı zaman duyduğu evrensel korku gibi duygulara yer yok bu arada, ne yazık. Aşağılık, seviyesiz korkular panayırı. Oysa, bu kadar aşağılık olmadığımı da seziyorum. Aklıma takılan bir cümle daha: benden ne istiyorlar bilmiyorum. bu cümle daha anlamlı gibi. Yakında bir iki cümleden
ibaret kalacağım: adam tabancasını çıkardı ve ateş etti, benden ne istiyorlar bilmiyorum. Turgut’un cevap kartları vardı: konuşmak istemediği zaman onları çıkarıp gösterirdi karşısındakine. Ben de bu kartlara döndüm. Kendime soruyorum: ne hissediyorsunuz? Korkuyorum. Beni rahat bırakmıyorlar. Sizi neden rahat bırakmıyorlar? Benden ne istiyorlar bilmiyorum. Gözlerinizde kötü hayaller gören insanların rahatsızlığı var. Ne görüyorsunuz? Adam tabancasını çıkardı ve ateş etti. Korkuyorum. Ateş ediyor. Ateş ediyorlar. Neden ateş ediyorlar? Benden ne istiyorlar, bilmiyorum. Korkuyorum. Korkuyorum. Siliniyorum. Mürekkebim az geliyor. Çok hafifledim. Artık ancak ölünce ağırlaşabilirim. Günseli’nin dizinde saatlerce yatıyorum ve ne Günseli’yi dinliyorum, ne Günseli’yi hissediyorum. Yalnız, kalbimin atışlarını izliyorum. Yavaşlıyor, sıklaşıyor. Durmasından endişe ediyorum. Bedenimdeki ısının değişmesini izliyorum. Yıllardır terler dururdum. Terleme ve zayıflama, dörtnala gidiyor artık. Bir kelime kulağımda çınlıyor: lösemi. Yerimden fırlıyorum. Evet, gizli ve kronik hastalığımın nedenini buldum. Ben ortaokula giderken alt katta zengin yaşlı bir bekâr otururdu: Asaf Bey. Lösemiden ölmüştü. Adam bir iki ayda eridi demişlerdi. Ben de eriyorum. Ateş düşmezmiş. Bende de düşmüyor. Günseli’den dereceyi istedim. Otuz yedi bir. İçimden acı acı gülüyorum. Bütün korktuklarım başıma geliyor: ben de Metin gibi acı acı gülümsüyorum. Allah’tan henüz içimden. Günseli ilaç vermek istiyor. Eve gidip yatmalıyım, diyorum. Yatmalıyım ve yeni hastalığımı düşünmeliyim uzun uzun. Günseli’nin yanında olmuyor. Acı acı gülümserim ve düşünür dururum. Kendimle alay ediyorum. Seni Metin seni, diyorum. İçimdeki Selim’lik daha bırakmıyor yakamı. Artık Selim’lik istemiyorum. Yatakta lösemiyi düşünmek istiyorum. Doğru. Bu seni iki hafta idare eder en az. Bırak beni. Seni istemiyorum. Kalbimin atışının yavaşlamasını istiyorum. Yavaş yavaş atsın ki yorulup durmasın. Bunun için Metin de olabilirim. Burhan da olabilirim. İki gözün Oedipus gibi kör olsun da piyango bileti sat! Ona da razıyım. Anlıyor musunuz? Her şeye razıyım. Osmanlı, koca Osmanlı çöktü, anlıyor musunuz? Artık sabahları bu yeni hastalığımın korkusuyla uyanıyorum. Kedi hikâyesinden kurtuldum. Akşama kadar, her gün kendimde hastalıkla ilgili yeni belirtiler buluyorum. Doktora gitmek gibi bir düşüncem yok elbette. Evli olsaydım, şimdi doğru karıma giderdim ve ona derdim ki: sayın eşim! İki ay sonra öleceğim. Durum böyle gösteriyor. Bana izin ver, Beşiktaş’taki koltuk meyhanesine gideyim: her gece Rüştü Beyle birlikte, o eve dönünceye kadar içelim. Bunu açıkça söylerdim kendisine. Evli bir kadın, kocası iyi olduğu zaman, böyle davranışlara izin vermez. İşin ucunda ölüm olunca durum değişir. Evli olsaydım da karımdan bu izni koparsaydım, daha meyhaneden içeri girerken duygularım değişirdi; içimi bir bezginlik kaplardı. Belki de hayattan bıkmaktan korkuyorum.

Tutunamayanlar / Oğuz Atay