Toplumsallık, kitleleri ve kurumlarıyla, dorukta. Birey ve hayalleri pazarın güvenilir ellerine teslim edilmiş; özel hayat kamusalın tahakkümü altında; kamu, tamamen kurumsal ve hiyerarşik, güvenlik, gözetim ve denetim ağından ibaret; suç ortaklığı, iktidar ortaklığı, toplumsallığın, kamusallığın yegâne bağı...
“Her büyük servetin arkasında bir suç gizlidir” diyen Balzac’tan, “mülkiyet hırsızlıktır” diyen Proudhon’a; eşitsizliğin kaynağını, etrafını çevirdiği toprakları kendinin kabul ederek, eline aldığı sopayla burayı koruyan ilk insanda gören Rousseau’dan, “banka soymak değil, banka kurmak suçtur” diyen Bakunin’e... toplum tarihi, paranın ve sopanın iktidarının –iktisadın ve politikanın– yegâne temeli olarak suçun tarihidir. Başta devlet olmak üzere, hiyerarşik bir sistem halinde örgütlenmiş tüm kurum ve kitleler, suçun varlığı etrafında buluşurlar. Servet edinmeyi, serveti koruma ve artırmayı kural edinmiş toplum, gücünü, işlediği cinayetlerden, ardındaki kan miktarından alır.
Cinayet şebekesi halinde örgütlenmiş toplum, doğadaki ve bireydeki başkalığı –öteki canlı türlerinden çocukluğa, hayallerden duygulara, zekâdan yaratıcılığa dek– imha eder. Kendi hükümranlığına ve tahakkümüne zarar verecek başkalığı imha ederken, aynının aynı kalabilme koşulunu da ortadan kaldırdığını, toplumu hayatsızlığa, zombi gibi ölümsüzlüğe mahkûm ettiğini fark etmez. Hareketin ve hızın başat hale geldiği bu çağ sonunda, yaratıcılık, duygu ve zekâ yoksunu insan, suçu genelleştirdi. Hareketin, hızın öncesi ve sonrası
arasında yalnızca bir tür kilitlenme hali, zihinsel ve bedensel aptallık, bellek yitimi, uyuşukluk ve sarhoşluk kol geziyor. Hareketsizliği değil, hareketliliği besleyen bu kör kargaşa; güç kaybettikçe daha fazla harekete, sonuçta daha büyük yok oluşlara dönüşmeye, parçalanmaya, atomize olmaya hızla ilerleyen, potansiyel bir “faili meçhul” şiddet şeklinde, artık pusuda beklemek yerine, hayatlarımızın sıradan, vazgeçilmez unsuru olarak her yerden içimize işlemekte.