Yataklar,
bir yatan olmadıkça içlerinde hep bir hüzün verir insana. Ama onlar bu
hüzün içinde gitgide daha çok birbirlerine sarılmak isteğini,
gereksinmesini, bundan kaçınılmazlığı duyarlar. Yatakların yataklı
hüzünlerin getirdiği yalnızlık kokusu, avunmak istemelerin ateşini,
doyuruculuğunu arttırır. Yatağı doldururlar. Yatağın karşısına düşen
aynada, birbirlerinin bacaklarını, omuzlarını göğüslerini,
sıkı sıkı, istekle saran kollarını, utangaçlığı, bir orman uğultusunda,
önüne durulmaz bir çavlan akıntısında, yitmiş birbirlerine borçlu
gözlerini ister istemez, daha çok kaçamak isteklerle gördükçe,
sevişmelerine, küçük küçük günahlar da katılmışçasına, sarsılırlar,
tadları artar, deniz gitgide unuttukları bir şey olur. Sonra o ormanaltı
serinliğine vardılar mı, iki porselen vazoya, sarı çamur çömleğe
bakarlar. Birinin balıklar gibi diri, aç gençliği, öbürünün hiçbir şeyi
umursamamak zorunda olan, geçmeye, tükenmeye yüz tutmuşluğun telaşındaki
doymazlığı, erkek delicesine aradığı pürüzsüzlüğü, düzlüğü, tüzsüzlüğü
öbüründe bulur, doyar. Öbür saatleri bekler. Yan yana uzanır sigara
içerler,,,