Gün. Uçsuz bucaksız, beyaz bir kor gibi tutuşan, saatleri, renkleri
tutuşturan Ağustos ışığı. Sıcak, suskun, soluğumsu... Gökyüzünün hiç
görülmemiş derinliklerinden gelen, binlerce günü, binlerce henüz
doğmamış güneşi yuvarlayıp getiren... Duru, berrak, sanki ilk
başlangıcın su damlacıklarıyla kaplı... Hayata adım adım çağırmak
yerine, kucaklayıp uçsuz bucaksızlığın ortasına fırlatan... Leylak
rengi, altın rengi gölgelerle derinleşen mavilikler, capcanlı kiremit
kırmızısı, soluk soluğa bir yeşil, sabırsız sarılarını şefkatle
gizleyen... Bir avuç toprak, yalnızca bu ışıkta, ılık ve sevecen bir
parıltıyla ufka dek uzanan taş, insana dair hiçbir imge yansıtmadan...
Sanki gökyüzünün kıyılarında, mezardan çıkıp gelmiş birinin baş
dönmesiyle duruyor, bakıyorum. Sessizce kendi yoluna koyulmuş güne,
günün içinde kıpırdanan, büyüyen, katılaşan dünyaya... Rengarenk,
bildik, koskocaman, gerilim dolu. Düşlenmemiş, ele geçmemiş, alt
edilmemiş... Bu dünyanın içinden kendimi çekip çıkarmak, ya da tam
ortasına doğru yürümek... Boş, beyaz kağıtların başına dönüyorum. Bir
avuç sözcük, yaşamak adına atılan çığlıklar...
Aslı Erdoğan / Yazılmadan Kalan
Aslı Erdoğan / Yazılmadan Kalan
en sevdiğim yazar ve en sevdiğim pianist..