“Başınıza geldi mi, bilmiyorum, yüzlerce kez duyduğunuz bir söz, günün birinde sizi en zayıf yerinizden vuruverir. Sanki ansızın yolunuzu kesmiş, çölün ortasında bir atlı gibi karşınıza dikilmiştir. Öylesine kullanılan bu söz gibi: ‘Şu ölümlü dünyada…’ Birden taş gibi ağırlaşır, dibine kadar battığınız dünyaya bakakalırsınız.
Başınıza geldi mi, bilmiyorum, günün birinde eliniz ayağınız kesilir, soluğunuz tükenir. Sıkça kullanılan bir deyimle kendinizi boşlukta asılı bulursunuz. Belki ilk kez boşluğa, boşluğun kaynağına bakmışsınızdır, ya da o size bakmıştır. Dünya soğur, ıssızlaşır, çölleşir. Maskeler düşmüş, yüzler belirmemiştir. Ya nesneler, ya da bakışınız ağır, yağlı bir tabakayla kaplanmış gibidir. Bu boşluğa nasıl dalıp da kendi yaşamınızı arayacağınızı kestiremezsiniz.
Günün birinde, kendinizi boşluğun yaylım ateşinde, görüntüler biçiminde yağan mermiler ortasında bulursunuz. Kollarınızla başınızı korursunuz. Tuhaf, önemsiz, gereksizsinizdir, tüm yenilenler gibi. Güç bela edindiğiniz bir çift kanat, bir duvardan ötekine çarpa çarpa kırılmıştır; kim bilir hangi rüzgara kapılmış kendi deneyiminizin merkezinden çok uzağa savrulmuşsunuzdur. Bir zamanlarki ‘ben’inizin, soluk bir tıpkıbasımına dönüşmüşsünüzdür. Çığlık atarsınız, üzerinizdeki çığ, yalnızca dışarının seslerini taşır. Yorgun bir bakışla tararsınız dünyayı, uçsuz bucaksızlığına bunca acıyı nasıl sığdıracağınızı bulamazsınız. Kutsallığı bildirilmiş Söz’e çok fazla inanmışsınızdır belki, oysa karşınızdaki yüzün acımasızlığına çarpıp ölü sinekler gibi dökülür cümleleriniz, döküldükçe birer yalana dönüşür. Kim bilir hangi açlıkla tüketilmiş, hangi doygunlukla bir kenara itilmişsinizdir… Ancak damla damla, öldürmeyecek dozlarda sızmasına izin vereceğiniz gerçek, evrensel haksızlıkla giriştiğiniz suç ortaklığıdır. Hayatın aleyhine açtığınız davada, tek bir tanık yoktur ki masumiyetinizi savunsun.
Aslı Erdoğan / Bir Yolculuk Ne Zaman Biter