Şeylerdeki şeyler işte - sokaklardaki insanlar görmüyorlar
beni. Oysa günlerdir duygularım perçemlerimde dolaşıyorum. Nemli bir öğle
sonrası, baş dönmeli, yeşertici. Yol kavşağında durdum. Arabalar habire
geçiyor. Camlarında kızıl kızgın yüzüm, geçiyorlar. Yaya geçidinden tam üç kez
geçtim. Trafik polisi de görmedi beni. ''Gösterge... Gösterge!'' diye bağırdım
ona. Rahatlamadm hiç. Kızgınlığım tabanlarımda. Öğle güneşinde, kumsalda
dolaşıyorum gibi -çıplak ayaklarla, kızmış kumlarda- yanıyor tabanlarım.
Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini, sonra yine kendilerini sevenlere
kızgınlığım. İki düğmeli, üç düğmeli ceketleriyle duyarsızlar ordusu yığın
yığın geçiyorlar. Ceketsiz, kravatsızlarda biraz olsun umudum vardı., oysa tek
dolaşmıyor onlar - güçsüzler. Rastlamadım işte, birilerine rastlamadım -
Rast-la-san-da, rast-la-ma-san-da av-va gi-di-yo-ruz.
Durağa geldim. Çocuklu kadınlar, çoçuksuz çantalı kadınlar,
kadınsız çantalar, çikletli kızlar, çikletli at kuyrukları hep bekliyorlar.
Onlarla beklemek. Yağmurlar yağsa, yıkansa bu duraklar. Kaldırıma iki liseli
genç oturmuş. Onlar da bekliyor. Yanlarına gittim. Şöyle elimle, ''Açılın!''
diten bi işaret yaptım. Bir güzel yerleştim ortalarına. Şaşkın şaşkın
bakakaldılar. Biri ''Şey,'' dedi, ''otobüs,'' dedi, öbürür, ''Yürüsek,'' dedi.
İki elimle, ikisinin birden yanağına dokundum. Sağdakine, ''Senin sakalın daha
sert,'' dedim, ''usturayla tıraş olsana.'' İkisi de gözlerini sandallarımdan
ayıramıyorlardı. Ayak parmaklarımı oynatmaya başladım. Kalkıp bir anda
uzaklaştılar hızla. Duraktakilere baktım, karşı kaldırıma geçmişlerdi.
Beklerler miydi benimle, bekliyebilirler miydi. Gelseydi otobüs, gösterseydim
onlara. Geldi otobüs, ve ONLARIN kaldırımına yanaştı. Ayağa kalkıp eteklerimi
silkeledim.
Tutkularımı gün aydınına çıkarmanın yeri miydi bu kent. Bu
kent gidişli gelişli bir caddeydi. İki taraflı gelip gidenlerdi. Üç beş vitrin,
bilmem şu kadar inşaat ve daha çok parti merkeziydi. Suç bütün bütün
perçemlerimdeydi. Onlar böylesi kırılmasalar asmıyacaktım tutkularımı uçlarına,
asamıyacaktım. Yeni dikilen bir troleybüs direği, bir yol makinesi, bir kavga
olmayı diledim. O zaman bakacaklardı. Bakmadan edemiyeceklerdi. Buna
zorunluydular. Geçimleri bundandı.
Kenti, kent yapan iki caddenin birinden yukarılara doğru
yürümeye başladım. Tepeye vardığımda ışıklarını yakmıştı kent. Bön bön
bakıştık.
İşte bugünün kazancı -mazgal deliği- bu baş dönmeli, ılımlı
günün kazancı ayaklarımın altındaydı. Deliğin başına çöktüm. Tutkularımı, birer
birer perçemlerinden çıkarıp mazgaldan aşağı attım. Kentin lağımına karıştılar.
''Oh' Bu kadar,'' dedim. Bu kadardı.