babamın "herkes gibi olamadın gitti!" deyişi
kulaklarımdan gitmiyordu. çoğunluğunun bir işte çalıştığı, aynı dükkanlardan
alışveriş yapıp aynı yöntemlerle yediği, aynı şeyleri konuştuğu, çocuklar
doğurduğu, sonra onların hep birlikte okula gittikleri, aynı renk giysilerle
sınıflarını geçip mezun oldukları, ardından tabur tabur askeri birlikler
oluşturdukları, aynı marşları aynı biçimde söyleyerek aynı koğuşlarda aynı
kıvrılışlarla yattıkları ve bu edimlerle beraberlik ruhunu yakaladıklarını
sandıkları, sonra bir bavul dolusu anıyla terhis olup eve döndükleri, anne
babalarına hiç değişmeyen ve toplumun hazırladığı reddedilmez duygularla
sarıldıkları, aynı yasalara uyarak evlendikleri, babalarından devraldıkları
yöntemlerle seviştikleri ve babalarından boşalan iş kadrolarına kapılanınca
dünyanın yarısını ele geçirmişcesine sevindikleri, sevinçlerini aynı yüz
ışıltısıyla yansıttıkları ve tıpkı kendilerinden öncekiler gibi, gene çocuk
doğurdukları ve onları besleyip büyütmeye başladıkları ve bütün bu olup
bitenlere "dönüp duran paslı çember" diyecekken "akıp giden
yaşam" adını verdikleri uyumsuz bir toplumda, yelken kulaklı bir
uyumsuzdum ben.
hasan ali toptaş
efendim ben insanların çok sık yaptığı şeyleri yapmam.
eğlenceye ihtiyaç duymam. zengin olmak için çalışmam. yalnızlığı sevmem.
kendime tahammül edebildiğim için insanlar beni yalnız zannederler. ben aslında
yalnızlıktan çok korkarım. herkes arada sırada güler ben hep gülerim. dediğim
gibi sizlerin çok sık yaptığı şeyleri ben yapmıyorum. insanlar arada sırada
gülüyor ve bunu zaman zaman da olsa çok sık yapıyor. ben hep güldüğüm için beni
daha mutlu zannederler. doğrusu ben, beni eğlendirebilen tek insanım efendim ve
gülmediğim her an için aklıma çaresizliğim gelir. insanlar yüzümdeki
tebessümden beni rahat yada hoppala addediyorlar. aslında ben çaresizliğime
gülerim.
----------------------------------------------------------------------------------------
"kim olduğumu biliyorsunuz, sizin kim olduğunuz ise
beni ilgilendirmiyor."
"sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her
insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar
sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte
dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve
eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar."
"insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında,
rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca
akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun."
"yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde
ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun
boşlukla. bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte
bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu.
ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de
bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca
dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. insan sabahtan akşama kadar bir
şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. bekleyip durur insan. hiçbir şey
olmaz. insan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür,
düşünür. hiçbir şey olmaz. insan yalnız kalır. yalnız. yalnız."
stefan zweig
"artık hiç ağlayamadığımı babama söylemeyin. sakın ona,
daha fazla sevmek için, ölümlerden kurtulmak için o adama aşık olduğumu
anlatmayın. o adamın anıları için çok içtiğimi, daha çok kadeh kaldırdığımı,
eteklerimi savurarak dans ettiğimi, kendimi kırdığım yerde bir şişe rom, bir
parça ayna, ağzı bozuk bir aşk mektubu bulduğumu, pencereleri daha çok
kırdığımı ne olur anlatmayın. bu geniş ama hiçbir yeri görmeyen
pencereleri..."
umay umay
ben öldüm. ama ailem üzülmesin diye yaşıyor gibi yapıyorum.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
zifiri karanlıkta önümde birden garip bir manzara canlandı.
acaba hangi organım görüyordu? bunu bile tayin etmekten aciz kalmıştım.
bedenimi inceliyor, kendimi yokluyordum; ama nafile, karanlıktan başka bir şey
yoktu. fakat nasıl görüyordum? ne görüyordum?.. buna bir isim vermek çok güçtü.
görüş alanım sınırsızdı ve sınırsız bir alana bakıyordum. bir saniyede sanki
milyonlarca asırlık mesafede oldukları tasavvur edilen boyutlardaki mekanları
gezip gördüğüm halde hep aynı noktada duruyordum. duyguları ve idrakı alt üst
eden bu kudret, vicdanı mahveden bu azamet tüm çıplaklığıyla parlamaya başladı.
kudret de, azamet de, sonsuzlukta hiç oldu. yaptım diyemediğim, yapmadım
diyemediğim bu yolculukta kendimi kaybettim ve bir an hiç oldum…
Tütün Sarmaya Yorgun Ellerim Kimi? Nasıl Sarar?
Boğazımda O Bozuk Tad Otomatik Sigaralar
Her Şeyden Düşüp Gitmek Bambaşka Bir Uyanışa
Ama Şimdi Bu Ev Var Kediler Var…