.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

6 Kas 2016

kime dokunsam bir mesafeyi uyandırıyorum





babamın "herkes gibi olamadın gitti!" deyişi kulaklarımdan gitmiyordu. çoğunluğunun bir işte çalıştığı, aynı dükkanlardan alışveriş yapıp aynı yöntemlerle yediği, aynı şeyleri konuştuğu, çocuklar doğurduğu, sonra onların hep birlikte okula gittikleri, aynı renk giysilerle sınıflarını geçip mezun oldukları, ardından tabur tabur askeri birlikler oluşturdukları, aynı marşları aynı biçimde söyleyerek aynı koğuşlarda aynı kıvrılışlarla yattıkları ve bu edimlerle beraberlik ruhunu yakaladıklarını sandıkları, sonra bir bavul dolusu anıyla terhis olup eve döndükleri, anne babalarına hiç değişmeyen ve toplumun hazırladığı reddedilmez duygularla sarıldıkları, aynı yasalara uyarak evlendikleri, babalarından devraldıkları yöntemlerle seviştikleri ve babalarından boşalan iş kadrolarına kapılanınca dünyanın yarısını ele geçirmişcesine sevindikleri, sevinçlerini aynı yüz ışıltısıyla yansıttıkları ve tıpkı kendilerinden öncekiler gibi, gene çocuk doğurdukları ve onları besleyip büyütmeye başladıkları ve bütün bu olup bitenlere "dönüp duran paslı çember" diyecekken "akıp giden yaşam" adını verdikleri uyumsuz bir toplumda, yelken kulaklı bir uyumsuzdum ben.

hasan ali toptaş

efendim ben insanların çok sık yaptığı şeyleri yapmam. eğlenceye ihtiyaç duymam. zengin olmak için çalışmam. yalnızlığı sevmem. kendime tahammül edebildiğim için insanlar beni yalnız zannederler. ben aslında yalnızlıktan çok korkarım. herkes arada sırada güler ben hep gülerim. dediğim gibi sizlerin çok sık yaptığı şeyleri ben yapmıyorum. insanlar arada sırada gülüyor ve bunu zaman zaman da olsa çok sık yapıyor. ben hep güldüğüm için beni daha mutlu zannederler. doğrusu ben, beni eğlendirebilen tek insanım efendim ve gülmediğim her an için aklıma çaresizliğim gelir. insanlar yüzümdeki tebessümden beni rahat yada hoppala addediyorlar. aslında ben çaresizliğime gülerim.

----------------------------------------------------------------------------------------

"kim olduğumu biliyorsunuz, sizin kim olduğunuz ise beni ilgilendirmiyor."

"sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar."

"insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında, rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun."

"yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu.

ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. insan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. bekleyip durur insan. hiçbir şey olmaz. insan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. hiçbir şey olmaz. insan yalnız kalır. yalnız. yalnız."

stefan zweig

"artık hiç ağlayamadığımı babama söylemeyin. sakın ona, daha fazla sevmek için, ölümlerden kurtulmak için o adama aşık olduğumu anlatmayın. o adamın anıları için çok içtiğimi, daha çok kadeh kaldırdığımı, eteklerimi savurarak dans ettiğimi, kendimi kırdığım yerde bir şişe rom, bir parça ayna, ağzı bozuk bir aşk mektubu bulduğumu, pencereleri daha çok kırdığımı ne olur anlatmayın. bu geniş ama hiçbir yeri görmeyen pencereleri..."

umay umay

ben öldüm. ama ailem üzülmesin diye yaşıyor gibi yapıyorum.

--------------------------------------------------------------------------------------------------


zifiri karanlıkta önümde birden garip bir manzara canlandı. acaba hangi organım görüyordu? bunu bile tayin etmekten aciz kalmıştım. bedenimi inceliyor, kendimi yokluyordum; ama nafile, karanlıktan başka bir şey yoktu. fakat nasıl görüyordum? ne görüyordum?.. buna bir isim vermek çok güçtü. görüş alanım sınırsızdı ve sınırsız bir alana bakıyordum. bir saniyede sanki milyonlarca asırlık mesafede oldukları tasavvur edilen boyutlardaki mekanları gezip gördüğüm halde hep aynı noktada duruyordum. duyguları ve idrakı alt üst eden bu kudret, vicdanı mahveden bu azamet tüm çıplaklığıyla parlamaya başladı. kudret de, azamet de, sonsuzlukta hiç oldu. yaptım diyemediğim, yapmadım diyemediğim bu yolculukta kendimi kaybettim ve bir an hiç oldum…

         

Tütün Sarmaya Yorgun Ellerim Kimi? Nasıl Sarar?
Boğazımda O Bozuk Tad Otomatik Sigaralar
Her Şeyden Düşüp Gitmek Bambaşka Bir Uyanışa

Ama Şimdi Bu Ev Var Kediler Var…