.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
13 Şub 2012
Eze te tu car ji bir nekim, Zelo! / Bir Gün
Valizlerin, denklerin kamyonetin kasasına yüklenmesi tamamlanıyor. Kaçınılmaz an yaklaştığı için boğazıma bir yumru oturuyor. Oysa o ayrılık anını uzatmak için, elimden geleni yapmışım. Tam üç kere çişim var bahanesiyle eve geri dönmüşüm, peşimde Zelha'yla. Evde tekrar tekrar kucaklaşmışız. Birbirimize karşılıklı sözler vermişiz. Annelerinin topladıkları dağ kekikleri kese kâğıtlarına doldurulup, işledikleri oyalarla, ördükleri patiklerle birlikte anneme verilmiş, ayrılık armağanı olarak. Kader Ana'nın bazlamaları yolluk niyetine, babamın itirazlarına rağmen, zorla arabamızın bagajına konmuş. Geçen yaz jandarma çavuşunun çektiği fotoğraflarımız son anda ayaküstü aramızda pay edilmiş. Bir gece önce, örgülerimden söküp ona verdiğim kırmızı puanlı kurdelelerimi kendi örgülerinin ucuna bağlamış Zelha. Ayaklarına babamın geçen bayramda her ikimize de bir örnek aldığı rugan ayakkabıları giymiş. Son kez sarılıyoruz birbirimize.
"Seni hiç unutmayacağım," diyorum, "benim can arkadaşımsın. Kan kardeşimsin."
"Sen de benim," diyor Zelha, "sık sık yazacaksın bak! Söz!"
"Söz!"
"Haydi bin arak şu arabaya," diyor babam, kolumdan tutmuş çekiştiriyor beni. Aynlıyoruz birbirimizden. Burnumu çeke çeke kamyonete tırmanıp, annemin yanına yerleşiyorum, tavşanımın kafesini ba-caklanmın arasına koyuyor Abbas Efendi. Tam kapıyı kapatırken bağınyorum, "Durun! Durun! Durun!" "Yine ne var?" Çalıştırdığı motoru lahavle çekip durduruyor şoför. Arabadan iniyor, uzanıp tavşanın kafesini alıyorum yerden.
"Zelo, Çinçin'i sana bırakacağım."
"Bak bu çok iyi bir fikir. Neden daha önce düşünmedik," diyor, tavşandan kurtulduğuna sevinen, karnı burnunda annem.
"Sen bana her hafta yazarsın tavşanımın neler yaptığını, c mi!"
"Benim yazım güzel değil ama, seninki gibi."
"Olsun. Yaz yine de."
"Yazanm Nevo, yazarım."
Aynı laflan kim bilir kaç kez söyledik birbirimize, aynı sözleri defalarca verdik. Son bir kere daha kucaklaşıyoruz. Bizi geçirmek için toplanmış olan kalabalığın alkışlan arasında nihayet düzülüyoruz yola. Arkamızdan kova kova su döküyor kadınlar. Ben yan pencereden sarkıp el sallıyorum ve boğazımı yırtarcası na bağınyorum,
"Eze te tu car ji bir nekim, Zelo! (seni hiçbir zaman unutmayacağım)"
Zelha, gözpınarlarında yaşlar, burnunda sümükler, elinde tavşan kafesi, örgülerinde puantiye kurdeleler, ayağında yanm numara büyük ruganlan, ince bacaklarında pazen pantalonu, sıranda yeşil- turuncu çizgili yün hırkasıyla giderek küçülürken, ruhu benden kopamayıp, arabamıza doğru akıyor. Beş yıldan beri, bir ferdi olduğu kaymakam ailesinin onda oluşturduğu yaşamı algılama değişikliğinin; örneğin okula gitmek, kendi seçeceği, seveceği kişiyle evlenerek kumasız yaşamak gibi özlemlerin yüreğinde filizlenmeye başladığının henüz farkında değil. Ben ise çocukluğumun tüm masumiyetiyle hissediyor hatta biliyorum, içimden bir parçanın kopup Sarıcadam'da kaldığını. Doğanın, insanın ve hayvanın birbirine bu kadar yakın ve iç içe, insanların böylesine yalın ve ilişkilerin çıkarsız olduğu bu coğrafyayı dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağımın, garip bir önsezi ile, bilincindeyim. Canım acıyor bu yüzden.
Haydi arak, otur yerine, sarkma dışarı, camını kapat," diyor babam, "daha çook arkadaşlar edineceksin gittiğin yerlerde. Her birinden ayrılırken bu hale geleceksen, işimiz iş!"
Çocuk yüreğimi, Sarıcadam'da bırakarak gidiyorum. Göz-yaşlarım hiç dinmiyor taa istasyona varıncaya dek. Bizim yanımızda ağlamamaya çabalayan Zelha ise, sonradan duyduğumuza göre, araba gözden kaybolunca zılgıta başlamış. Hiç susmamış, kuş gibi ötmüş, incecik sesi kısılana kadar.
"Biliyor musun Zelha, ne zaman daralsam, sıkılsam tıpkı kayan yıldızlar gibi, akıp akıp Sarıcadam'a giderim hayalimde. Oraları düşününce içim ferahlar. Rüyalarımda ise seninle peş peşe koşturur dururuz dere kenarında. En huzurlu en derin uykularımdır onlar. İyi ki babamı görevi başında beş yıl unutmuşlar orada."
"İnsan o kadar uzakta olursa unutulur elbette."