.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

23 Ağu 2012

Raziye


-Seni biri görmek isdiyor, dedi.
-Benim kimim kimsem yok, dedim.
-Bir kadın...
-Anam mı?
-Değil, genç...

Gözlerim parladı. Evet oydu. Oydu ama, nasıl bulmuştu burayı?

Evet, söylemiştim ben ona, Kuruköprü demiştim, fırın demiştim...

Tabakları bırakıp koştum. Raziye'ydi... Kapkara bir manto giymişti. Yüzünde bir küskünlük, bir acılık vardı.

-Raziye sen ha, sen!
-Benim Muzo. Aramasam, sen heç aramıcaksın, dedi.
-Kız ne iyi ettin de geldin be! Kocan?
  -Boş ver dümbüğü
 -Geçiminiz iyi değil mi yoksa?
-Onun geçimi eyi amma, benimki değil. Sevmiyorum. Kuş südüynen besliyor beni... Her gün kıyma alıyor, amma nedim ben, başına çalınsın aldıkları.
-Dur, dedim, ustaya bi yalan çakayım, geleyim de gezelim!
-He, dedi. Koştum. ustaya.
-Kurban usta, babam ağırlaşmış, dedim.
-Söyle patrona, dedi, koysun garsonun birini buraya, çek git!

Gittim patrona. Adam,

-He, olur, git, dedi.

Raziye'nin kolundan tuttum.

-Nereye gidelim?
-Atatürk Parkına gidelim, dedim. Yürümeye başladık...
-Aboov kız, vallaha erkek kızmışsın be... Yandım Raziye yandım...
-Kabahat senin!
-He!
-Alsaydın beni, ona yar etmeseydin... Hemen aklıma o oğlanla seviştikleri geldi, titredim...
-Seviştiniz mi o ayıynan, diye sordum. Yanıt vermedi. Tekrar sordum:
-He, dedi. N'apacan, herif seni fino köpeği diye almadı ya, elbette dadına bakacak.
-Ayı, diye mırıldandım.
-Ayı ki, ne ayı... Hem ne sorarsın böyle şeyleri Allah'ını seversen? Aklıma getirme dümbüğü.
Durdu, yüzüme baktı:
-Toplanmışın biraz, dedi.
-Yaradı lokanta. Ekmek yemek gani... Kolumu tuttu:
-Lan kolun da bazu olmuş ha eyicene. Kuruköprü çeşmesinin karşısındaki ağaçlık tozlu yola vurduk. Issızdı
yol, istediğimiz gibi konuşabilirdik...
-Keşke, dedim, yiyecek bişey alsaydık yanımıza.
-Boş ver, dedi, kahırlı kahırlı. Ben seni görmeye geldim.
İyice yaklaştı bana.
-Lan vallaha iyice özledim ben seni.
-Ya ben!.. Bir aydır gözüme uyku giriyor mu?
-Ben de uyumuyorum.
-Ayı
-Bak gene onun lafını açtın!
-Eviniz nerde?
-Karşıyakada. Bi göz ev, içinde de bi dut ağacı var.
-Neydi kız o pamuk topladığımız günler?..
-Heye, düş...
-Heye, düş ki, ne düş...
Eski, çit duvarlı bahçe yollarına saptık.
-Belimi tutsana, dedi.
-Gören mören olur!
-Dut dut! Özlemişim seni. Belinden yakaladım.

Çit duvarlı bahçeleri geçip, fabrikanın arkasına çıktık. Üç erkek geliyordu karşıdan. Nasıl oldu bilinmez, bakmadılar bile bizden yana. Oradan sola dönüp Atatürk Parkına, arka kapısından girdik. Yüksek okaliptüs ağaçlarının altındaki kanapelerden birine oturduk.

-Kız Raziye, ne iyi ettin de geldin, dedim.
-Sabah kafama koydum, dedi.
-Neyi?

-Yanına gelmeyi... Sadece seni gördüm düşümde, gene birlikte pamuk topluyormuşuz, tarlada bizden başka kimse yokmuş. Ağlıyorsun sen, diyorsun ki, niye kadın diyorsun. Ben de diyorum ki, sen almadın beni diyorum.
Gene sen diyorsun ki, bundan sona benimsin, seni vermem kimselere diyorsun, ben de, he, seninim artık diyorum. Sabahleyin herif gider gitmez beklemeye başladım. Gitti, patates aldı geldi. yemeği yapıp çıktım. Kuruköprüde, ilkin o köşede bi lokanta var ya ona sordum, yok böyle biri dediler, sona sizin lokantaya geldim.
-Hiç korkmadın mı?
-Neden?
-Herifin seni göreceğinden.
-O kasapların ordan bi tarafa gitmez ki.
-Ya bu tarafa bi yük getirseydi?
-Getirsin... Ondan mı korkacam lan? O benden korksun, ben onun namusuyum. Bi oyun oynarsam ona?
Sözü değiştirmek için,
-Güzelleşmişin, dedim.
-Çirkin miydik?
-Yoo, sen de toplanmışın biraz.
-Dertten... Tutsana elimi!
-Gelen geçen var.
-Lan kız gibi korkuyorsun vallaha.
-Senin için...
-Benim için bir şeyden korkma artık: Koptuğu yerden kırılsın körolasıca. Ben yandıktan sonra, vız gelir bana
memleket.
-O zaman böyle postanı koysaydın ya babana?
-Destek olmadın ki bana. Ağzından bi dürüst söz çıkmadı ki...
-Niye, okumam bitince alacam seni demedim mi?
-Senesini söyledin mi?
-Belli mi?
Elimi tuttu:
-Lan biz kavga etmeye mi geldik buraya be, dedi. De hele, ne zaman buluşalım bir daha, ama böyle park mark değil...
-Hiçbir zaman, dedim.
-Niye?
-Namus!..
-Senin o namus dediğin şey kaç paralık şeydir lan? Esas namussuzluğu bize onlar ettiler. Babam etti, analığım etti, şimdi evdeki etti. Biz onlara küçücük bi namussuzluk etmişiz çok mu?

İyice yanıma sokuldu:

-Geçen gün sinemaya gittik, o filimdeki oğlanı tıpkı sana benzettim Muzo. Yüzü de sana benziyordu
vallaha. Onun da sevgilisini elinden kaçırdılar. O zaman ağladım. Sona eve geldiğimde gene ağladım.
-Tabi seninki de ağıdını dindirdi?
-Bak gene...
-Dindirmedi mi?
Gözlerimin içine bakarak bağırdı:
-Hayır!.. Yanıma yaklaştırmadım onu o gece, kaçtım yataktan.
-Nereye?
-Odanın bu yanına.
-Tabi o da tutamadı!
-Cırmakladım (tırmaladım) yüzünü.
-Hıh, cırmaklamış...
-Yahu, vazgeç bu ağızlardan da tatlı tatlı konuşalım be. Dur, vallaha az daha unutacaktım, sana ne aldım?
Cebinden bir dolmakalem çıkardı:
-İyisiymiş, dedi.
-Bulaşıkçıya dolmakalem!..
-Beğenmedin mi?
-Yoo, çok güzel! Hep saklayacağım bunu. Bununla bizim yaşamımızı yazacağım. Nasıl söyledim bu sözü
bilmiyorum, romandan mı, filmden mi?
Ağlamaya başladı.
-Sus, dedim, ağlama!
Hıçkırmaya başladı, yanağını tuttum:
-Seni çok seviyorum, dedim.
-Ben de. Ne yapsak, ne bok yesek? Hey Allah'ım, nettik biz sana?
O sırada bir şalgamcı geçti oradan, bembeyaz çinko kovasıyla,
-Hadi şalgam, daneli şalgam, bağrıyanıklara keskin şalgam, diyerekten.
-Ağlama, dedim, şalgamcı hep sana baktı durdu.
-Baksın dümbük, ben ona mı ağlıyorum?
-Okula gitmiyorum, dedim.
-Biliyorum, dedi.
-Ama babam bi iyi olsun, gelecek yıl gidecem. Bıktım bulaşıkçılıktan, her tarafım yemek kokuyor. Sana da kokuyor mu?
-Senin kokun olsun... Olsun da tek yemek koksun.
-Ayakkabın da pek güzelmiş kız ha!
-Yere girsin ayakkabısı... İçimde de carse gömlek var, o da yere girsin. Hiçbi şeyde gözüm yok, senden başka...
Durdu, biraz sonra:
-Kalkalım mı, dedi.
-Otursak daha, dedim.
-Gidelim kurban.
-Sen bilin.


Kalktık... Yine o tozlu yollardan geriye döndük. Öpüştüğümüz yere sakladık umudumuzu, ama yine her zaman  olduğu gibi umduğumuz dağlara karlar yağdı, iki adam çıktı karşıdan, öpüşemedik o çitin yanında. Üstelik söz  de at tılar Raziye'ye,

-Gurban olak o beyaz bacaklara, diyerek...
-Uyma o itlere, dedi Raziye.
Kuruköprünün oraya geldik.
-Yarın gene buluşalım, dedi.
-Sonu, iyi olmaz bunun Raziye, dedim.
Duymadı bile...
-Yarın nereye geleyim? diye sordu.
-Şu çeşmenin karşısına, dedim.
-Alasmaladık.
-Güle güle!
Saat usuma geldi, ardından seslendim:
-Saat üçte... Yok değil, iki buçukta.
Güldü gitti...

Unutmuşum patrona attığım yalanı, sırıtarak içeriye girince Gaziantepli patron,

-Lan oğlum, galiba miras çok büyük, dedi.
-Niye abi?
-Heç, gülüyon da...
-Gülerim tabi.
-İnsan babası can çekişirken güler mi?
-Niye gülmesin abi?
Babam öteki dünya ya gitti, aynı trenle döndü geldi, insan sevinmez de n'apar?
-Demek baban öldü dirildi?
-Ne diyorsun, anam gözlerini kapayıp çenesini çattıydı bile.
-Lan deme be! Bak efendi Allah'ın işine! Öldürmeyen Allah öldürmez işte.
Peki, gaç dakka galdı ölü?
-Bi saat...
-Allah Allah!.. İlaç dokdor mokdor?
-İstemez, iyiyim dedi.
-Lan isden mi bunun üsdüne herif dipdiri eyi olsun?
-Allah Ökgeş abi, Allah!..

Mutfağa girdim. Silik garson, ne vardı yani tabakların hepsini yıkasan, elin mi kırılırdı? Dağ gibi yığmış gitmiş. Ama olsun, dağ gibi değil, sıradağlar gibi olsun, vız gelir bana. Görmüşüm ki bugün Raziyemi, öpmüşüm ki bugün Raziyemi, ulan koca, koskoca lokanta, şöyle bir duvarına versem belimi yerinden oynatırım seni alimallah!..

Tutturdum bir şarkı, hem söylüyor, hem de bulaşıkları yıkıyorum. Usta girdi içeri,

-Lan bu keyf ne, dedi.
-Daha ne olsun usta, babam öldü de dirildi, dedim.
-Ha, babayın doğumu şerefine türkü söylüyon?
-Heyya!
-Lan get başkasına yuttur.
-Essah usta, öldü de dirildi.
-Olmaz lan, ağaç mı bu?
-Oldu işde, hikmetihuda...
-Soluğu kesildi mi?
-Kesildi ki hem de nasıl, bi öttü borazan gibi, ondan sonra tamam, ses soluk hak getire!
-Heç nefes almadı?
-Almadı...
Yüzüme kuşkulu baktı:
-Lan söyle nereye getdin, dedi. Sen bunu salak patron Ökgeş'e yutturun amma, bana yutturaman.
Güldüm:
-Söyleyim mi usta?
-De lan söyle! Soğansız yemek olmaz, yalansız yiğit olmaz demişler.
-Sevgilimnen buluştum.
-Bak sen!.. Nasıl?
-Ne nası!?
-Şey lan, şey yani zengin gızı mı diyecektim?
-Hiç zengin kızı olur mu? Benim gibi, tiri tak tak şahi merdan.
-Evlenecek misiniz?
-O evli ki...
-Ne?
-O evli.
-Ne biçim iş lan bu?
-Biz önceden sevişiyorduk senin anlayacağın Fazlı Usta, sona o evlendi, şimdi kocasından memnun değil.
-Şindi sana geldi, ye Memet ye, he?
-Ne Memedi?
-Lan anlıyon ya, gırgır geçiyon. E işde, yedirecek sana.
-Neyi?
-Ayvayı... Kendini teslim edecek lan.
-Ama ben öyle bişey istemiyorum ki...
-Niye?
-Evli, olmaz...
-Oha gaz!
-Kim?
-Sen... Hem de gazların şahı. Sen yemezsen yarın başga biri çıkar yer oğlum, elde gıran çook.
-O kız öyle kız değil ki...
-Değildi de, niye geldi yanına?
-Beni çok seviyor.
-Gız güzel mi?
-Çok güzel, sarışın.
-Sarışınların hepsi güzel olurlar, artis gibi olurlar.
-O da artis gibi.
-Gondun desene! Ee oğlum, bizden geçdi artık, bil ki bu dünyada ne yaparsan kar... Adam ölmüş gitmiş öteki dünyaya. Allah sorguya çekiyormuş onu. Sormuş, cara içen mi, yok demiş adam, hiç içmem. Gene sormuş Allah, peki içki içen mi, yok demiş, damlasını ağzıma gomadım. Peki, gadın gız demiş, bi tekine bile yan bakmadım. O zaman seslenmiş Allah Cebrail Aleyhisselama, bana ordan iki dene ganat getir demiş. Adam sevinmiş, Yüce Tanrım yoksa beni melaike mi yapacan, diye sormuş. Yok demiş Allah, sana iki dene gaz ganadı dakacam. Usta bu fıkrayı söyledikten sonra:

-Bari gız garı işimiz yok, içkimiz olsun, dedi ve kocaman şarap şişesini sirke şişesinin yanından alıp, tasına doldurdu, içti.
-Gocasına yakalanma da, bak dalgana, dedi. Herif böyle bişeye layık olmasa, gız gelip de sana yalvar yakar olmaz. Şunu bil ki, hangi avrat yoldan çıkmışsa, adamı layıktır bu işe. Çok kez avradı orusbu yapan heriftir.
-Ama usta!
-Yok oğlum, seninkine bi laf yok, o zemzemnen yıkanmış.
-Öyle iyidir ki usta. Bak, bana dolmakalem bile almış.
-Peki, sen ona ne alacan?

O anda usuma geldi:

-Heyya, usta ne alsam?
-Lan oğlum, gız hediyeyi alırkene bana mı sordu sen bana soruyon? Ne alırsan al, garı gız milleti daha çok
ıncık boncuktan hoşlanır.
-Bi küpe ha usta?
-Al!.. Sallananından al!
-Yaşşa be usta, sen ne iyi adamsın!
-Ee oğlum, bilmem ki, sahiden ilerde okuluna devam eder okur adam olursan beni anar mısın bir gün?
Anarım Fazlı Ustacığım, anarım... Adam olmasam da anarım, olsam da anarım. Nerdesin kim bilir şimdi sen?
-Hem, dedi, gapları bitirir bitirmez get al, yarın fırsat bulaman almıya.
-Sağ ol usta!
O gece avluya girince Cumali Emminin odasına bakıp,
-Nah lan, dedim, kızı başkasına verdin de eline ne geçdi? Bak, kız gene eninde sonunda benim oldu.
Bir de tükrük fırlattım o yana.

Zıkkımın Kökü / Muzaffer İzgü