.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

2 Ara 2012

Teğel




Karşıyaka karanlık, erken geldi ayrılık...
Ankara ağıdı


Kurşun kafaya girince beyin fişkırmıyor, yok öyle bir şey, sadece küçük bir delik açılıyor, o delikten bir çeşit ağdalı kan akıyor, hemen de ölmüyorsun, hatta birkaç kelime çıkıyor ağzından, "siktir be" mesela, "vay anasını" ya da, "tonbalığrna bayılınm" misali, "sana da girdi mi lan bana giren" gibi veya, en azrndan açık havada hep öyle oluyor, kaç terörist gördüm, kaç asker, kafasına kurşunu yiyen, hep öyle oluyor, bir küçük nokta, delikçik, neşeli bir delik, kasvetli bir akıntı, üstelik, nerede filmlerdeki o afili patlama, "pıt" diye bir ses, öyle küt, güdük, salak bir ses sadece, dedim ya, beyin falan hak getire, filmciler mi götünden uyduruyor, yoksa beyin mi yok insanda, anlaşılır şey değil o filmleri var ya, topunu makara makara...

Lakin kapalı mekanda öyle olmuyor muymuş ne, srkıveriyorlar kurşunu Onüç'e, tam beyin banyosu, yani, acayip bir şey, beynin kokusu yok, kanın var, pas kokusu gibi kanınki, lakin beyin kokmuyor, iyi biliyorum, ona bulanıyorum zira, horttadanak ölüyor Onüç, dili dışanya firlıyor, öyle komik, yığılıyor yere çuval misali... Parmağımla dokunup badimin cesedine, başlıyorum saydırmaya: Bana yamuk ha, ulan kardeş dedik bağnmıza nakşettik lan, yapılır mı bu bana lan...

Duruyorum sonra, soruyorum: Annem nerede? Elinde fidye ücretiyle, yüzünde evlat hasretiyle annem neden çıkmıyor ortaya? Nereye sakladınızlan annemi? Anne falan yok, kimsenin annesi yok, anneler uçmuş, göçmüş, bitmiş.

Duruyorum, sonra devam ediyorum sorlnaya: Peki beni, yani seni niye öldürüyorlar lan Onüç, ha? Hadi beni, yani seni öldürüyorlar, beni, yani seni neden öldürmüyorlar? Ulan beni de inandırmıştın lan o boktan kelime oyununa. Fidye nerede lan, midye nerede... Fidye midye yoksa, ne var o zaman, ne oluyor lan?

Bir sürü deliği vardı, elbet birinden girilecekti. Lakin o kadar kolay Çeğildi. "İnsan"ın manasını unutan, böyte yan basardı işte. Delikler pislik doluydu. Arkasından zorladık, saplanıp kaldık kokusu dayanılmaz bir bataklığa, güç bela kurtulduk. Önünden denedik, neredeyse ı[ık sarı sıvılarda boğulacaktık. Burnundan girdik ve öyle bir ağdaya bulandık ki, kendinizi zor attık dışan. Geriye bir tek kulak kalmıştı, tedbiri elden bırakmadık bu kez, önce iyice tetkik ettik, buradaki pislikler azdı, yolu tıkamıyordu, öyle pul pul duruyorlardı ötede beride. Büyük A'ya sığınıp dehledik kendimizi içeriye. Kalbinin tam orta yerinde, zarafetle pıtlayan ruhunu giyinecektik ki, bu kez de asilerden yırtamadık.

İnsanrn ruhuna erişeceksen, deliğinden değil yarasından gireceksin.

Yeryuvar' da biz ilk bunu öğrendik. Açıklık bir alanda açıyorum gözlerimi, yanrmda ölü Onüç, hertarafimda onüç,ün beyni, kuşsuz kervansız bir yer, ama postacısı var.Mucizevi bir mektup gibi çıkıveriyor karşıma küçük onüç.

Hadi kalk, diyor, gidiyoruz,
Diyorum, nereden çıktın sen ve neden böyle parlıyorsun manyak gibi?
Kanştırma orasını, diyor, anlatrım, kalk hadi,
Ama, diyorum, bari gömelim şu sahtekar badimi,
Gömmesek olmaz mı, diye soruyor, geç kalıyoruz,
olmaz,diyorum,olmaz,çürüsün mü buralarda adaşın?
Çürümesin adaşım, diyor,
Gömüyoruz utıytıtonüç'ü, küçüğün çantasındaki mektuplaıı da yanına.
Öte tarafa giderken oyalansın maksat,

bütün Netamiye'de yanağı yaralı iki postacı vardı",ilk buıduğumuz postacı kocaman bir ailenin mensubuydu, büyük büyük annesi bile hayattaydı, aradığımızln o olmadığını görür görmez anladık...

Dğeriyetimdi,bizimkiydi,yani vücudumuzdu,kebaplar yiyip dondurmalar yalayacak küçüğümüzdü", Yanağına ıslak bir öpücük kondurduk ve doğruca ruhuna seyahat ettik...

Mezarın üzerine koyuyorum irice bir taş,elim yüzüm tozlu topraklı beyin, sonıyoium küçük onüç,e, beyin nasıl bir fiskiyedir ki, açıklıklarda fişkırmaz, fişkınr dar mekinlarda, Dar mekanda savaş olmaz,diyor, savaşta da beyne ihtiyaç olmaz.

İçini çekip kederle gülüyor Sonra,ufku gösterip,hakikat orada, diyor, yolu da sen biliyorsun.

Diyorum ki, firariyim ben, hakikat de yollar da bana bela.
Sen seçildin, diyor, kaçak değilsin artık, uğradın ilüi affa.
Diyorum ki, allameyi cihan olsan affetmez ordu.
Orduyu unut, dİyoç unut savaşı da.
Siktir lan, diyorum, sen unut sıkıysa...

Hakiki aday olsa, ağzı bu kadar bozuk olmazdı.. . Zatenadaylar böyle çirkin de olmazdı...
Ah o muhterem kardeşi ne güzeldi... Ah onu kucaklayıp kurcalamak her cefaya değerdi...
Herhalde öyle güzel olduğu için Büyük Atez almıştı onu yanına...
İdare edecektik kalanla... Zira Yeryuvar bizim için bir muammaydı...
Yer, yukarıdan göründüğü gibi değildi, tam olarak yuvarlak bile sayılmazdı...
Halimize bakmadan hakikate talibiz, ııma ne yol biliyoruz ne iz...
Hadi bakalım yoktan var ettiğimiz Numune, söyle şimdi, nereye gideceğiz...
Değil mi ki biz yutturduk dlemlere seni aday diye, artık yol da senin söz de...

Har / Murat Uyurkulak