Soğuk bir Kasım sabahıydı. İlk kar yağmıstı. Bir adam, dördüncü katta Kramgasse'ye bakan balkonunda, üzerinde uzun deri paltosuyla ayakta duruyor, asağıda uzanıp giden bembeyaz caddeyi ve Zahringen Çesmesini sey-dediyordu. Doğuya baktığında St. Vincent Katedrali'nin narin çan kulesini, batıya baktığında da Zytgloggeturm'un yuvarlak çatısını görebilirdi. Ama o ne doğuya bakıyordu, ne de batıya. Gözleri asağıda, karın üzerinde duran küçük, kırmızı bir sapkaya takılıp kalmıstı. Düsünüyordu. Kadının Fribourg'daki evine gitsin mi? Elleri balkonun madeni korkuluklarını kavramıs, düsünüyordu. Gitsem mi? Onu ziyarete gitsem mi?
Onu bir daha görmemeye karar veriyor. Kadın çok yanar döner ve onu hep elestiriyor. Hayatını cehenneme çevirebilir. Belki de onunla ilgilenmeyecek bile. Kadını bir daha görmemeye karar veriyor. Erkek arkadaslarıyla bulusuyor. Eczanedeki isine gidip geliyor. Oradaki kadın asistanının bile değil. Aksamları Kochergasse'deki biracıya gidip arkadaslarıyla içiyor, fondip yapmayı öğreniyor. Sonra, üç yıl sonra Neuchatel'de bir giyim mağazasında baska bir kadınla tanısıyor. Çok hos bir kadın. Birkaç ay içinde kadına yavas yavas tutuluyor. Bir yıl sonra kadın gelip onunla Bern'de yasamaya baslıyor. Sakin bir hayat sürüyorlar. Aare kıyısında yürüyüslere çıkıyorlar, birbirlerine yoldas oluyorlar. Mutlu bir sekilde birlikte yaslanıyorlar.
İkinci dünyada, uzun deri paltolu adam Fribourglu kadını yeniden görmesi gerektiğine karar veriyor. Onu yeterince tanımıyor bile. Kadın belki çok yanar döner. Davranısları biraz hafifmesrep ama gülümsediğinde yüzü öylesine yumusak ki. Hele o gülüsü, sözcükleri ustaca kullanısı... Evet, muhakkak onu görmeliyim diyor adam. Kalkıp kadının Fribourg'daki evine gidiyor. Kanapede yanyana oturuyorlar. Birkaç 'dakika içinde yüreğinin yerinden kopacak-mıs gibi attığını hissediyor. Kadının bembeyaz kollarını gördükçe dizlerinin bağı çözülüyor. Çılgınca, ihtirasla sevisiyorlar. Kadın onu Fribourg'a tasınmaya ikna ediyor. Adam Bern'deki isini bırakıyor. Fribourg Postanesi'nde çalısmaya baslıyor. Kadının askıyla yanıp tutusuyor. Her öğlen eve geliyor. Yemek yiyip sevisiyorlar. Tartısıyorlar. Kadın, daha çok para gerek diye yakınıyor. Adam yalvarıyor. Kadın, evdeki kap kaçağı adama fılatıyor. Yeniden sevisiyorlar. Sonra adam Postanedeki isine dönüyor. Kadın onu terk etmekle tehdit ediyor. Terk etmiyor ama. Adam, kadın için yasıyor ve çektiği acıdan mutlu.
Üçüncü dünyada, Adam, kadını görmesi gerektiğine karar veriyor. Onu yeterince tanımıyor bile. Kadın belki çok yanar döner. Davranısları biraz hafifmesrep ama gülümsediğinde yüzü öylesine yumusak ki. Hele o gülüsü, sözcükleri ustaca kullanısı... Evet, muhakkak onu görmeliyim diyor adam. Kalkıp kadının Fribourg'daki evine gidiyor. Kapıyı kadın açıyor. Mutfak masasında çay içiyorlar. Kadının kütüphanedeki isinden, adamın eczanedeki isinden söz ediyorlar. Bir saat kadar sonra kadın bir arkadasına yardım etmeye gitmesi gerektiğini söylüyor. Adama veda edip elini sıkıyor. Adam, Bern'e, otuz kilometre gerisin geri, Bern'e dönüyor. Yolda, trende içinde bir bosluk. Kramgasse'de dördüncü kattaki dairesine çıkıyor. Balkonda durup asağıda karın içindeki küçük kırmızı sapkaya dikiyor gözlerini.
Bu üç olay zinciri de gerçekten, aynı anda oluyor. Çünkü bu dünyada zamanın, tıpkı uzay gibi üç boyutu vardır. Nasıl bir cisim, yatay, düsey veya boylamasına üç, doğrultuda hareket edebiliyorsa, aynı biçimde üç doğrultudaki gelecek içinde de yer alabilir. Her gelecek, değisik bir zaman yönünde hareket eder. Her gelecek gerçektir. İster Fribourg'daki kadını görüp görmemek üstüne olsun, ister bir paltoyu alıp almamak üstüne, her karar anında dünya üç dünyaya ayrılır. Her birinde aynı insanlar bulunmaktadır ama bu insanların kaderleri farklıdır. Zaman içinde, sonsuz sayıda dünyalar vardır. Bazıları, her muhtemel kararın gerçekleseceğinden dem vurur. Böye bir dünyada, insanlar yaptıklarından nasıl sorumlu olabilirler ki? Bazıları da, her kararın takipçisi olmak gerektiğini savunurlar. Böyle olmazsa kaos olur derler. Böyle insanlar, her seyin nedenini bildikleri sürece, çeliskili bir dünyada yasamaktan hosnutturlar.
Alan Lightman / Einstein'in Düsleri