.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

27 Haz 2016

Fleurie - Breathe


''herkes güzel bir hikâyenin konusu olabilir" demişti bir seferinde dedem. ama bu, mutlu olacağı anlamına gelmez..

                              

olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasinda bir boşluğum..

Duvar



Hücre duvarlarıyla boğuşma.
Sonuç: Berabere.
Kafka

Biliyorum bu duvarı benim için yapmışlar. Bilmediğim bir şey var: ben içindeyken mi örülmüş, yoksa dışındayken mi?
Boyuma bosuma göre ördükten sonra mı beni getirip içine attılar. Atmış olmalılar. Evet. Çünkü kapısı ve penceresi yok bu duvarın. Yuvarlak (köşesiz) bir duvar. Işık yukardaki, pencereye demeye dilimin varmadığı bir delikten süzülüyor.
Yiyeceklerimi, içeceklerimi de ordan atıyor olmalılar. Kim atıyor bilmiyorum. Yüzlerini hiç görmedim. Seslerini hiç duymadım. Dış dünyanın hiçbir sesi girmiyor buraya. Yalnız insanların sesi değil, hayvanların sesi de. Doğanın sesi de.
Ne bir rüzgâr uğultusu ne bir dalga sesi. Ne bir gökgürültüsü ne de bir – Hiçbir ses.
Benim de bir zamanlar, bu duvarın dışında yaşamım vardı. Olduğunu sanıyorum, her ne kadar ansımıyorsam da, olmalı. Hayvanlar, insanlar dediğime göre.
Rüzgârın uğultusunu, dalganın sesini ansıdığıma ve adlandırdığıma göre.
Sözcükler. Burda tek başıma, kendi kendimle ya da duvarla konuşurken kullandığım sözcükler. Daha önce bir yaşamım olmasaydı nerden bulabilirdim onları? Yetersiz de olsa. Ki öyle.
Ama bu önemsiz.
Önemli olan buraya nasıl düştüğüm.
Uyurken getirip atmış olmalılar buraya.
Ya da ilkin uyutup, sonra attılar. Bu da önemsiz.
Önemli olan niçin buraya atıldığım.
Herhangi bir şey için olabilir. Demek bu da önemli değil.
Burdan çıkamayacağımı biliyorum. Başlangıçta bir çaba harcadım. Ama bunun hiçbir işe yaramadığını gördüm. Bu duvardan başka engelim yoktu. Ama o taştı, bense et ve kemik. Ve beyin. Hiçbir işe yaramayan.
Taş yendi. Hayır yenildi. Başaramadım. Yalnızca bu.
Duvarı yokluyorum. Taş bir duvar. Senin duvarın. Yani benim.
Üzerine hiçbir şey yazacak, kazıyacak durumda da değilim. Elimde hiçbir şey yok. Tırnaklarımsa yeterince sert değil. İlk günler bağırırdım. Sonra bunun da boşa bir çaba olduğunu anladım. Duvardan başka duyan kimse yoktu beni. Duvarsa dilsiz.
Burda yaşıyorum.
Duvarla çevrili, duvarla karşı karşıya. Duvarla baş başa.
Çaresiz bile değil. Ne o ne ben.
Bir gün öleceğim. Çok yakında. Belki. Umarım.
Bu durumda duvar tek başına kalacak. Bensiz.
Benim ölümüme neden olması (öyle ya, o olmasa ya da böylesi yüksek ve sağlam olmasa burdan çıkıp kurtulabilirdim) ne onun yengisi, ne benim yenilgim olacak bu. Ben yok olacağım. O tek başına kalacak. Sonra bir gün o da çökecek.
Çökmeyen yapı mı var?

Devam / Ferit Edgü

Şu Ölümlü Dünyada



“Başınıza geldi mi, bilmiyorum, yüzlerce kez duyduğunuz bir söz, günün birinde sizi en zayıf yerinizden vuruverir. Sanki ansızın yolunuzu kesmiş, çölün ortasında bir atlı gibi karşınıza dikilmiştir. Öylesine kullanılan bu söz gibi: ‘Şu ölümlü dünyada…’ Birden taş gibi ağırlaşır, dibine kadar battığınız dünyaya bakakalırsınız.

Başınıza geldi mi, bilmiyorum, günün birinde eliniz ayağınız kesilir, soluğunuz tükenir. Sıkça kullanılan bir deyimle kendinizi boşlukta asılı bulursunuz. Belki ilk kez boşluğa, boşluğun kaynağına bakmışsınızdır, ya da o size bakmıştır. Dünya soğur, ıssızlaşır, çölleşir. Maskeler düşmüş, yüzler belirmemiştir. Ya nesneler, ya da bakışınız ağır, yağlı bir tabakayla kaplanmış gibidir. Bu boşluğa nasıl dalıp da kendi yaşamınızı arayacağınızı kestiremezsiniz.

Günün birinde, kendinizi boşluğun yaylım ateşinde, görüntüler biçiminde yağan mermiler ortasında bulursunuz. Kollarınızla başınızı korursunuz. Tuhaf, önemsiz, gereksizsinizdir, tüm yenilenler gibi. Güç bela edindiğiniz bir çift kanat, bir duvardan ötekine çarpa çarpa kırılmıştır; kim bilir hangi rüzgara kapılmış kendi deneyiminizin merkezinden çok uzağa savrulmuşsunuzdur. Bir zamanlarki ‘ben’inizin, soluk bir tıpkıbasımına dönüşmüşsünüzdür. Çığlık atarsınız, üzerinizdeki çığ, yalnızca dışarının seslerini taşır. Yorgun bir bakışla tararsınız dünyayı, uçsuz bucaksızlığına bunca acıyı nasıl sığdıracağınızı bulamazsınız. Kutsallığı bildirilmiş Söz’e çok fazla inanmışsınızdır belki, oysa karşınızdaki yüzün acımasızlığına çarpıp ölü sinekler gibi dökülür cümleleriniz, döküldükçe birer yalana dönüşür. Kim bilir hangi açlıkla tüketilmiş, hangi doygunlukla bir kenara itilmişsinizdir… Ancak damla damla, öldürmeyecek dozlarda sızmasına izin vereceğiniz gerçek, evrensel haksızlıkla giriştiğiniz suç ortaklığıdır. Hayatın aleyhine açtığınız davada, tek bir tanık yoktur ki masumiyetinizi savunsun.

Aslı Erdoğan / Bir Yolculuk Ne Zaman Biter