.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

12 Eki 2020

“Bütün hayatımca cezalıydım. durmadan bir kafesin içinde dolaştım.''

 


Ölümüyle ilgili 'aramızdan ayrılışı' diyemiyorum. zira o bu dünyadan göçtüğü vakit ben henüz sahne almamıştım. aynı sahneyi paylaşamadık belki fakat aynı senaryo içinde oynayan oyuncular sayılırız bir bakıma. o'nun ayak bastığı sahnede dönüp dolanan bir pervane olmak, yanacak olmanın acısını tahfif ediyor.

ne zaman o'nun yaşadığı zaman dilimine dair olay, kişi, film, müzik vs. ile karşılaşsam, "acaba o bu konu hakkında ne düşünmüştü?" diye düşünmeden edemiyorum. tutunamayanlar'ı bitirdiğim günden bugüne senelerdir o'nu doğrudan ya da dolaylı düşünmeden geçirdiğim tek günüm yok. bu bakımdan değerlendirirsek hayatımdaki en önemli insan olmuş. 40 senelik müdde-i ömrümüz nazarı itibara alındığında bu denli düşünülmüş kimse bulunmaması nazariyemizi doğrular niteliktedir.

 tanrı sana en güzel bahçelerini açsın. içinde bir de düşünme koltuğu olsun; tam da göğe bakma durağı'nda dursun.

                                               ''tek başına bir tadı olmuyor başarısızlığın.''

Bugün doğum günü Oğuz Atay'ın. böyle birini anadilde okuyabiliyor olduğumuz için çok şanslıyız bence. ara sıra, canım sıkıldıkça altını çizdiğim yerleri kaydediyordum kenara. derledim topladım, bugüne kısmetmiş paylaşmak.

0. sonun başlangıcı

1. eşyalarınıza alışamadım, yadırgadım onları.

2. hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu.

3. herkesin belli bir işle uğraştığı bu kocaman dünyada oradan oraya sürüklendin canım kardeşim benim. necati'nin işi oyun yazmaktı. küçük burjuva alışkanlıklarını yenen son oyununu hatırlıyor musun? oyunun yarısında çıkmıştım. sen bütün oyunların yarısında çıktın aslında.

4. senin işin neydi onların arasında? ne yapıyordun? hiç bir işim yoktu. bu nedenle sevmezlerdi seni işte. bu nedenle aldırmadılar sana. senin ne işin vardı orada? herkesin işine karıştın, işin olmadığı halde. ölmek bile kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir. kendine oyunlar buldun: başkalarının katılıp katılmadığına aldırmadığın oyunlar. herkesi yargıladın bu oyunlarda. bu arada beni de yargıladın, bana da haksızlık ettin.

5. hayat, düşünceleri tutan bir hapishanedir, insan can sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir robotum. uyuyakaldı.

6. papatyaları çok iyi hatırlıyordu.

7. turgut, içinde ifade edemediği tatlı bir duygunun varlığını duyarak direndi: "hayır, sen gene anlat selim, sen başka türlü söylersin."

8. "bizim için hüküm hep aynıdır. kısa bir hükümdür: beklediğimiz ve inanamadığımız bir hüküm. yalnız bizim için çıkarıldığını sandığımız, oysa sayısız kopyası olan ve ayrıntılara inmeyen bir hüküm. biraz para verilince, biraz tatlı davranınca yumuşayan ve gene de aslında hiç bir biçiminin bizim için önemi olmadığını bildiğimiz bir hüküm." turgut kendine acıyordu.

9. pencereye yaklaştı, perdeyi hafifçe aralayarak dışarı baktı: karşı evlerin turgut'a sırtını dönmüş arka cepheleri: çizgilerini yumuşatmayı bilememiş kütleler; çirkinliklerini rüyadan yeni uyanmış bir insana, sadece var olmalarıyla unutturan gerçek hacimler... turgut, bütün bunları o sırada mı düşündü, yoksa sonradan, o anı hatırladığı zaman, öyle düşündüğünü mü sandı? bilemedi: çünkü o zaman henüz olric yoktu. henüz durum bugünkü gibi açık ve seçik, bir bakıma da belirsiz değildi. bir cümle kaldı yalnız aklında: "güzel bir gün ve ben yaşıyorum."

10. yaşasın papatyalar, canım papatyalar. seviyorum sizleri. sizler ki bütün kış, toprağın altında, yalnız bizi düşünürsünüz ve ilkbaharda hemen seriliverirsiniz ayaklarımızın altına. canımlarïm benim. seviyorum sizleri insan kardeşlerim. durup dururken seviyorum işte. sevip duruyorum. kollarımı açıp bütün insanlığı kucaklıyorum. papatyalar gibi sizi koparıp göğsümde tutmak istiyorum.

11. can sıkıntısı, selim'in önemli bir derdiydi.

12. başkalarına söyleyecek bir sözüm olması için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiç bir sorunu çözemez.

13. kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.

14. canım selim! nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için.

15. benim de hiç kimseyle olmak istemediğim anlar yok muydu? içimden ona hak verdim; kendime yükledim suçu her zaman olduğu gibi.

16. "piyano çalmayı çok isterdim" dedi donuk bir sesle. şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. bazen şiddetli bazen yavaş basardım onlara. kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? kelimeleri, daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var.

17. beklemesini bilmiyorum. masanın yanındaki aynaya takıldı gözü. orada zavallılığını gördü, "büyük ve güzel" şeylerin yokluğunu gördü yüzünde.

18. inanmıyorlar ki, elle tutulur deliller istiyorlar. yok canım, o kadar değil, diyorlar her zaman. ölmezsin, diyorlar. bu da geçer... olaylar haklı çıkarıyor onları çoğu zaman. milyonda bir de olsa yanılma, ağır ve elim yanılma sessizce belirince... milyonda bir için hayatı zehir etmeye değer mi? diyorlar onlar. onlar, biz, hepimiz... turgut ümitsizlikle başını salladı: "başka bir yol olmalıydı." dedi. "bir yol bulunmalıydı. insana bir fırsat verilmeliydi. bana, sana hiç olmazsa... bu çaresizliğe dayanamıyorum."

19.`*` "şu anda sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim." dedi: "gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda."

20. selim ışık yalnızlığa dayanamazdı. ilk bakışta yalnızlığın ve çevreyle uyuşmazlığın, yaşantısında önemli bir yer tuttuğu kolayca ileri sürülebilirdi. selim, bu yargıya da dayanamazdı. bütün dünya ona dargın olabilirdi; fakat bu aceleyle varılmış bir sonuçtu. kimse onun kadar çevresine yakınlık duyamazdı.

21. dünü, bugünü, yarını yalnızlığının dışında yaşamalıydı selim.

22. "onlar utansın sonuçtan" diye, kestirip attı. "hangi onlar selim?" dedim. "onlar işte." dedi. "onlar, canım. onlar, onlar, onlar." "öyle ya." dedim. "onlar, yani biz değil." "anlamadın," dedi birden kızarak ve oturdu, onları anlattı bana uzun uzun. ben de onları, açıklamaların uygun bir yerine ekledim. (aslında, her yer uygundu belki onlar için.)

23. `*` allahım onu neden yalnız bıraktın? neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin?

24. çamur, çamur öylece kaldı.

25. şimdi yanımda olsaydın, bütün bu meseleleri tartışsaydık. birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında. ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. eteğimin ucundan bağlandım bu düzene.

26. bırak artık bunları. sen adam olmayacak mısın? olacağım: birden gerçeği bütün çıplaklığı ile göreceğim. matematik imtihanından önce de böyle olmuştum. asistan soruları yazdırdı. hiç birini bilmiyormuşum gibi geldi bana. sanki önceden hiç duymamışım. kağıda öyle bakıyorum. nereden başlayacağımı bilmiyorum: tereddütler içindeyim. kimse de yardım etmiyor. asistan başıma dikildi. benden iki satır fazla bilmenin gururu içinde. oysa gauss'un yanında o da benim gibi bir hiç. farkında değil. "ne yapıyorsun?" dedi. "düşünüyorum," dedim. "düşünmekte geç kaldın," dedi. "daha önce düşünecektin." sorulara bakıyorum, başım ağrıdan çatlıyor. bugünkü gibi. birden gördüm. gerçekten gördüm. gauss'un sezişinin yanında milyonda bir. ama gene de seziş. matematiksel seziş. tatlı bir duygudur. harfler, sayılar direnmeyi bırakır.

27. değişebilmek. kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. dişimdeki küçük bir oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor. barınamazsın o kovukta yabancı, diyor. tükürük bezleri, o küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya çalışıyor. boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. hepsi el birliği ile uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. dilin ucu parçalanıyor, boğaz kuruyor. amaç, canlının bütünlüğünü korumak, değişmesini önlemek. yeni olan her şeye isyan ediyor vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor.

28. "kendimi bırakmalıyım." diye söylendi. direnmekten vazgeçmeliyim. yaşamalıyım ve görmeliyim. bilmediğim bu ülkeye yolculuktan korkmamalıyım. kimsenin ilgilenmediği bu silik insanların dünyasına girmeliyim. selim'in yolculuğu yarıda kaldı, aklı da... benim ne işim var onların arasında? olur mu selim? ben onları ne yapayım? onlar beni ne yapsınlar? öyle deme turgut. seni görünce nasıl sevinirler bilemezsin. benden de selam söylersin. kusura bakmayın işi çıktı dersin. onlar anlarlar.

29. sonu yoktur ki... sonu gelmez şövalye romanları gibidir bu yaşantı: en zor anlarda daima açık bir kapı bulunur girip saklanacak. ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? birdenbire: "buraya kadar." dediler. oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiç bir ağacı, hiç bir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. bütün sularda gölgeni seyrederdin. üstelik, daha önce haber vermiştik, derler onlar. her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik.

30. bütün "şey" ayrıntılarda değil midir zaten? ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde. başkalarından saklandıklarınla gelişir. fakat, her zaman güvenebilirsin ona. yalnız kaldığın, yalnız ve çaresiz bırakıldığın zaman, karşındakine her şeyini verdiğini ve tükendiğini sandığın zaman (karşındaki her şeyini alıp kaçmışsa) hemen yardıma gelir: biraz daha dayan, merak etme ben yanındayım, der. üzülme, der; her şeyini kaybetmedin. ben varım, belli etme zayıflığını; bunu da atlatırız.

31. yüzlerce insan, binlerce insan... çoğu ne kadar önemsiz, ne kadar silik. içlerinden biri selim olamaz mıydı? milyonların içinde sadece bir selim. bu tabiat kanunları ne kadar insafsız, diye düşündü. kime zararı dokunur bunun? hepsinin eli, ayağı, başı var... selim gibi. ne olur bu kadar el, ayak, baş bir araya gelse de sadece bir tanecik selim çıkarsalar aralarından; ne olur bir tane selim olsa. elimi sallar çağırırım: koca budala, derim, nereye gidiyorsun gene dalgın dalgın?

32. beni ona anlatmaz, onu bana anlatmaz. herkesin bir yeri var. gülümsedi.

33. selim'e öyle gelirdi ki bir gün bu insanlar bir araya gelecekler; önce karşılıklı bakışıp susacaklar. konuşacak söz bulamayacaklar. sonra selim'i suçlayacaklar ve dolayısıyla birbirlerini. bu adamla nasıl arkadaşlık ettin? bu adamla mı dostluk kurdun? bahsetmediğin değerli arkadaşın bu muydu? bu aptala gitmek için mi o gün bize gelmedin? sonunda birbirlerini hoş görseler de beni affetmezler, derdi fakir selim. sonunda herkes beni suçlayacak bir sebep bulur. ne istiyorlardı senden selim? belki sen çok şey istiyordun onlardan. verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar bir şeyler istiyordun. sonunda kaçıyorlardı. hayır, sen kaçıyordun. hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. insan arıyordun canım kardeşim bunda utanacak ne vardı?

34. beni moment mahvetti. gerçek katil odur.

35. hiç olmazsa düşünmeyi öğretse bana ölmeden önce.

36. genç kız karşısında oturuyor: resimlerdeki gibi soluk beyaz yüzlü, uzun boyunlu. hasta bir güzelliği var. çorap giymemiş: çıplak bacakları düzgün. elleri bakımsız: manikür yapmamış, tırnaklarını kısa kesmiş. acaba o mu? olmadığını biliyorsun. istediğim gibi düşünebilirim. çok genç, çok mahzun görünüşlü. fakat gülerken gördüm: mahzun değil. dudaklarını ileri uzatmış: çocuk gibi. iri siyah gözlerini dikmiş, inceliyor beni: korkusuz. hiç çekingen değil. hayır bu değil. selim'i tanıyor. acaba üzülmüş müdür? kusursuz bir güzelliği var. bakımsızlığının içinde daha çok belli oluyor güzelliği; odanın içinde tek parlayan yer onun teni. saydam bir ten. kendine çeki düzen verse bu kadar güzel görünmez. hareketleri o kadar ağır ki, insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla. kısık bir ses. kesik bir konuşma. kirpikleri havayı süpürüyor: uzun ve dağınık. her tarafı uçuşuyor, bu dünyadan olmayan bir şeyler var tavırlarında. aynı zamanda gizlemeye çalıştığı bir basitlik, haşinlik seziyorum. özellikle başını yukarı kaldırdığı zaman. biri, ona, bunu söylemeliydi. yazık.

37. esat'ın yüzüne baktı. esat cevap bekliyordu. demek konuşmadım, içimden geçirdim sadece. özür dilerim: bu günlerde ikisini biraz karıştırıyorum.

38. cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?

39. "kendime göre güzellikler buluyorum yaşamakta işte," dedi. gülümseyerek.

40. oyunlarından yorulmuş gözüküyordu. bütün oyunları ciddiye almaktan yorulmuştu.

41. arkadaşlarının onunla yaşadığı her olayı hatırlamalarını isterdi; çünkü o hiç unutmazdı.

42. kitaplara ithaflar yazmak, beğenilen satırların altını çizmek, sayfaların kenarına düşüncelerini yazmak selim'e kendini elevermek, insanların ortasında çırılçıplak kalmak gibi geliyordu.

43. fakat, kendisinde, gerçeklere karşı dalgın duran bu yanı iyi bildiği için, kimsenin aklına gelmeyen yersiz ve gerçekdışı kuşkulara kapılırdı. öylesine söylenmiş sözlerin altında gizli anlamlar arar, kimsenin onunla ilgilenmediği bir sırada kendisiyle alay edildiğini endişesine kapılarak azap çekerdi. bir söz yüzünden gecelerce uyuyamaz, huzursuzluk içinde kıvranırdı.

44. selim artık onun gibilerle hiç konusmayacak. aynı yanlışlığı bir daha yapmayacak. burada olduğu halde ona görünmeyecek. böyle insanlar selimi bir daha göremeyecek. o, artık, kendisini sevenlere görünecek yalnız.

45. "beni ya şımartın, ya da kapı dışarı edin!" diye bağırırdı. "yarı içtenliğe dayanmam zor benim. bir kişi mi kalacak? tamam: bir kişi kalsın." sonra gene bağırmaya başlardı: "ben günahkarım: bana vurun!" o günlerde dostoyevski okuyordu. sonra hemen mahzunlaşırdı. "ya bir kişi de kalmazsa?"

46. can sıkıntısını sessizce yaşardı benimle. bir yandan da dinlenirdi. 'can sıkıntısıyla dinleniyorum ancak,' derdi. 'sıkılırken dinlendiğimi anlamıyorum. içimin yeni heyecanlar için dolduğunu hissetmiyorum. fakat, bilmeden yeni yaşantılara hazırlıyorum kendimi. içimde bir selim ölürken kalan bütün gücüyle yeni bir selim yaratıyor. '

"birden yataktan fırlayarak bağırırdı: 'selim öldü, yaşasın selim!' 'eski selim'e hiç acımıyor musun?' derdim. 'o kadar çok selim öldü ki, hangi birisine acıyayım? ayrıca, ölülerden korkarım ben. onlardan bana ölüm bulaşmasından korkarım.' gerçekten ölümden korkardı. babasının ölüsüne bakamamıştı.

47. bazen dayanamayarak, yalan olduğunu söylerdim bunların. selim gene inanmaya devam ederdi. "insanı düşünmekten kurtarıyorsun," derdi: "bir kısmının uydurma olmasından ne çıkar?" bu hikayelere inanıp inanmadığını düşünmek istemezdi. "her gün yaşadığım olaylar daha uydurma geliyor bana," derdi "günlük yaşantımın uydurma olmasını tercih ederim."

48. "ben iç dünyama dönüyorum. orada hayal kırıklığına yer yok. " oturduğu yerden insanları tanıyamayacağını söyledim. bu tutumla kimseyle arkadaş olamazdı. "öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım," dedi. "herkes istediği kadar koşsun. beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur. oturacağım ve bekleyeceğim. yerinde oturan selim'e değer vermeyenlerin, selim'in gözünde de değeri yoktur. sen de değiştin. yapma heyecanlar peşinde koşuyorsun. zeliha'yı bir sevdiğini söylüyorsun, bir sevmediğini. neden keman çalıştığın belli değil. insan bir işle sevdiği için uğraşır, başkasına yaranmak için değil. zeliha'yı tehlikeli buluyordun, beni uyarıyordun. şimdi oturmuş onun hoşuna gitmek için keman çalmaya çalışıyorsun. bana istediğim rolü vermediği halde salih beye iyi davranıyorsun. benim tiyatrodan anladığımı söylerdin. şimdi salih beyi beğeniyorsun. hiç kimseyi anlamıyorum. insanların arasına karışıp onlara uyuduğum için de kendimden nefret ediyorum.

49. aşk bir zayıflıktı ve insanın başka güzellikleri görmesine engel oluyordu.

50. kendisi belki aşağılıktı, fakat aşağılık kompleksi yoktu selim'de. gururla söylerdi bunu.

51. şimdi yanımda olsaydı, gene ondan özür dilerdim; beni affet selim, kaderimizi değiştirmek elimizde değildi, derdim.

52. fakat, selim'de can sıkıcı özellikler vardı. tanıştığı kızları adam etmeye kalkıyordu.

53. metin ve zeliha kadar olmasa da, onun da kendine göre sıkıntıları vardı. yanlış çıkışlar yaptığı oluyordu. kıskançlık gibi modası geçmiş duygulara kaptırıyordu bazen kendini. açıklamanın başında da açıkça belirttiğimiz gibi, tarih öncesi bir yaratık olduğu için bu kusurunu hoşgörü ile karşılamak gerekir.

54. selim'in ilgi duyduğu başka kızlar da vardı. hepsi selim'i beğeniyorlardı: onun sözlerini ciddi bir tavırla ve başlarını sallayarak dinliyorlardı. çok doğru söylüyordu. ne güzel ifade ediyordu. ona hak vermemek imkansızdı. bu yaşta bir gencin böyle esaslı sözler etmesi ne güzeldi. böyle ciddi ve ağırbaşlı bir insana ancak hayranlık duyulabilirdi. başka bir şey duyulamazdı. bu nedenle bütün kızlar, bu ciddiyet ve ağırbaşlılığı kendilerine layık görmedikleri için, daha hafif genç erkeklerin koluna girerek uzaklaşıyorlardı.

55. tanrı, tutunamayanlardan rahmetini esirgemesin. bat dünya bat! sonunda metin'e de acıyacak mıydık?

56. sıkıntısını artık gizlemiyordu. kendi de bilmeden bir kurtarıcı arıyordu. sıkılganlığının geçmesi için ona yardım etmek istedim. onun gibi suratımı asarak yanına yaklaştım, konuşmaya başladım. 'benim gibi bu eğlentiye yanlışlıkla gelmediğinize göre, beni anlayacağınızı sanmıyorum,' dedi. 'ben de söylediklerimden hemen pişmanlık duyarım. en iyisi hiç konuşmamak. bakın, burada canlı ve neşeli bir sürü genç adam var. onlar sizi daha iyi eğlendirebilir.' ben, gene suratımı asarak, onunla konuşmak istediğimi söyledim.

57. "burhan'ı ben de tanıdım. yolda tanıştırdı, utanarak." "kimden utandı? burhan'dan mı? sizden mi? kendinden mi?" "neden utandığı belli değildi." yaşamaktan utanıyordu herhalde. hayata karşı ayıp oluyordu. on yüz bin şeyi birden yaşamak istiyordu. hangisine sarılsa başkasına ayıp oluyordu.

58. hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım. oyalanacak durumum yoktu. ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bugün kavgaları çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim. belki seni bir erkek anlayabilirdi selim. nasıl olur? hepimiz, birbirimizin gözünü oyuyorduk. bir kadın karşı koyamazdı: artık bana karşı konulmasını istemiyordum. doludizgin gitmek istiyordum.

59. ne iyi olduğunu bilemezsiniz gelişinizin günseli. bu bilgileri, sizden başka kime verebilirdim? yoktan neler yarattığımı görüyorsun. bütün azgelişmişliğime rağmen, elimden geleni yapıyorum. sen bir cümle söyle, ben ondan neler çıkarırım şaşarsın.

60. anlamıyorsun, derdi. bütün bu yazdıklarım uydurma. aklımdan geçenleri yazmaya cesaret edemiyorum. alışılmış kalıplar içinde bocalıyorum. kalıbım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. eriyip dağılıyorum yazarken. olmuyor. bana uzak gelen yaşantıları düzmece bir biçimde anlatmaya çalışıyorum. içinden geldiği gibi yazsan, içinden geldiği gibi anlatsan selimim. olmaz. deli derler adama sonra. hemen damgayı yapıştırırlar. daha kötüsü hiç bir şey demezler. ya da, bütün çıkardığın gürültülünün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o kadar karışmış ki sahtelikleri ayıklayıp temizleyemiyorum.

61. korkuyoruz. düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. insan olmaktan korkuyoruz. insana benzetirsek, onlara acımaktan korkuyoruz. işin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. sen de korkuyor musun günseli? senin için korkuyorum sadece selim. doğru değil. ben bunu gerektirecek bir şey yapmadım sana. bir sürü gevezelik ettim. bitmesi gerekirdi bunların artık. yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağım sanıyordum. bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. sevmek zor geliyor. alışmamışım yoruluyorum. her an sevdiğimi düşünemiyorum. bazen atlıyorum, boşluklar oluyor. bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bugün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. bütün bunlar beni yoruyor. sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. ben, her an uyanık olmalıyım.

62. sen her an uyanık olmalısın selim. herkese koşmalısın, her şeye yetişmelisin. bu görevle dünyaya tayin edildin. beş milyon sekiz yüz bin sekiz yüz yirmi dokuzda bir insana verilen bir görevin var. istifa ediyorum. dayanamadım, vazgeçiyorum. bu görev için yetiştirilmedim. özel bir eğitimden geçirmeleri gerekirdi beni. beni iyi korumaları gerekirdi. derimin ince olduğunu, güneşe dayanamayacağını bilmeliydiler. kusurlarımı hoşgörüyle karşılasalardı. sekiz kat elbisem olmalıydı. ellerim terlememeliydi; gömleklerim ütülü, ayakkabılarım boyalı olmalıydı. ben ortaçağda yaşamalıydım. sabahları, montaigne gibi oda orkestrası ile uyandırılmalıydım. özel eğitmenler nezaretinde yetiştirilmeliydim. bu hususta, sekiz yüz yirmi dokuz sayılı kanuna ek bir kararname çıkarılmalıydı. günseli'ye daha önce rastlamalıydım. içişleri bakanlığı bunu temin etmeliydi. teyzesi, bu kadar uzun zaman günseli'de kalmamalıydı. polis marifetiyle dışarı çıkarılmalıydı. bütün önemli kişilerin muhafızları var: ben yalnız bırakılmamalıydım. yalnız istemesini biliyorsunuz, ne istiyorsunuz benden? burhan'a dergiyi çıkarması için yardım etmedim mi? onun yerine sabahlara kadar oturup yazı yazmadım mı? güner'in projesini oturup çizmedim mi? karşılık olarak on lira verdiği zaman, ayıp olmasın diye almadım mı? annem üzülmesin diye, kendime bir oda bile tutmadan on yıl o iç karartıcı odamda yaşamadım mı? babam benimle övünsün diye can sıkıntımı yürürlükten kaldırıp üniversiteyi bitirmedim mi? her sözünüze başımı sallamadım mı? neymiş efendim? hiç bir işin sonunu getirmemişim. siz başlamayı bile göze almadınız. benimle içinizden gelerek hangi yaşantıma katıldınız? benimle yaşanmazmış. ne biliyorsunuz? ben bile kendimle yaşayamamışım. bu sözünüze gülmek isterdim. metin gibi acı acı gülmek isterdim. neden başaramayacak birine bu görevi verdiniz o halde? neden içimi böyle arzularla doldurdunuz? alacağınız olsun. bu dünyaya bir daha gelişimde, ikinci gelişimde bütün borçlarımı ödeyeceğim. bugün için belirtmek zorundayım ki beş yıllık plan tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. gerçekleştirmemi istediğiniz bütün hayaller, ikinci bir çağrıya kadar ertelenmiştir. herkes işinin gücünün başına dönsün. benim birinci gelişimle yarım kalan aşklarını yaşasın. yarım kalan yaşantılarını eskisinden daha çok beğensin. benim gibi biri, bir daha girmesin küçük yaşantılarına: kapıları daha iyi kapansın. herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden bir daha kimse bana başvurmasın. evde yokum. kendilerinden ümidi kestikleri için, hiç olmazsa beni yaşatmaya çalışmak gibi, "dur canım üzülme, ben seni hayal edemeyeceğin derinliklere ve yüksekliklere taşırım," gibi bir incelik göstermesinler bir daha. beni bu kadar düşündükleri için eksik olmasınlar. fakat boş yere zahmet etmesinler. boş yere değerli hayatlarını benim gibi bir solucan için harcamasınlar. boş yere, psikobilmemne yönlerini araştırmak için deneme tahtası yapmasınlar beni. ne dediniz? gene de seviyorlarmıymış beni? işte beni bu incelikler öldürüyor. batılı amcaların bulduğu bu incelikler! yalnız kendimi sevdiğim halde, bunu başkalarına sevgi şeklinde belirtmek suretiyle kendimi aldatmak ve aynı zamanda bir bakıma onların daha gerçek sayılması gereken aşklarını, bu aldatıcı aşkımın yanında önemsiz görmekle, bir kere daha kişiliğime duyduğum aşkı ve vazgeçemediğim benliğimi ortaya koymakla kendinisevengillerin birtürlügerçeklerigöremediğiiçinbaşkalarınınsevgisinemuhtaçgiller - familyasına mı giriyormuşum? ingilizler bile bu kadar inceliği bir arada düşünemez, bir yerde şaşırır. ömür boyu aylık sinir, yalnız ruhsalgerçekler bankası verir. ben de hepinizden farklı bir solucandım, kim bilir? şimdi yarısı ezilmiş, yerde yattığı için belli olmuyor. diğer yarısını yerden kaldırmak için çırpınan günseli'yi bile acıklı gözlerle seyredemiyor. gözleri, ezilen yarısında kaldı da ondan. anlayışı da o yarıda kaldı; bütün ümitleri, yaşama isteği de, mühendislik diploması da, iyi durum kağıdı da, çiçek aşısı kağıdı da, altı tane vesikalık resmi de, isa'ya sevgisi de, bilmem nesi de, yaratma hırsı da, bir türlü atamadığı değersiz evrakı da, günseli'yi okşamak isteyen elleri, ona dokunmak isteyen derisi de hep ezilen yarısında kaldı. bu yarısında sadece ölüm acılığı kaldı. bu nedenle, şimdiye kadar söylediklerimizi kısaca özetlemek gerekirse, mezar taşına şöyle yazılması uygun düşer (yazı kabartma olmasın: uzaktan dikkati çeker): şarkısı yarıda kaldı, aklı da karıda kaldı. sebep olanların gözü kör olsun.

63. camiden çıkanlar arasında merhumu tanımadan şahadet edecek birkaç kişi elbette bulunur; intihar edenlere tören yapılmaz, böyle intikamcı tanrıya tapılmaz.

64. selim kalkardı. ellerime sarılır beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadım tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim beni uyandırma

65. isa günahları affediyor her iş yolunda fakat isa günah işlemedi bunun ağırlığını bilemez

66. oysa aynı hatalar aynı aptallıklar tekrar ediliyor neden gazetecinin kızını ilk gördüğüm gün ondan hoşlandığımı söyleyemediğim halde onun da bana pek aldırmadığını gördüğüm halde ondan sonra kadınlardan uzak durmasını bilemedim

67. daima aklım bir çalıya takılacak. huzursuzluğum beni bir gölge gibi takip edecek. bu yükü taşıyamazsın, boşuna çırpınma. senin gibi bir insanla birlikte yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni, belki başka türlü olurdu. oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yığıldı ki, istesem de atamıyorum. yaşamak artık beni yoruyor. önemli bir olay yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni. insanlarla birlikte olmak, onların sözlerine cevap vermek, nasılsınız demek, içeri girerken merhaba; ayrılırken hoşça kalın gene görüşürüz demek, konuşmaları izlemek, ne demek istedi acaba, söylediğimi anladı mı? ne demek istedi acaba, yanlış bir şey mi yaptım? acaba söylediğini anladım mı? o kadar çok insan var ki, o kadar çok şey birden oluyor ki, birini izlemek isterken başkasını kaçırıyorum. birini duyarken, ötekini görmüyorum. yetişemiyorum. kan ter içinde kaldım. sigaramı yakarken ne söylediğinizi anlayamadım. kahvemi içerken kapının açıldığını görmedim. biri daha mı geldi, bir şey daha mı oldu? ipin ucunu kaçırdım. tek bir şeyi bile izlemeyi beceremedim. kapıdan çıkmayı düşünürken pencereyi kapatmayı unuttum. size gülümseyeyim derken onun elini sıkmak gerektiğini görmedim. oysa sen bakışlarınla başka istekler ifade ediyorsun. beni yeniden yaşamaya, yeniden ıstırap çekmeye zorluyorsun. yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir. hatırladıkça bunalıyorum. neden babam bizi bu karanlığa boğdu? neden bu evden bir türlü çıkamadım. neden yamalı çoraplarımı ilk giydiğim gün sokağa atmadım. neden bütün isyanlarımı kafamda yaşadım. hiç bir gerçek yaşantım olmasaydı daha kolay geçirebilirdim. zamanı yaşamak diye bir gerçek olduğunu bilmezdim. oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı tanıtmakla yaşayamadığım bütün hayallerimin gerçekleşebileceği saplantısına kapılmama sebep oldun, demek onları da yaşayabilirmişim.

68. itiraz ediyorum, itiraz ediyorum sayın başkan. oturuma son verilmesini talep ediyorum. kimse beklediğini bulamadı. bilet parasının iadesini talep ediyorum. zarar görenlerin mahkeme masraflarıyla birlikte tazminat almasını ve temyiz yolu açık olmak üzere kararın bana hemen bildirilmesini talep ediyorum. suçluyum, suçumu kabul ediyorum. cezamın hafifletilmesini istemiyorum. saygılar sunarak aranızdan ayrılıyorum.

69. günseli demekten hoşlanırdı. sigara başını döndürür, duygulanır, gülümserdi. "beni yıkın artık günseli," derdi. "üstünüze çökmeden yıkın beni. yerime cam mozaik cepheli bir apartman yaptırırsınız. size iki daire on bin lira da para verirler. geçinir gidersiniz. çok beklemeyin sonra üstümden yol geçirirler, belediyeden metelik alamazsınız. fena mı, iki daire; birinde oturursunuz birini kiraya verirsiniz. üst katımda oturun, alt katımı kiraya verin. sağlığımda bir işe yaramadım hiç olmazsa enkazımdan bir şeyler kazanırsınız. eski bir ahşap ev olmak hoşuma giderdi. yıkıcıya verirsiniz kalıntılarımı," derdi. "oradan da bir kaç kuruş geçer elinize. adamlar gelirler kapılarımı, camlarımı, tahtalarımı birer birer sökerler, tuğlalarım bile işe yarar. işe yaramayan kısımlarımı da bir kamyona koyar götürürler. o kısımlarım bile bir işe yarar, bir çukuru doldurur. sonra bir dozer gelir, bir düzeltir al sana yeni bir arsa. sağlığımda iyi kötü taraflarımı yıkıcıların yaptığı gibi ayıklayabilseydin belki içimde oturulabilirdi. fakat masrafa değmez. hangi tarafımı tamir ettireceksiniz? yıkıp yeniden yapmak daha ucuza gelir.

70. bir daha zor bulursunuz beni. ne acıklı değil mi bütün hayatınca arkadaşlığın önemini haykıran selim ışık'ın başına bunlar geliyor. oysa ben neler istiyorum. neler istiyorsun canım? insanların üstüne dünyanın bütün yıldırımlarını yağdırsam da sevilmek özlenmek istiyorum. bütün gürültümün çocukça olduğunu aslında sevgiden ilgiden geldiğini anlamalarını, öyle sanmalarını istiyorum. peki diyorlar neden yapalım bütün bunları? neden öyle sanalım? kimsin sen diyorlar. reisicumhurbaşkanı mısın? evet reisicumhurbaşkanıyım. evet, aslında bütün temel atma törenlerine, bütün açılışlara, resmi geçitlere, şenliklere, resmi kabullere, ziyafetlere, balolara, düğünlere, kokteyl partilere, anma törenlerine beni çağırmalısınız.

71. biraz daha gevezelik etmek istiyorum. yeteri kadar yazdığım halde kalemi elimden bırakamıyorum. bunu biraz da tabancayı henüz masanın üstüne yerleştirmemiş olmama borçluyum. dışarı çıkacağım. mektubu postaneye götüreceğim. engel olamamak ne yazık değil mi bana. kalan süreyi bu kadar kesin belirttikten sonra biraz daha anlatabilirim herhalde. seninle biraz daha konuşmamda kötü bir şey yok. sen de bu satırları okurken benimle biraz daha konuşmuş olacaksın, bunu düşünmek güzel.

72. en önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun. hiç bir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir, bekleyenleri utandırmışımdır. daha fazla yazamayacağımı hissediyorum. son anda acıklı bir sözle canını sıkmamalıyım. işte bu kadar, işte canım sevgilim, günseli selim.

73. fakat yanlış yollardan her zaman dönülebilir. yeter ki insan, kendisine verilen fırsatı zamanında kullanabilsin.

74. rahat koltuğundan kalktı. rahatsız olmuştu. düşünene bu koltukların faydası yok. bir sandalyeye oturdu. düşünceli görünüyorsunuz turgut. ne korkunç bir iftira. beni mi düşünceli görüyorsunuz? hiç adetim değildir: düşünmem. hayır düşünceli görünüyorsunuz. muhakkak bir sıkıntınız var. demek yakalanmak için bir tuzak bu. düşünceli görünüyorsunuz. düşünmeyince kurtuluyorsunuz. neyin var, düşünceli görünüyorsun. bu sözden sakınmalı. düşüncesiz de olma. o zaman da ne kadar düşüncesiz bir adam derler. düşünün, düşünün ama durup dururken düşünmeyin. işinizde çalışırken düşünün. ev satın alırken düşünün. yalnız, akşam evde otururken, durup dururken düşünmeyin.

75. böyle bir düzen içinde insan düşünebilir mi? büyük ve güzel şeyleri demek istiyorum. önce eşya engel oluyor, sonra şartlar: kalorifer, hizmetçi, çocuk odası. düşünmek için kendime bir daire tutsam. içinde düşünmeye engel olacak eşyalardan hiç biri bulunmayan küçük bir daire. kapıdan girer girmez ayakkabılarımı çıkarıyorum ve düşünme terliklerimi giyiyorum. odalardan hiç birinin özel bir adı yok. hepsi de sadece oda. bir odada sandalyenin üstünde, düşünme elbiselerim duruyor. üstümdekileri kaldırıp hemen bir dolaba koyuyorum ve dolabın kapağını hemen kapatıyorum. ne dolabı olduğu belli değil; dolap işte, her şey konabilir içine. her şey, düşünmeyle ilgisine göre adlandırılıyor, her şey düşünmeye yaradığı oranda önemli. orada ne düşüneceğim? kim bilir? oraya gitmeden belli olmaz. ne düşüneceğimi düşünürüm.

76. düşüncelerinden kurtulabilmek için anlatmaya, gelişigüzel anlatmaya karşı bir susuzluk duyuyordu. nasıl olursa olsun, bu zamanı, bu ağır geceyi geçirmek gerekiyordu.

77. yatağa girdi, konuşmadan kitabı açtı, okumaya çalıştı. biraz sonra, karısının yumuşak kolunu, boynunda hissetti. döndü, ona sarıldı.

o gece turgut karısıyla, bütün geçmiş alışkanlıklarını, bütün birlikte geçen yaşantılarının verdiği alışkanlıkları kullanarak sevişti. ona artık verebileceğim bir şey kalmamış olric. alışkanlıklarımdan başka verebilecek bir şeyim kalmamış ona. o ise, bütün bu uzun sevişmeyi, onu şimdiden özlemeye başlamam gibi bir duyguyla açıklıyor. oysa olric, içimde özlemini duyduğum uzak ülkemin soğukluğu, beni başarısızlığa uğratabilirdi. nermin için yeni bir durum: üzerinde fazla durmamıştır. belki biraz hissetmiştir. bu, son savaşımız olacak olric. sonu nasıl gelirse gelsin, yorgun ordumuz son savaşını veriyor. askerler, yorgun ve isteksiz. zafer ya da yenilgi onlar için aynı anlama geliyor artık. artık savaşmak istemiyorlar.

78. uzun süreden beri ilk defa o gece rüya görmeden aralıksız uyudu. belki de uyandığı zaman gördüğü rüyaları hatırlamadı, hatırlamak istemedi. belki de ilk defa uyandığı zaman, kafasında tek düşünce olmasını istedi. tek bir amaçla uyanmak istedi ilk defa: kalkmak ve yola çıkmak.

79. bugün annem dayanamadı; ne yazdığımı sordu. ona nasıl anlatsam? bütün hayatımı birlikte geçirdiğim ve beni gerçekten seven bu insana hiç bir şey anlatamamak ne kötü. ondan farklı gelişmeye ne zaman başladım? bu ayrılık nasıl doğdu? hiç anlamıyorum. bir gün baktım, iki yabancı olarak yaşıyoruz aynı evde. aslında kimseye bahsetmedim kendimden. istemiyorum da.

yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım. bana acımayın. ben kötüyüm; sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi. sizleri kıskandım, küçük gördüm, bayağı buldum: bana yapılmasını istemediğim kötülükleri sizlere yapmak istedim. fırsat bulunca da yaptım. dün gece rüyamda biri beni öldürdü. içimin boşaldığını hissettim. ben de ne işkenceler düşünmüşümdür bana kötülük edenler için.

80. dönüşte günseli'ye uğramak istedim. yolda o sıkıntı gene geldi. orada düşüp öleceğimi sandım. bir otomobile zor attım kendimi. eve döndüm. beni öyle bir durumda görmesine katlanamazdım.

81. bir silgi gibi tükendim ben. başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. ben, kurşunkalem silgisiydim. azaldığımla kaldım. bütün günüm tedirgin bir beklemeyle geçiyor. gelecek mi? gelmeyecek mi? ne gelecek? bilmiyorum. adını koyamadığım bir şeyden korkuyorum. soyut bir korku içimi dolduruyor. bu korkuyla uyanıyorum ve bekliyorum.

82. hastaneden dönerken günseli'ye uğradım. beni görünce sarardı. on beş gündür sakalımı kesmiyordum. saçlarım da uzamış. isa'ya benzeyip benzemediğimi sordum ona. birden kapısını çalıverdim işte. onu sevdiğimi sanıyorum. heyecanlanıyorum günseli'yi görünce. ona durmadan günseli demeyi seviyorum. günseli. günseli. korkularımı ve hastalığımı unuttum onun yanında.

83. dünyada sevdiğim her şeyden uzaklaşmaktan korkarken onu öpmeyi nasıl isteyebilirdim? belki de bir kadına korkularımı anlatmaktan utandım. erkek de olsa utanırdım belki. gözleriyle, ne istiyorsun benim sevgilim, diyordu. ne istiyorsun, bana olduğu gibi söyle canım selim, anlamasam da istediğini yaparım hemen. ben bunu istemiyordum. hayır istiyordum.

84. berber de yüzümü yorgun buldu. sakalım zor traş ediliyormuş. biraz konuşsaydık belki o da evlenmemi tavsiye ederdi. ben parçalarımı bir arada tutmak için olağanüstü bir çaba harcıyorum: tutmuş benden ne istiyorlar. selim gibi görünmenin bana neye mal olduğunu bir bilseler. yatağın içinde büzülmüş bu satırları yazarken nasıl kahramanca bir dayanma gösterdiğimi farketmiyorlar. kimse, karşısındakinin parçalanışını görmek istemiyor.

85. saat dörde doğru uyandım. sabah yaşadığım öldürücü saatleri düşündüm. bu duruma nasıl geldim? neden bana yaşamasını öğretmediler? neden bana, bizden bu kadar gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan etmedim? hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? insanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? ben insan değildim ki. yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım? beni nasıl gürültüye getirip de bu soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? onlar da bilemezdi: görünüşümle insana benziyordum. denemelerden geçmiştim. onları aldatmayı başardım. sonumu kendim hazırladım. her an ne yapacağımı söyleyemezlerdi bana. beni aldattılar; gene de suçluyum. insanların en verimli olduğu çağda tükendim. her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. bana müsade.

86. tiyatronun kapısında duran zayıf gencin sevgilisi onu atlatmasaydı bütün bunlar başına gelmeyecekti. taşralı bir tüccara benzeyen orta yaşlı bir adamla birlikte biletleri sevinerek aldık bu gençten. tüccarın yanında oturmak düşüncesinden rahatsız oldum; fakat bütün biletler bitmişti. ben o gencin yerinde olsaydım yalnız başıma girerdim tiyatroya: gelmeyen sevgiliye inat. taşralı tüccarla girselerdi, ben kurtulacaktım. olmadı. oyun başlamadan, son dakikada, bilet bulmak bir talih işiydi. bu nedenle kendimi biraz da akıllı saydım.

87. onlar bir bakıma kaybediyorlar. eksik olsun böyle kazanç. ben ölüyorum: görmüyor musunuz? yazık diye üzülecekler. fakat, haklı çıkmanın sevinci içlerini ısıtacaktır. beter olsunlar diyeceğim; oysa beter olan benim.

88. beni kötü yetiştirdiler. annem de babam da bana gerekli eğitimi vermediler. yaşamak için demek istiyorum. bana yaşamasını öğretmediler. daha doğrusu bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan, kendi bulurmuş doğru yolu. ben bulamazdım. bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. daha fazla değil, farklı. normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da, anormal dediler. ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. arkadaşlarla geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların peşinden gittim. hiç birinde tutarlılık gösteremedim. bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. bende böyle bir içgüdü yoktu. sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman, onlardan uzak durmak gerektiğini bilemedim. oysa, onlar gibi hissetmiyordum. duyduğum bu yabancılığı onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. onlar gibiydim.

89. evet, haklıydı akrabalar. ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. allah beni kahretsin ve ediyor da.

90. ölürsem daha da uslu olacağımı söyleyerek yerimden kalktım, yatağıma döndüm. kimseye, kimsenin varlığına dayanamıyorum artık.

91. kendimden utanıyorum. hiç bir işi sonuna getiremedim istediğim gibi.

92. neden korkuyorsun benden canım sevgilim? korkulacak halim mi kaldı benim?

93. bu deftere anlamsız sözler yazmak istiyorum artık. aklımı kullanmaktan ve anlaşılmaya çalışmaktan bıktım.

94. çocukluğumu hatırlıyorum. yaşamadığım çocukluğumu.


Anısına saygıyla..