.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

15 Oca 2012

notes of a dirty old man



Bütün ırmaklar yükselecek, ama her şey yerli yerinde yine de. Okullarda ellerinize cetvelle vuruyorlar ve kurtlar mısırı kemiriyor; mitralyözleri üç ayaklara yerleştirmişler ve karınlar beyaz ve karın­lar siyah ve karınlar karın, sırf dövülmek adına dövülüyor insanlar; mahkeme salonları sonun önceden yazıldığı yerler, gerisi vodvil, insanlar sorgulanmak üzere odalara alınıyor ve ya yarı-insan çıkı­yorlar dışarı ya da insanlıktan tamamen çıkmış, devrim isteyenler var, biliyorum, ama isyan sonrasında yeni hükümetinizi kurduğunuzda bir bakarsınız ki yeni hükümetiniz eski Baba'nızdır yine, yü­züne yeni bir maske geçirmiştir sadece. Şikago'da saygın basının kafasını yararak büyük bir hata işlediler bence, yarılan kafalar dü­şünmeye başlar bakarsınız ve güçlü basın (New York Tinıes'ın ilk sayıları ve Christian Science Monitör hariç) Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra düşünmeyi unuttu. AÇIK KENT gibi bir yeraltı gaze­tesini insan vücudunun bir organını bastığı için kapatabilirsin, ama bir milyon tirajlı bir gazetenin editörünün kafasını copla patlatırsan kıçını kolla, Şikago ve civarından gelecek reklamların canı cehen­neme deyip gerçekleri yazmaya başlarlar -nihayet- sonrası da kes­tirilemez, ama kilitler sağlam: Nixon ve Humphrey arasında seçim yapmak sıcak bok ile soğuk bok arasında seçim yapmak zorunda bırakılmaktır. Hiçbir yerde gerçek anlamda değişim yok. Prag olayları Macaris­tan'ı unutan çocukların hevesini kırdı biraz, kafalarında Che, bo­yunlarında Castro muskaları ile William Burroughs, Jean Genet ve Allen Ginsberg'in dolduruşuna gelip parklarda OOOOOMMM çe­kerek geziniyorlar, bu yazarlar yumuşamış, fıttırmış, kadınlaşmışlar -ibneleşmemişler, kadınlaşmışlar- ve ben polis olsam beyinlerini kendi ellerimle dağıtmak isteyebilirim, asın beni. Sokaktaki yazar ruhunun çükünü bir takım geri zekalılara emdiriyor, yazacak tek yer daktilonun başıdır, bir başınıza, sokağa karışma ihtiyacı duyan ya­zar sokağı tanımayan yazardır, yüz kişiye yüz hayat yetecek kadar fabrika, genelev, cezaevi, bar ve park hatibi gördüm. İSİM sahibi olduktan sonra sokağa çıkmak işin kolay yoludur -Thomas ile Behan'ı HAYRANLIK'ları, viskileri, tapınmaları ve .mcıkları ile öl­dürdüler, bu yolla elli kadar kişinin daha hayatlarını söndürdüler. DAKTİLOYU TERKETMEK SİLAHINI TERKETMEKTİR, FA­RELER ETRAFINI SARIVERİR. Camus'nün kalemi akademiler­de konferans vermeye başladıktan sonra sustu, vaaz vererek başla­mamıştı Camus, yazarak başlamıştı; trafik kazasından çok önce öl­müştü zaten. Arkadaşlarım bana "şiir dinletisi versene, Bukowski?" diye sor­duklarında neden "hayır" dediğimi anlamıyorlar. Ve işte Şikago, ve işte Prag, değişen hiçbir şey yok. Küçük ço­cuklar yine dövülecek, onlar da büyüdüklerinde (büyüyebilirlerse) başkalarını dövecek. Cleaver'ı Nixon'a yeğlerim, ama bu da bir şey ifade etmez, evime gelip biramı içen, yemeğimi yiyen ve yanların­daki kadın yüzünden havalarından geçilmeyen şu allahın cezası devrimcilerinöğrenmeleri gereken şey şu: Değişim içerden dışarıya doğru gerçekleşmeli, sokaktaki adama yeni bir şapka verir gibi ye­ni bir rejim veremezsiniz, karnını doyursanız, Dizzy Gillespie'nin tüm plaklarını hediye etseniz bile iki paralık alışkanlıklarından ko­lay vazgeçmeyecektir, ortalıkta devrimin artık kaçınılmaz olduğunu haykıran bir sürü insan dolanıyor, ama bu kadar insanın bir hiç uğ­runa öldüklerini görmek istemem, çoğu insanı öldürdüğünüzde hiç­bir şey öldürmüyorsunuzdur gerçi, ama birkaç iyi insan da gümbür­tüye gidecektir, ne geçecek elinize? Halkın üstünde olan yeni bir HÜKÜMET, kuzu postuna bürünmüş eski diktatör, ideoloji silah satışı üstüne kurulmuş.

Geçen akşam genç bir adam bana şöyle dedi (pek hoş ve ruhani bir tavırla halının ortasında oturuyordu.);
"kanalizasyonları tıkayacağım, bu kent bokun içinde yüzecek!"
Tanrı aşkına, fikir niyetine bana sunduğu boklar Los Angeles'ı ve Pasadena'nın yarısını boka gömmeye yeterdi.
Sonra: "bir bira versene, Bukowski."
Yanındaki kaltak bacak bacak üstüne atmıştı, pembe külotu gö­rünüyordu, kalktım verdim bir bira. Devrim sözcüğü kulağınıza hoş geliyor, değil mi? ama hiç de öy­le değildir, inanın bana. Devrimin ne olduğunu bilmek ister misiniz? Kan, bağırsak ve delilik, yolunuza çıktığı için ölen çocuklar, dünyadan habersiz yavrular, yanınızdaki kaltağın, hatta karınızın gözünü­zün önünde kasaturalanıp ırzına geçilmesidir, bir zamanlar miki fa­re filmlerine gülen erkeklerin birbirlerine işkence etmeleridir, böy­le bir eyleme geçmeden önce eylemin ruhunun nerede olduğunu ve eylem bittiğinde nerede olacağını çok iyi düşünmek gerek. Dostoyevski'nin SUÇ ve CEZA'sına katılmıyorum, koşullar ne olursa ol­sun kimseyi öldürme meselesi, ama iyi düşünmek gerek, işin delir­tici yanı tek bir mermi bile sıkmadan canlarımızı alıyor olmaları, para babalarının şişko oğulları Beverly Hills'de on dört yaşında kız­ların ırzlarına geçerken ben bir yerlerde asgari ücretle belimi kırı­yordum, helada beş dakika fazla kaldığı için işten kovulan adamlar biliyorum, anlatmak istemediğim çok şey gördüm, ama bir şeyi öl­dürmeden önce yerine daha iyisini koyabileceğinden emin olmalı­sın, parklarda nefret palavraları sıkan siyasi fırsatçılardan daha iyi bir şeyler olmalı elinizde, bir şeyin bedelini ödemek canınıza okuyacaksa otuz altı aylık garantiden fazlasını arayın, devrime duyulan romantik özlemin dışında bir şey göremedim henüz, ne gerçek bir lider ne de şimdiye kadar her devrim sonrası gelen ihanetin önüne geçebilecek bir platform, şayet birini yok edeceksem o adamın ye­rine karbon kopyasının gelmesini istemem, tarihi bar helasında bar­but oynayan ayyaşlar gibi harcadık, insan ırkından utanç duyuyo­rum, ama bu utanca katkıda bulunmanın da bir anlamı yok. Elimden gelirse utancı azaltmak isterim.

Yanında evden kaçmış on altı yaşında bir kız, midende de başka­sının birası varken devrimden söz etmek kolay, uluslararası ün sa­hibi üç kıçı kırık yazarın OOOOOMMMM tezgahına kapılıp park­larda dans ederek DEVRİM diye bağırmak kolay, ama devrimi baş­latmak, devrimi gerçekleştirmek başka şeydir dostlar. Paris 1870-71, sokaklarda yirmi bin ölü. Sokaklar kan seli, sıçanlar cesetleri ke­miriyor ve insanlar aç ve aç insanlar fareleri cesetlerin üstünden alıp yiyorlar, ve nerededir Paris bu akşam? Nedir Paris bu akşam? Kar­şımda oturan genç ortalığı boka bulamak istiyor ve gülümsüyor, he­nüz yirmisinde, genellikle şiir okur. Lavabonuzdaki bulaşık bezin­den başka nedir ki şiir? Ve esrar, devrimle esrar hep yanyana nedense? Bir kere esrar sa­nıldığı kadar harikulade bir şey değil, tanrı aşkına, esrar içimi ser­best bırakılsa içenlerin yarısı bırakır mereti, içki yasağı yüzünden alkolik olanların sayısı anneannemin siğillerinden fazladır, sadece yasak şeyleri yapmak ister insan, kim her akşam karısı ile yatmak ister ki? Ya da haftada bir? Yapmayı arzuladığım çok şey var, öncelikle başkan adaylarının bu kadar çirkin olmalarını yasaklardım, sonra müzeleri değiştirir­dim, müzelerden daha boğucu, daha kokuşmuş yerler düşünemiyo­rum, müzelerde üç yaşında kız çocuklarına sarkıntılık edenlerin sa­yısının daha fazla olmamasına şaşıyorum, her şeyden önce her kata bir bar yapardım, bu değişiklik tüm personelin giderini karşılayaca­ğı gibi tabloların bakım ve onarım masraflarını da karşılayacaktır, sonra her kata bir caz bir de senfoni orkestrası, ayrıca işleri ortalık­ta gezinip güzel görünmek olan birkaç kadın, titreşiminiz düşükse bir şey öğrenemezsiniz, bir şey göremezsiniz, insanların çoğu ka­festeki doldurulmuş kaplana şöyle bir bakıp ilerler, biraz sıkılarak, sıkıldıkları için de utanarak. Gözünüzde canlandırmaya çalışın, doldurulmuş kaplana bakan bir çift. Biraları ellerinde elbette:

Adam: "aman allahım, şu dişlere bak! fil dişinden farksız!"
Kadın: "hayatım, eve gidip sevişmeye ne dersin?" 
Adam: "delirdin mi? daha bodruma inip 1917 model Spad uçağı görmedim. Eddie Rickenbaker 17 uçak düşürmüş onunla, hem bu gece alt katta Pink Floyd çalacakmış."

Ama devrimciler müzeleri de yakmak istiyorlar, ateşe vermek her şeyi çözer sanıyorlar, yeterince hızlı koşamazlarsa anneannele­rini de yakar onlar, sonra da su arayacaklar, ya da apandisit ameli­yatı yapabilecek bir doktor, ya da onları uykudayken gırtlaklarını kesecek gerçek delilerden koruyabilecek birilerini, sonra kentte ya­şayan sıçanların farkına varacaklar, insan-sıçan değil, sıçan-sıçan. Açlıktan en son ölen, en son boğulan, en son yanan canlılardır sıçan­lar; suya ve besine ilk onlar ulaşırlar, kimsenin yardımı olmaksızın asırlardan beridir yapıyorlar bunu. Sıçanlar gerçek devrimcilerdir; yeraltının gerçek hakimleridirler ve bir tek şey için isterler kıçınızı: Kemirmek için. Sizin OOOOMMMMM'larınızla da hiç ilgilenmez­ler. Vazgeçin demiyorum, insanlık ruhundan yanayım ben, ne de­mekse! Ama polis ortaya çıktığında sizi dualarınızla başbaşa bırakıp tabanları yağlayacak palavracılardan uzak durun, parklarda avazla­rı çıktığı kadar bağırarak sizi kahramanlığa çağıranlar mermiler vı­zıldamaya başladığında en önde kaçarlar, hayatta kalıp anılarını yazmak isterler. Din sahtekarları vardı eskiden, öyle büyük, görkemli kiliselerde çalışmazlardı, o kiliselerde herkesin canı sıkıntıdan patlar, vaiz da­hil, şu ufak, beyaza boyanmış, derme çatma kiliselerden söz ediyo­rum, tanrım, kendilerinden geçerlerdi! Kafayı çekip giderdim genel­likle, özellikle barlarda zom olduktan sonra, eve gidip tek kürek git­meye beş çekerdi, en yeteneklileri Los Angeles, New York ve Phi-ladelphia'da bulunurlardı, sanatkar insanlardı bu vaizler, benim bi­le birkaç kez kendimi kaybedip yerlerde yuvarlanmışlığım var. ge­nellikle akşamdan kalma olurlardı, gözler kan çanağı, bir şişe daha almak, belki de bir iğne daha çakmak için çalışırlardı, kimbilir? Dediğim gibi, beni bile yere yatıranlar olmuştu, ki ben hayli sa­kin ve yorgun bir insanım, kenarda durup seyretmek bile bir kadın­la sevişmeye yeğlenebilirdi. O vaizlere burada teşekkürü bir borç bi­lirim, çoğu zenci (affedersiniz, siyahi) olan bu adamlara o çılgın ak­şamlar için teşekkür ederim, biraz olsun şiir yazabildiysem bunu kısmen onlardan çaldıklarıma borçluyum. Ama o tezgah kurudu artık, temiz tutmaya çalıştıkları takım elbi­seleri ile kendilerini yerlere attılar, bağırdılar, çağırdılar ama tanrı kira ve şarap parasını çıkarmaya yetmedi, tanrı BEKLE dedi. Güç­tür hasta bir ruh ve aç bir karınla BEKLEMEK, hem elli beş yaşına kadar yaşayacağını kim garanti edebilir? Tanrı 2.000 yıl önce şöyle bir göründü ve birkaç ucuz panayır numarası ile yetindi. Yahudi'nin tekinin onu kandırmasına göz yumdu, sonra da tüydü, insan bıkar acı çekmekten, ağzındaki dişler bile insanı öldürmeye yeter, ya da aynı küçük odada aynı kadın. Din sahtekarları devrimcilerin arasına sızmaya başladı, kimin ne olduğu belli değil yoldaşlar, bunu idrak ederseniz bir başlangıcınız olabilir, dikkatli dinle, bir başlangıcın olur, olduğu gibi yut, hapı da yuttun, ve tanrı ağaçtan indi ve yılanı ve Havva'nın daracık .mcığını uzaklaştırdı ve alın size ağacın tepesine çıkmış altın elmalar da­ğıtan bir Karl Marks, bilhassa karaderililere. Bir savaş varsa, ki ben olduğuna inanıyorum (Van Gogh'lar, Mahler'ler, Dizzy Gillespie'ler, Charley Parker'lar bu yüzden var­lar) lütfen liderlerinizi dikkatli seçin, saflarınızda köşedeki benzin istasyonunu ateşe vermektense General Motor'a müdür olmayı yeğ­leyecekler var çünkü, biri olamayınca öteki oluyorlar, asırlardan be­ri ilerlemenin önüne geçen insan-sıçan'lardır bunlar. Dubçek'in Rusya'dan yarım adam dönmesidir bu. Fiziksel ölüm korkusuna ye­nilmiş bir yarım adam. şerefsizce yaşamaktansa gerekirse işkence altında yavaş yavaş ölebilmeli insan, aptalca mı? En büyük mucize­den daha aptalca değil, tuzağa düşerseniz neyi feda ettiğinizi iyi bi­lin, iyi bilin, yoksa ruhunuz sizi terkeder. Sarayda insanlar ufak ufak parçalanırken Casanova parmaklarını kadınların bacaklarında gez­dirirdi; ama Casanova'da öldü. Uzun dilli, irikamışlı ve yüreksiz bir moruk olarak, saltanat sürdüğü doğru, ama pişmanlık duymadan mezarına tüküreceğim de. Kadınlar genellikle en ahmak erkeği se­çer; insanlığın içinde bulunduğu durumun birinci nedenidir bu: Ze­ki ve dayanıklı Casanova'lar yetiştirdik, hepsinin içi kof. Paskalya­da saklayıp çocuklarımıza arattırdığımız çikolata tavşanlar gibi. Sanat ağı da da tıpkı devrim ağı gibi akla hayale gelmez türden bitli manyak kaynıyor, bulaşıkçı olarak iş bulamadıkları ve Cezan­ne gibi resim yapamadıkları için teselliyi coca-cola'da arıyorlar, içinde bulunduğun kalıp seni reddederse yapabileceğin tek şey ye­ni bir kalıp bulmaya çalışmak ya da çalışmaya başlamaktır, sonra yeni kalıbın da seni istemediğini farkedersen neden bir yenisi olma­sın? Herkesin mutlu olma biçimi farklıdır. Yine de şu kocamış halime rağmen bu zamanda yaşamaktan memnunum. SOKAKTAKİ ADAM BOK YEMEKTEN USANDI ARTIK, bu her yerde hissediliyor. Prag, Watts, Macaristan, Vietnam. Hükümet değil, hükümete karşı insan artık önemli olan. Beyaz Noel, Bing Crosby ve paskalya yumurtası palavralarını yutmayan insanlar, televizyondaki görüntüleri sizi her an kusturabilecek Ame­rikan Başkanları'nı içlerine sindiremeyen insanlar. Seviyorum bu zamanı, bu duyguyu, gençler nihayet düşünmeye başladı, ama heyecanlarını besleyen bir lider buldukları an birileri liderlerini ortadan kaldırıyor, yaşlılar ve kalantorlar korkuyorlar, devrimin demokratik yöntemle gerçekleşebileceğini sanıyorlar, biz de onları bir tek mermi bile sıkmadan öldürebiliriz, daha insan olup bu boklara oy vermeyi reddederek, ne sunuyorlar bize? Humphrey ya da Nixon, soğuk bok, sıcak bok. Bir suikaste kurban gitmememin tek nedeni yeterince önemli ol­mamam, belli bir siyasi görüşüm yok. Gözlemciyim, insanlık ruhun­dan başka hiçbir akımın yanlısı olmam, kulağa yüzeysel geliyor bi­liyorum, ama bu aslında benim ruhum demek, yani sizin ruhunuz aynı zamanda, çünkü gerçek anlamda canlı değilsem sizi nasıl gö­rebilirim ki? Sokaktaki her adamın ayağında sağlam bir çift kundura olsun, karnı doysun, arada sırada da iyi bir parça ile yatağa girsin isterim, tanrım, 1966'dan beri bir kadına dokunmadım, elime patlatıp duru­yorum, hangi yöntemi denerseniz deneyin sihirli kutunun yerini tut­maz. Zor bir zamanda yaşıyoruz dostlar ve size ne diyeceğimi bilmi­yorum, ben beyaz deriliyim ama katılıyorum, boyaya güvenme, yu­muşak ve ben yumuşak boklardan pek hoşlanmam, ancak siz kara derililerden de öylelerini tanıdım ki insanı Miami Beach'ten batı Venice'e kadar kusturur, insan ruhunun derisi yoktur, şarkı söyle­mek isteyen iç kıvrımları vardır, duymuyor musunuz? Mırıldanıyor, duymuyor musunuz, yoldaşlar? Sıkı bir hatun ve yeni bir Cadillac hiçbir şeyi değiştirmeyecek... Temel Reis yine tek gözlü kalacak ve Nixon yeni başkanımız olacak. İsa çarmıhtan indi, şimdi bizi çivi­lediler lanet şeye. Seçimimiz seçim değil, çok hızlı hareket edersek, ölürüz, yete­rince hızlı hareket etmezsek, ölürüz, onların destesi ile oynuyoruz. Kıçında 2.000 yıllık Hıristiyan tıpası varken nasıl sıçacaksın? Öğrenmek için Karl Marks okumayın lütfen,  çok kuru bok. in­sanlık ruhunu tanımaya çalışın. Marks, Prag'a giren tanklardır, bu yola girmeyin, öncelikle Celine okuyun. 2.000 yılda yetişmiş en bü­yük yazar. Camus'nün Yabancı'sı, mutlaka. SUÇ VE CEZA, KARAMAZOV KARDEŞLER, tüm Kafka, keşfedilmemiş yazar John Fante'nin bütün kitapları, Turgenyev'in öyküleri. Faulkner'dan, Sheakspear'den ve özellikle George Bernard Shaw'dan uzak durun, inanılmaz siyasi bağlantıları sayesinde şişirilmiş bir balondan baş­ka bir şey değildir Shaw, önündeki yol asfaltlanmış ve gerektiğinde kıç yalamasını bilen bir diğer yazar da Hemingway'di sanırım, an­cak aralarında önemli bir fark Hemingway'in ilk yazılarının iyi ol­masıdır, oysa Shaw baştan sona bok yazdı.İşte, devrimle başladık, edebiyata vardık, aralarında bir bağ var. Her şeyde bağlanabilirlik var zaten, ama yoruluyorum ve yarını bek­liyorum.Adamlar gelip kapımı kırarlar mı? Adam sen de! Umarım bu deneme çayınızı üstünüze dökmenize neden olmuş­tur.

                           Charles Bukowski