.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

3 Tem 2020

Yürüme




Yasam,

yüksek anlamlılık yüklü ender tek anlardan,
ve bu anların olsa olsa gölge görüntülerinin
çevremizde gezindiği, sayısız aralardan olusur.

Sevgi, bahar, her güzel ezgi, dağlar, ay, deniz-
her sey ancak tek bir kez tam yürekten dilegelir:

bir biçimde, söze tam olarak hiç gelebilirse.
Çünkü birçok insan bu anları hiç yasamaz;
onlar, gerçek yasam senfonisinin
araları ve duruslarıdır.
Nietzsche
MA I,§ 586 (1878)

BIZ
(zaten)

önce

GÜNDÜZ YARASALARI

I.
Neyiz ki biz?
Ilk ışınları görününce güneşin,

Kııpanz tepenin gözkapaktarım-
Çam değiliz ki, kollarımız açık,

Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
Tanımayız alacakaranlığı delen,
Tepeterin arasından seçen bakışı.­
Kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
Gündüz yarasalarıyız biz.

Il.
Geceyi düşleriz gündüzken,
Geceyken de gündüzü -
Yitirebileceklerimiz yitiktir
Onlardan uzaktayken - ama
Özleriz, döneriz yeniden
Yitirmeden
Yitirebileceklerimizi
Yitiremediklerimize.
Yitirebilirdik, deriz;
Ama yalnızca bir fiil çekimi bu -
Tutsaklık/ara bağlamışız özgürlüğümüzü.
Gündüz yarasalarıyız biz.


III.
Sağlamdır düşünce temellerimiz,

Ama altlarında kist vardır, sonra kum-
Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın

Taştan duvarlarımızla, dimdik
Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
Kaydırır temellerimizi hemen.
Duyarız yerçekimini hemen,
Titreriz. Sımsıkı, gergin
Bağlar vardır
Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
Ya temelsizse temeli
Bütün bu bağları
Bağlayan
Bağın?
Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
Gündüz yarasalarıyız biz.


IV
Yapacaklarımız vardır kocaman,
Kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
Tutmadığımız bir eldedir aklımız,
Bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen -
Nedir ki acelemiz, niyedir ki?
Camın boşluğunu arayan kocaman
Pervaneler gibi, lamat çırpan
Işığa ulaşmak için

Çırpınan, camı kıracakmış gibi-
Düşmanımızdır oysa ışık bizim,

Kanatlarımızı yakı:ın, kı:ıvuran -
Aradığımız -ışıkta- nedir ki?
Işıktan gelir ölümümüz.
Gündüz yarasalarıyız biz.



V
Hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,

Ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi-
Nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,

Nasıl da rahat. Iç sıziarnası nedir bilmeyiz;

Başedilemez gerekçelerimiz hazırdır çünkü hep-
Kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,

Sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
Övünürüz delik deşik, bölük pörçük
Yeşilliğimizle - yenmiş bitmiştir oysa
Büyüme noktalarımız, su çekmez artık
Kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
Taç yapraklarımız artık.
Nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
Gündüz yarasalarıyız biz.


VI.
Bir görsek andığımız yüzü,
Tanır mıyız? -Tanır mıyız

Sevdiğimizi, bilir miyiz neydi-
Sevdik mi, seviyor muyuz?

Yürüyüşü, saçının dökülüşü -
Anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
Bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
Gündüz yarasalarıyız biz.


VII.
Koy başını omuzuma yine.
Aldırma, söylenmeden kalsın
Düşünülmedikler, bil inmedikler - bırak
Unututsun geridekiler, özlensin ileridekiler - bırak
Y ansı s ın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
Sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
Gel - uyuyalım güneş görününce,
Aşmca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
Uyanacağız nasılsa, diketmeden ışınlar,
Dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
Ama şimdi - sanki sevdalı gibiyiz şimdi,

Sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri-
Şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,

Şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle-
Aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.

Gündüz yarasalarıyız biz.

Oruç Aruoba / Yürüme

(14 Temmuz 1948 — 31 Mayıs 2020)






  Yenıden Dark ile kapattık sayın anlıyacak olan..

"Yürü, yol insanı terbiye eder."




 tanıtım bülteninde; "nietzsche’nin kara orman’da yürürken göz çukurlarına dolan mutluluk gözyaşları, rimbaud’nun tahta ayağıyla açılacağı çöllere dair kurduğu düş, yasaklı rousseau’nun alpler’deki adımları, thoreau’nun walden’daki gezintisi, nerval’in dar sokaklardaki aylaklığı ve daha niceleri... aylaklar, göçebeler, sürgünler, hacılar, kaçaklar, seyyahlar, münzeviler ve mülteciler yürüyorlar. peki yürümek sadece evle iş arasında gidip gelmek, bir yerlere yetişmek ve koşuşturmak değil de evrenle özel bir ritim, akort ya da hafifleme içinde buluşmak olabilir mi? yeryüzüyle hemhal olup kendimizi başkalaşmaya açarak yürüyebilir miyiz?

yürümek iki mesafe arasında gidip gelmek değil yaratıcı bir eylemdir. hem kendi yalnızlığımıza çekildiğimiz hem de toplum olarak bizi dönüştürecek bir ayağa kalkıştır. iki büklüm vücudun karşısında dikilmeye çalışan, attığı her adımda yeryüzünün gerçek bir parçası olduğunu fark eden homo viator’un eylemidir. çünkü yürüyen insan kendi üzerine çöken kaygı, haset ve korku yumaklarını çözer, varlığını yeryüzünün ebediyen yeni olan kalbine düğümler. yürüyoruz, işte bu düğümü atmak için."





“Bir kere keşfettin mi, kolayca bulursun artık beni; bundan sonraki zorluk beni kaybetmek olacaktır”


"kitapların amacı yaşamayı öğretmek değil (ders verenlerin hüzünlü görevidir bu), içimizde yaşama, başka türlü yaşama isteği uyandırmaktır: kendi içimiz yaşama imkanını, yaşamın ilkesini bulmak."


"kârla fayda arasındaki fark, kâr getiren eylemleri benim yerime bir başkasının da yapabilecek olmasıdır. ve gerçekte de kâr getiren eylemler zaten başkaları tarafından da yapılabilir olagelmiştir. rekabet ilkesinin yarattığı sabit bir gerçektir bu. öte yandan, benim için faydalı olan şey tavırlarla, davranışlara, yaşamımın başkasına kati surette devredemeyeceğim anlarına bağlıdır. thoreau bir mektubunda, kendiniz için saptadığınız herhangi bir eylemi tartabilmek için şu soruyu sormanızı tembihler: “bunu benim yerime başkası da yapabilir mi?” cevabınız evetse, o fikri bırakın, tabii hayati önem taşımıyorsa. derinlemesine yaşamak, işte bunu bizim yerimize kimse yapamaz. iş için yerimizi başkasına verebiliriz ama yürümek için değil. en büyük fark budur işte."


"sevmek hâlâ bütün varlığınızla arzuladığınız gelecekte açacak bir çiçek olduğundan, sevmeyi "-di'li geçmiş zamanlarda" telaffuz edemediğiniz o yaşlarda, adımlarınız hafiftir: yolun sonunda o büyük aşk vardır."


"Dünyadan bir şeyler beklemeyi bırakır bırakmaz, dünya da kendini size verir, bırakır, teslim olur. Hiçbir şey beklemez olduğunuzda, mevcudiyet için bir takviye, karşılıksız bir lütuf olarak sunulur her şey."


Biri olmak, herkesin kendinden bahsettiği yüksek sosyete toplantılarında ya da terapist seanslarında iyidir. Oysa biri olmak, boynumuza göre ağır ve aptalca bir kurgu zincirleyen (bizi benlik tasvirimize sadık kalmaya zorlayan) toplumsal bir zorunluluk değil midir?


Ruh bedenin gururudur. Yürürken kendime eşlik ederim.


Öfke gerekir terk eylemek ve yürümek için. Dışarıdan gelen bir şey değildir bu. Enginliğin çağrısına kapılarak , bir gerçeklik vaadine ya da kışkırtan bir hazineye doğru yürümek değildir mevzu bahis olan. Daha ziyade içerİden gelen bir öfkedir bu. Burada olmanın acısı, bir yerde durmanın, yaşarken gömülmenin, kalmanın imkansızlığı hissedilir karın boşluğunda.




Kinik, doğanın özünü çekip çıkarmakla kalmayıp, doğal olanı da altüst etmiştir. Onun için doğa çiğ olandır. Çiğ olan doğal hâlde olandır. Doğa derken, sadece imgelemde yaşayan, müphem hakikatler arasında sıkışmış ütopyavari bir doğadan bahsetmiyorum. Çiğ demek, vahşi, ket vurulamayan, uygarlaşmamış; kiniklerin kaba, kepaze, arsız, acımasız doğa demektir. Beden, gelenekleri ve kuralları umursamadan işler. Çıplaklık, çiğdir. Sıçmak ve mastürbasyon, çiğdir. Yemek, sadece mideyle alakalı bir meseledir; mide dolar ve boşalır, o kadar. Köpek uyumak veya ihtiyaçlarını karşılamak için usuller geliştirmez, sadece uyur ve ihtiyaçlarını giderir. Diogenes bir gün bir şölen yerinin yakınlarında dolaşırken kalabalığa sövüp saymaya başlayınca, kalabalıktan biri önüne, bir köpeğe atar gibi, üstünde et olan bir kemik atar. Diogenes kemiği kaptığı gibi hapır hupur kemirir, sonra da masanın üstüne çıkıp eğlence düşkünlerinin üzerine işer: “Sizin gibi yer, sizin gibi işerim beyler.” Kinik ahlaksız değildir. O sadece, insanların iyi eğitim diye yutturduğu her şeyi, öğretilmiş değerleri, doğadan bahsederken takındıkları riyakarlığı ifşa etmek için bedeninin en basit biyolojik işlevlerinden yararlanır. Doğa, yerinden kıpırdamayan felsefeciler yüzünden, toplumsal uzlaşmaların ve kültürel kalıpların bir nevi diplomasi bavulu hâline gelmiş, her şey gizliden gizliye halledilmiştir. Çiğ ise devrimcidir.


bir önyargı insan yapar beni, yine de uzun zamandır önyargıların kapısını aşındırdığım doğru.

Yürümenin Felsefesi - Frédéric Gros






uzun zaman oldu,sayın anlıyacak olan...