.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay
James Joyce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
James Joyce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ara 2011

Ulysses





”Finglas’tan gelen bir granit bloğunu taşıyan gıcırtılı bir arabaya koşulu atlar didinerek zahmetli adımlarla ağır ağır hüzünlü sessizliği yararak geçti. Atların önünde yürüyen arabacı selamını verdi. Şimdi tabut. Bizden önce varmış buraya, ölü olmasına karşın. At yampiri sorgucuyla bakmakta. Gözler fersiz: Hamudu boynunu sıkmakta, bir kandamarına mı ne bastırmakta. Her gün buraya ne taşıdıklarını biliyorlar mı? Günde yirmi otuz cenaze geliyordur. Bir de Mount Jerome var Protestanlar için. Dünyanın her yerinde her dakika cenazeler. Arabaları boşalt boşalt göm onları acele. Saatte binlercesi. Dünya ölüden geçilmiyor.” (135)

”Boyayıp parlattığı siyah fotinlere baktı. Karısı ondan fazla yaşıyordu işte. Kocasını yitirmişti. Karısı için daha ölü o, bana göre olduğundan. Önünde sonunda birisi ötekinden daha fazla yaşar. Bilgeler der kim. Dünyada erkekten çok kadın var. Başsağlığı dileyim. Bu elim kaybınız. İnşallah yakında kavuşursunuz. Sadece Hintli dullara özgü. Bir başkasıyla evlenir. Onunla? Yo. Ama kim bilir sonraları. Yaşlı kraliçe öldüğünden bu yana dulluğun modası geçti. Bir top arabasıyla çekilmişti. Victoria ve Albert. Frogmore’da her yıl yas töreni. Ama sonunda başlığına birkaç menekşe takmıştı. Kalbinin derinliklerinde kendini dev aynasında gören. Bir hayal uğruna bütün bunlar. Kraliçe eşi, kral bile değil. Oğluydu önemli olan. Bekleyerek, geriye getirmek istediği geçmiş gibi olmayan umut yüklü yeni şey. Önce birisi gitmek zorunda: Tek başına, toprak altına: Sıcacık yatağına elveda diyerek.” (136)

”Kutsal suydu, sanırım. Uykusunu atacak üstünden. Gına getirmiştir bu işten arabalarla getirilen tüm o ölülerin üzerine silkmekten o şeyi öyle. Bir de kimlerin üzerine silktiğini görebilseydi fena mı olurdu. Her Allahın günü sil baştan: Orta yaşlı adamlar, yaşlı kadınlar, çocuklar, doğururken ölen kadınlar, sakallı erkekler, kelkafalı işadamları, turunçları ceviz gibi küçük veremli kızlar. Yıl boyunca onlara aynı duaları okumuş ve üzerlerine su serpmiş. Uyusunlar. Şimdi de Dignam’ın üzerine.

-In paradisum.

Cennete gideceğini ya da cennette olduğunu söylüyor. Herkese söyler bunu. Ruh karartıcı bir iş. Bir şeyler demesi lazım ama.” (138)

”Mr. Kernan kasılarak dedi ki:

-Ben yeniden dirilmeyim, yaşamım ben. Ta kalbine işliyor bu söz insanın.

-Öyle, dedi Mr. Bloom.

Senin kalbine belki ama ya imam kayığında eşşek cennetini boylayan o garibanın ödediği bedel? Orası karıştırılmayacak. Sevgilerin mahreci. Yaralı kalp. Salt tulumba bir, her gün binlerce kan pompalayan. Bir gün gelip tıkanıveriyor: Buyurun cenaze namazına. Çoğu burda yatıp dururlar: Akciğerler, yürekler, karaciğerler. Köhnemiş paslı tulumbalar: Ötesini boş ver. Yeniden dirilme ve yaşam. Bir kez öldün mü, ölüsün artık. O mahşer günü dedikleri. Herkes apar topar fırlayacak mezarlarından. Gel bakalım Lazarus! Beşinci olarak çıktı ve fırsatı kaçırdı. Haydi kalkın! Kıyamet günü! Sonra her bir eşrefi mahlukat dolanıp ciğerini arıyor, ıvırını zıvırını arıyor. Ol sabah kendisinin her bi bokunu bulacak. Bir kafatasında iki dirhem bir pudra. Bir dirhem üç küsur gram. Bir Truva ölçüsü.” (139)

”Mr. Bloom mezarlık müdürünün kapı gibi gövdesine imrenerek baktı. Herkes onunla iyi geçinmek istiyor. Kibar adam, John O’Connell, gerçekten iyi insan. Anahtarlar: Keyes’in ilanı gibi. Hiç korkmayın, kimse dışarı çıkamaz. Bir kez girdin mi, tamam. Habeas corpus. Cenazeden sonra o ilana bakmalıyım. Martha’ya yazdığım sırada beni rahatsız ettiğinde üstüne kapattığım zarfa Ballsbridge yazmış mıydım? İnşallah postanede sahibi bulunamamış mektuplar arasına atılmamıştır. Tıraş olsa iyi eder. Sakalı aklaşmış. Saçlar ağaracağının ilk işareti. Mizacı huysuzlaşır. Ak saçlarda gümüş teller. Onun karısı olduğunu düşün. Cesareti varmış doğrusu tutup evlenme teklifi edebilmiş bir kıza. Gel mezarlıkta yaşa. Bulunmaz Hint kumaşı sanki. Önce heyecanlanmıştır kız. Ölümle flört etmek. Ölüler her yanda serilmiş geceleyin uçuşan hayaletler. Kilise kabristanları esnerken mezartaşı gölgeleri üstelik Daniel O’Connell da düşerdi kuşkusuz kim deyip dururdu hani onun karanlık bir devi andıran tuhaf cins bir adan gene de yüce bir Katolik olduğunu. Bataklık yakamozu. Mezarlık gazı. Hamile kalmak için zihnini uzaklaştırması gerek bunlardan. Kadınlar özellikle pek duyarlık olurlar. Uyusun diye yatakta bir hortlak hikayesi anlatırsın kadına. Hiç hayalet gördün mü? Bak, ben gördüm. Ortalık zifiri karanlıktı. Saat on ikiyi vurmaktaydı. Ne var, gözleri yeterince kararıp öpüşmeye de başlayabilirler derakap. Türk mezarlarındaki fahişeler. Küçükken daha her şeyi öğrenirler. Burda genç bir dul bulmak mümkün. Erkekler bundan hoşlanır. Mezartaşları arasında aşk. Romeo. Zevk katar çeşni. Ölümün ortasında yaşıyoruz biz. Birleşen uçlar. Zavallı ölülere büyük düş kırıklığı. Açlıktan gözü kararanlara ızgara biftek kokusu. Kendi organlarını kemirirler. İnsanları keyiflendirme isteği. Molly’nin pencere önünde o işi yapmayı sevmesi. Zaten sekiz çocuğu var.

Burda bulunduğu süre boyunca pek çok kimsenin göçtüğünü, çevresinde parsel parsel yattığını görmüştür. Kutsal topraklar. Dikine gömülünse daha çok yer kalırdı. Oturur ya da diz çöker vaziyette olmaz. Ayakta? Bakarsın bir gün üstündeki toprak kaymış da kafası çıkmış ortaya eli de bir yeri göstermekte. Petek petektir toprağın her yanı garanti: Uzunlamasına hücreler. Ne de bakımlı tutuyor her yanı: Çimler kırpılmış, kenarlar düzgün. Major Gamble bahçesine Mount Jerome adını takmış. E, zaten öyle. Uyku getirici çiçekler olmalı. Çin mezarlıklarında yetişen dev afyon çiçeklerinden en kaliteli esrar üretilirmiş dediydi bana Mastiansky. Botanik Bahçesi na şurda. Toprağa geçen kandır yepyeni hayat fışkırtan. Hıristiyan oğlanı öldürdüklerini söyleyen o Yahudilerinki de aynı düşünce. Her insanın bedeli. İyi muhafaza edilmiş yağlı ceset, beyefendi, boğazına düşkün, meyve bahçesi için ideal. Büyük fırsat. Yakınlarda ölen maliye müfettişi ve muhasip William Wilkinson’un lâşesine bitişik, üç sterlin on üç şilin altı peniye. Teşekkürlerimizle…

Şaka değil, toprak yaman yağmalanmıştır kemik, et ve tırnakla-cesetgübresi. Ceset, iskelet dolu mahzenler. Korkunç. Yeşilleşip pembeleşip tefessüf ederek. Nemli toprakta hızlı çürür. Zayıf kimseler için daha güç. Sonra donyağımsı peynirimsi türden bir. Ardından siyahlaşmaya, siyah pekmezimsi sıvılar akmaya. Kurur sonra da. Ölümgüveleri. Hücreler ya da her neyseler yaşamaya devam eder muhakkak. Değişimle yani. Handıysa ilelebet yaşarlar. Besin bulamayınca beslenirler kendileriyle.

Ne ki korkunç miktarda kurtlar hasıl olur. Yerin altı onlarla dolu olmalı, kaynaş kaynaş. Gamzeli yanahlarında perçemler. Baş döndürücü yıldızlar. Neşesi kaçmıyor bakarken oraya. Tüm o göçenlere bakıp kendi sırasını savdığını görmesi ona moral mi veriyor. Hayata bakışı nasıl acep. Peliz kesmeyi de ihmal etmiyor. Yüreği yağ bağlıyor adamın. Hele tuttuğu raporla ilgili olanı. Spurgeon bu sabah saat 4:00′te cenneti boyladı. Saat 11:00 (kapanış). Henüz varmadı. Petrus. Ölüler kendilerin zaten erkekler de arada bir iyi bir fıkra dinlemekten hoşlanırlar kadınlarsa ne olup bittiğini. Armut gibi sulusu mu yoksa kadınların puncu gibi sıcak, sert ve tatlısı mı daha iyi rutubete karşı. Kimileyin gülmen lazım o halde daha iyi öylesi. Hamlet’teki mezarcılar. İnsan kalbindeki derin bilgeliği sergiler. En azından iki yıl müddetle müteveffaya ilişkin şaka yapmayı göze alamazlar. De mortuis nil nisi prius. Önce matem bitsin bir. Adamın cenaze törenini bir türlü anımsayamıyorum. Şakaymış gibi geliyor. Şayet kendi ölüm haberini okursan daha uzun yaşarsın derler. Soluklanmış olursun. Bir dönüş hayata.” (141, 142, 143)

”Sehpalara yaslanan mezarcıların ağır ağır indirdikleri tabut dalıp gözden kayboldu. Sonra bir gayret doğruldular: Kasketlerini çıkardılar. Yirmi.

Sükut.

Ansızın bir başkası oluverseydik.

Uzakta bir eşek anırdı. Yağmur. Eşek filan yok aslında. Ölüsünü göremezsin derler. Ölmekten utanç duymak. Saklanırlar. Zavallı babacığım da göçtü gitti.” (144)

”Besili bir sıçan kemerin yanı boyunca, çakılların üzerinden sarsak sursak ilerledi. Görmüş geçirmiş: Moruğunmoruğu. Çok iyi bilir çukurovayı. Senin uyanık sıçan kendisini yassıltıp duvar kaidesinin altına sokuldu, kıvrılakıvrana içeriye girdi. Define saklanacak kıyak bir yer.

Orda kimler oturur? Robert Emery’nin naaşı. Robert Emmet burada meşale ışıkları altında gömülmüştü, değil mi? Devriye gezerken.

Şimdi de kuyruğu gitti.

Bu hınzırlardan teki bir insanı anında tüketir. Kim olduğuna aldırmaksızın kemiklerini sıyırır. Onlara göre normal et bu. Kokuşmuş ettir bir ceset. Ya peynir nedir ki? Süt cesedi. Çin Gezileri’nde Çinlilerin beyaz insanların leş gibi koktuğunu söylediklerini okumuştum. Ölüler yakmak daha iyi. Rahipler buna tamamen karşı. Öbür firmanın çığırtkanlığını yapıyorlar.

Fırın ve Hollanda ocakları toptancılık ve acentalığı. Salgın dönemleri. Onları yaktıkları sönmemiş kireç kuyuları. Ölüm odası. Topraktan halkedilir toprağa döneriz. Ya da denize gömülsek. Nerdeydi o sessizlik kulesi Parsi’nin? Kuşlar eriyip bitirmiş. Toprak, ateş, su. En zevklisi boğulmakmış derler. Tüm yaşamın bir anda gözünün önünden geçiverir. Yaşama dönüş ama yok. Havaya gömülmezler ancak. Uçan bir makineden dışarıya. Yeni bir öbür dünyayı boyladığında haberi yayılır mı acep. Yeraltı iletişimi. Bunu onlardan öğrendik. Hiç şaşmamak gerekir. Her gün karınlarını bir güzel doyururlar. Ölür ölmez daha sinekler üşüşürler. Dignam’ın kokusunu almışlardır. Koku moku aldırdıkları yoktur zaten. Beyaz meyaz tuzbuz olup ufalanan ceset ezmesi: Kokusu, tadı beyaz çiğ şalgam dersin.

Kapı parmaklıkları ışıldadı önünde: Hala açık. Dünyaya dönüş gene. Bıktım bu yerden artık. Her defasında biraz daha yakınlaşıyor. Buraya son gelişim Mrs. Sinico’nun cenazesindeydi. Babası da zavallı. Öldüren aşk. Hatta geceleyin bir fener toprağı kazıp yeni gömülen kadınları ya da hatta mezardan yaralı kan revan çürümüş cesetleri çıkardıklarını bir yerde okumuştum. Çok geçmeden tüylerini ürpertiyor insanın. Öldükten sonra sana görüneceğim. Ölümümden sonra hayaletimi göreceksin. Hayaletim ölümden sonra da seni rahat bırakmayacak. Ölümden sonra cehennem denilen bir öbür dünya daha var. Öbür dünya diye yazması hoşuma gitmedi. Ben de sevmiyorum. Daha görecek, dinleyecek, hissedecek pek çok şey var. Yanında canlı ılık varlıkları hissetmek. Varsın uyusun onlar kurtlu yataklarında. Bu kez ıskaladılar beni. Sıcacık yataklar: Ipılık kanlıcanlı yaşam.” (148, 149)

17 Oca 2011

James Joyce

 

 

''Sanatçının Genç Bir Adam olarak Portresi''

 

 

“Yaşamak,  yanılmak, düşmek, kazanmak, hayattan hayatı yaratmak! … İleri  ve ileri ve ileri ve ileri!

 

 

”Roman James Joyce’un çocukluk yıllarına geri dönüp, genç bir sanatçının Cizvitlerin katı disiplininden kurtulup kendini keşfetme ve gerçek bir erişkin olduğuna dair bir otobiyografidir. Özgür düşünce ve bağımsızlık ülkesi Irlanda’nın kurtuluşu  ile özdeşleşir. Kendisi gelişip büyüdükçe kitabın da dili onunla bir gelişip güzelleşiyor. Yazarın estetik, güzellik, aşk, sanat, dil, ulus ve din üzerine görüşleri kitabı daha da zenginleştiriyor. Sanatçının yalnızlığı sezilir. Irlandayı terkeder ama farkeder ki her ne kadar inkar ederse etsin onu yoğurup benliğini kazandığı toplumun her zaman bir parçasıdır. Onun sesi her zaman Irlanda’nın sesi olacaktır.
“Hoşgeldin ey hayat! Milyonuncu keredir yola çıkıyorum yaşantının gerçekliğiyle karşılaşmak ve ruhumun nalbantında soyumun yaratılmamış vicdanını dövmek için. Koca ata, koca düzenci, şimdi ve her zaman yardımcı ol bana.”


James Joyce der ki;
"Kent dolusu insan göçüp gidiyor, yine kent dolusu insan geliyor, onlar da göçüyor:her şey gelir, her şey göçer. Evler, ev  dizileri,caddeler, kilometrelerce kaldırım, yığnlarla tuğla taşlar. El değiştirirler. Bir sahip gider, başka sahip gelir. Efendi ölmez, derler. Kimisi de, çık emri gelince, giyer ayakkabılarını, çıkar gider. Orayı başkaları satın alır altınla, ama yine de tüm altınları ellerinde tutarlar.  Dolandırıcılıkla, yalancılıkla elde etmişlerdi. Kentlere doluşmuşlardı, çağlar geçtikçe yıkılıp giden kentlere. Çölde piramitler. Bunların yapım giderleri yalnızca ekmekle soğan. Kölelerin yaptığı Çin Seddi. Babil. Kocaman taşlardır geriye kalan. Dairesel kaleler. Moloz kalıntıları, yıkılmış varoşlar, derme çatma, kervansaraylar, çimentoyla kül karışımından yapılmış. Gece sığınmak için.

Kalıcı olan hiçbir şey yok ki."






Ulysses/ YKY- 1996

"Joyce 'Ulysses'i yazarken, ilk olmasa bile, yeni bir yazınsal biçem kullanmak istemiştir. Dublin'de, 1904 yılında yaşayan ortanın altındaki sınıftan kişileri almış, haziran ayının başlangıcındaki bir gün boyunca, sadece neler yapmış oyduklarını değil, neler düşünmüş olduklarını da anlatmıştır.
"Bana öyle geliyor ki, Joyce, şaşırtıcı bir başarıyla, sürekli olarak değişen kaleidoskopik bilinç ekranında, hem sıradan malzemeyi, hem de pek derinlerdeki (bilinçaltı) malzemeyi yansıtabilmiştir."
Bu satırlar bir eleştiri yazısından değil: Yargıç John M. Woolsey'in, 8 Aralık 1933 günü, ABD hükümetinin "müstehcen"lik gerekçesiyle toplatma kararı aldığı "Ulysses" için verdiği aklama kararından.
Ulysses' bir yolculuk. (...) Hepimizin yaşam serüvenini simgeleyen bir Tinsel-Tensel Yolculuk'tur bu.
Ulysses'i çevirmek de bir yolculuktur-hiç bitmeyecek. O tanımsız labirentte acımasız devlerle kapıştım, fettan denizkızlarıyla oynaştım, Dublin insanlarıyla ne oyunlar oynadım, sokaklaryla yoldaş oldum, Joyce'un ulusesini dinledim de dinledim, bir Mr. Bloom olup çıktım."  Bu satırlar da "Ulyssessce"yi "Türkçe"ye çeviren Nevzat Erkmen'den.
Kırk yıldır süren bu yolculuk, bitti nihayet. Gerçek bir "klasik" (: herkesin bildiği, kimsenin okumadığı) nihayet Türkçede: "şimdi ve burada": işi gücü bırakıp okuyacaklar için!
(Arka Kapak)

Bütün Şiirleri/ Altıkırkbeş Yayınları- 1994

Eski ve soylu bir söyleyiş için,
Sevgilim, aşırı bilgeydi dudaklarım;
Ne flütleriyle ozanların övgüler
Düzdüğü bir aşka rastladım,
Ne de bir aşk gördüm ki
İçinde sahtelik bulunmasın.

Epiphanies-Anıklıklar/ Altıkırkbeş Yayınları- 1996

Joyce'un gençlik yapıtları arasında kurduğu 40 küçük köprü:
Sevgili kuruntu, gençliğimin arkadaşı!., Yakınlarda kimse yok Kömürlerin arasında dolaşıyorum, serüven yolları arasında. Çevremde dolanıyorlar, kuşatıyorlar beni, ürkünç yüzlerini yukarı dikerek... Artık gitme vakti geldi. Ey yüreğimin içindeki günışığı... Üç yolun kesiştiği yerde, bataklık bir kumsalın önünde iri bir köpek yatıyor. Yağmur başlıyor. Yol beni karanlık bir gölcüğe götürüyor. Bunun dışında her şey nasıl da belirsiz: Burada toplandık işte, karanlık bir sel gibi, sinsi sinsi. Yalnızız, gel.

Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi

Çeviri: Murat Belge/ İletişim Yayınevi- 1994

Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan James Joyce'un birkaç kitabı şimdiden klasikler arasında haklı yerlerini almışlardır. 1882'de Dublin'de doğup 1941'de Zürih'de ölen Joyce, orta ve yüksek öğrenimini Cizvit okullarında görmüştü. Klasik roman kalıplarına nisbeten sadık kaldığı otobiyografik ilk romanı Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'nde eğitim yıllarına geri döner ve genç bir sanatçının Cizvitlerin katı disiplini içerisinde kendi özelliğini keşfetme ve inanç sorunlarıyla boğuşma macerasını sergiler.
(Arka Kapak)

Sanatçının Mektupları/ İmge kitapevi- 1991

Altı yıl önce Katolik kilisesinden iğrençlik karışmış bir öfkeyle ayrıldım. İçgüdüsel bir sezgiyle benim için orada kalmanın olanaksızlığını anladım. Öğrenciyken gizli bir savaş vermiş, onun bana sunduğu olanakları geri çevirmiştim. Böyle davranmakla kendimi dilenci yaptım ama onurumu korudum. Şimdi yazdıklarım, söylediklerim ve yaptıklarımla açıktan bir savaş veriyorum. Serseri olmadıkça toplumsal düzene uyamam. Üç kez tıp öğrenimine başladım; bir kez hukuk, bir kez de müzik. Bir hafta önce gezgin bir aktör olarak uzaklara gitmeye hazırlanıyordum. Tasarımı uygulamak için yeterli gücü bulamadım, çünkü sen beni dirseğimden çekiyordun. Yaşamın zorlukları inanılmazdır ama ben küçümsüyorum onları. İnanıyorum ki -tam da yaptığım gibi- ülkenin ahlak tarihini yazmakla ulusumun ruhsal özgürlüğü yolunda ilk adımımı attım.
 (Arka Kapak)

 Dublinliler
Çeviri: Murat Belge

Önsöz: Murat Belge/ İletişim Yayınevi- 1996

 Çağdaş edebiyatın en önemli yazarlarından Joyce, bu ilk önemli eserinde İrlanda’nın ruhsal tarihinden kapsamlı bir kesit verir. Bunu yaparken sevgili kenti Dublin’e çocukluk, gençlik, olgunluk ve toplumsal hayat düzeylerinde bakmış, kentinin ruhsal yoksulluğunu sergilemede ilginç bir yazı kuramı oluşturmuştur. Joyce yaşanan gerçekliğin özüne varmada, önemsiz gibi görünen sıradan yaşantıları ve bunlardaki ayrıntıları ustaca düzenleyerek, derinlerde yatan önemli sorunlara göndermeler yapar.
(Tanıtım Yazısı'ndan Alıntı)




"ulysses" 1920 de bir amerikan dergisinde tefrika edilmeye başlamış ama "müstehcen" bulunarak yasaklanmış ve ancak paris te 1922 de yayımlanabilmiştir. roman, homeros un odysseia destanının kahramanı ulysses in troya savaşından sonra, vefalı karısı penelope ye dönmek için yaptığı on yıl süren çetin yolculuğun öyküsü üzerine kurulmuştur. ancak romanda bu yolculuğu yapan, dublin li leopold bloom dur ve bloom, sadece 24 saat süren yolculuğunda vefasız karısı molly ye dönmektedir. destan kahramanı ulysses ten farklı olarak bloom, iyi niyetli ama basit düşünceli, günlük beceriksizlikler içinde bocalayan, aşağılanan, onuru kırılan bir musevidir. bu tür sınavlar karşısında yılmaması ve safdil iyimserliğini yitirmemesi, bloom ile kahraman ulysses arasında tuhaf bir özdeşlik kurulmasını sağlamaktadır. bloom un 24 saatini 900 sayfa içinde anlatan joyce, her bölümde değişik teknikler ve üsluplar -örneğin, en eski ingilizce, modern bir kadın magazininin dili, sokrates tarzında bir diyalog, bir sahne oyunu, vb,- kullanmakta; mitoloji, doğa, sanat, iktisat, bilim, denizcilik, siyaset, tıp ve din gibi çok farklı alan ve düzeyler arasında bağlantılar kurmak, parçalanmış dünyayı, dilsel düzeyde birleştirmeyi, yeniden yaratmayı denemektedir. yataktaki molly nin hızla akan düşüncelerinin bilinç akışı tekniğiyle sunulduğu son bölümde hiç noktalama işareti kullanılmamıştır: molly nin zihni, tüm mantıksal ve mantık-dışı yönleriyle, hesaplı işleyişiyle, karanlık cinsel istek ve anımsamalarıyla, dolaysızca ve bir bütün olarak verilmektedir.
bilinç akışı tekniğini kullanan ve geliştiren bir başka ingiliz romancısı da joyce ile aynı yollarda doğan ve ölen virginia woolf tur. woolf "jacob un odası" (1922), "mrs. dalloway" (1925), "deniz fenerine" (1927) ve "dalgalar" gibi olgunluk dönemi yapıtlarıyla, romandaki geleneksel kronolojik yapının dışına çıkmış, kişilerini dışardan bir bakışla değil, içeriden ele almıştır. özellikle "dalgalar"da, birbirleriyle arkadaş olan 6 kişinin çocukluktan olgunluğa ve ölümü kadar olan yaşam süreleri, hiçbir dış olayın anlatılmasına girilmeden, sadece bu kişilerin anlık algılarının, duyuşlarının aktarılmasıyla verilir; kullanılan teknik izlenimcidir; 6 kişinin her birinin iç monoloğunun sırayla sunulduğu romanın dili yoğun, ama çok ince ve belirsiz ayrımların belirtilmesine de uygun bir akışkanlık göstermektedir. woolf, bilincin daha genel, evrensel ya da tarihsel sorunlarına ağırlık veren joyce den farklı olarak, sadece bireysel psikolojilerle ilgilenmiştir. ancak her ikisi de, romanda, yeni gelişen psikanalizin verilerini kullanmayı ve onu edebi olarak aşmayı başarmışlardır.

''Yazarlığın Saklı Bahçesinde James Joyce''

James Joyce: Hiçbir kelimeyi tekrar etmeden, isim tamlaması kullanmadan beş yüz kelimelik tek bir cümle yazmış ve tarihe geçmiş, modernist edebiyatın başyapıtı Ulysses ile okuyanlara hep bir vicdan ağrısı çektirmiş İrlandalı yazar. Ulysses birçok edebiyat eleştirmeni -T.S.Eliot gibi- tarafından XIX. yüzyılı kapatan eser olarak nitelendirilir. İnsanlık tarihi boyunca biriktirilen metaforları metnin içine ustaca yedirmesi, Ulysses’i bir başyapıt yapmıştır. Bugün, edebiyat ve düşünce kesimlerince bütün dünya tarafından yaşarken kıymeti bilinmemiş bir dahi olarak anılır Joyce. İrlanda’da adının verildiği bir müze bulunmaktadır.
Arthur Power’in James Joyce ile hatıralarını topladığını kitap James Joyce: Büyük Yazarın Gizli Evreni geçtiğimiz günlerde yayınlandı. James Joyce ile yapılan sohbetlerden tutulan notların önemi büyük, zira James Joyce hayattayken gazetecilerden kaçan, çok az insanla görüşüp konuşan biri. Power, bu durumu Joyce’un gizemli kalması isteğinden kaynaklandığını söyler. (s. 59) Arthur Power Joyce ile edebi konuları kapsamlı tartışan, Samuel Beckett ile arkadaşlık yapan bir ressam. Power ve Joyce’un ortak noktalarından biri ikisinin de Kiliseyi erken yaşta terk etmeleri ve ikisinin de sevmedikleri çok fazla şeyi bünyesinde barındıran İrlanda’dan kaçmış olmaları… Aslında ikisi de birer isyancı, şüpheci. Kitapta giriş kısmında kendi hatıralarını anlatan Power, küçükken Kilisede papazın kendisini fark ettiğini, geleceğin bir isyankârını ortaya çıkardığını hissettiğini ve dersin ortasında kendisine bakarak “Başına ne geleceğini biliyorum” dediğini anlatır.
Kitap, o zamanların sanat dünyasındaki canlılığı gözler önüne seriyor, değişimin ve dönüşümün safhalarını düşünsel eylemler açısından inceliyor. Joyce’un o dönemlerde sanata getirdiği görelilik, öznellik, bilinç akışı tekniği insanlarda sanatsal üretimi nesnel hale dönüştürülmesi modernliği yansıtan kentsel ve kültürel değişimleri analiz ediyor.  Fiziksel bir nesne olarak kayıtlı olduğumuz evrenin genel anlamda ana parametreleri sayılabilecek zamanı ve mekânı gerçek manada tanımlıyor olması, aslında insanın tüm gerçeklerinin de hakikat nazarında yeniden yorumlaması, yeniden hayatı inşa etmesi anlamına geliyor. Bu bağlamda Marinetti, sanatçıların önceden akla gelmemiş bir eser ortaya koymaları gerektiğini ve bu eserde sınıflarda ve stüdyolarda öğrenilen tüm doğruların ortadan kaldırılması gerektiğini söylemiş, herkesin doğrusu kendisine şeklindeki yaklaşımın öncüsü olmuştur: “Klasik olan bizi ilgilendirmiyor. Yeni bir çağın başındayız.” Power, Joyce’un görecelik kavramına yaklaşımını ise şöyle yorumluyor: “Sağlam kültürel yapıları yok etmeye kararlı bir edebi suikastçı.”
Joyce ile Power arasından romantik olmayan değerli bir sanat eserinin var olup olmadığı konusunda, Rimbaud’nun “Hayatla sarhoş olmak o veya bu şekilde zehirlenmektir” sözünün etrafında sohbet ederler. Söz dönüp dolaşıp Joyce’un gençlik kitabım dediği Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi adlı kitabına, oradan da içindeki daha çok ıstıraplı çözümlerin bulunduğu olgunluk dönemine denk geldiğini söylediği Ulysses’ gelir. Power’ın “Asıl soru, edebiyatın gerçeğe dayalı mı yoksa sanatsal mı olması gerektiğidir” sözüne Joyce şöyle karşılık verir: “Hayatın ta kendisi olmalıdır.” (s. 50) Joyce, romantizmden realizme adım atmış, yıldızlara tapan Babil halkı Joyce’a göre çok daha gizemli geldiğinden olsa gerek, Kilisenin Tanrı’ya doğa aracıyla ibadet etmeyi bir günah olarak gördüğünü söyleyerek Ulysses’i realizmin başlangıcı olarak belirlemiştir. Sanat eserinde gerçekliğin bulunması gerektiğini ifade eden Joyce, gerçekten yaratıcı olan bir şeyin kısa, öz ve net olanla taban tabana zıt olduğunu söylemiştir. (s. 99)
Power ile Joyce konuşmalarında Turgenyev, Çehov, Hamlet, Puşkin, Dostoyevski, Gogol ve Gide gibi Rus ve Fransız yazarları değerlendirirler, Joyce genel anlamda dâhinin dehasında deliliğin olduğunu ifade eder: “Makul bir adam hiçbir şey elde edemez.” ( Sayfa 82)
Ulysses’i henüz tamamlamış Joyce’la yolu kesişen Arthur Power’ın kaleminden büyük yazarın gizli evrenini okurken, sanata, edebiyata, hayata dair gözlemlerle Joyce’u daha iyi tanıyacak, edebiyata ve yazarlığa karşı yaklaşımını daha iyi anlayacaksınız.
Virgül, Sayı: 129
 Kaynak:
http://www.semaverdergisi.com/

www.hikayeler.net

www.sparknotes.com