.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay
lale müldür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
lale müldür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kas 2014

In un'altra vita


bizim uslanmaz ruhlarımız
hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru…
iki sevgili yanyana oturarak
uzun süre hiç konuşmadan
yani kumrulaşabilinir mi?

Lale Müldür

        

15 Eki 2013

Bazen bir şey görünür gibi oluyor / Bazen bir şey görünmüyor

6-
rüyamda seni gördüm
yatağımın kenarında
mor bir ışık belirdi
bu yatak büyülendi

7-
rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü dünyada görülmeyen başka bir bakışla
bakıyordun

8-
rüyamda seni gördüm
sen değildin, sana benzemiyordu ama
sendin
çünkü tıpkı olması gerekene benziyordun

Lale Müldür / Güneş Tutulması 1999
 
''Bana tanıştır o başkasını. Sendeki göksel çarı. Arzu, dayanılmaz bir başkalık. Bir insanı başkalığında kavramak, onu sevmektir. Bana tanıştır o başkasını. Seni başkası yapan o yabancıyı. Bu yüzden bir kapı açıyorum sana. Kurtar beni senden. Bırak beni toprağa. Kimsenin geçmediği o yola. Ve dedim ki; her şey boştur ve geçer zamanla.''

Lâle Müldür - Babil
 
❝Biliyorum çok acı,
Çektireceksin bana yeniden,
Yine belki yüreğim,
Andıracak bir yas evini,
Ki ben de bırakıp,
Bütün kentleri,
Başımı bir kıyıya yaslarım belki.❞

Lale Müldür
 
 
"başka bir gün... başka bir yağmur... pencerelerde yağmur eğriciklerinin oluştuğunu görünce hemen yerimi alıyorum. yerim gene aynı... kedilerin de yağmuru izlediği doğru mu? çiçekler en çok bu eğik yağmurun önünde güzel... bir yağmur perdesinin ardında... insan başkalaştığını duyumsuyor, belki de zambak soyuna katıldığını..."

lâle müldür
 
Biliyor musun bir şey oluyor burada.
Garip bir şey.
Bulanık bir suda yok oluş gibi.
Gözlerimde beyaz kelebekler uçuşuyor
Ve kendime getiriyorlar yavaşça
beyaz odalarda...

- Lale Müldür
"seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
öğren susmasını ve ağlamamasını.
bir kavanozun içinde mavi bir gül
yetiştir her gün daha çok yaşayan.
bir masalın ağzını kapat ve yat

geniş odalarda. bir oksijen çadırında.
ona kötü bir şey olsun istedim.
bana aşık olsun istedim."/ 
 
''Dünyada olup biten her şeye aşığım ben. Dünyada olup biten her şeye kırgınım ben. Hayatta hiç yalnız kalmayacaksınız ama bir tarafınız ve hep ağrıyor, hep yalnız.''

Lâle Müldür - Bizansiyya

7 Ara 2012

Malvina Meinier - Covered In Silence




Sıkıntılı bir günümdü o yeşiller,
maviler ve siyahlar!
Kimsenin elimi öpmesini istemiyordum.

İntihar için kolay bir yol düşündüm
Beyaz bir intihar olacaktı bu
Kimseyi üzmeyecekti(birtakım
kolay sevenler hariç)
Hatta ben bile üzülmeyecektim
(bunun yolunu henüz bulamasam da)
Sıkıntılı bir günümdü o kadınlar
erkekler ve çocuklar!

Acılar!
Benim çocukluğum sadece bir sene
sürmüştü

psikanalize göre
kardeşim hemen arkamdan doğduğu için

(Acılar)Hiç bitmeyen;
Kadınların sesi mutfaklarının pencerelerin-
den dışarı doğru

Sıkıntılı bir günümdü o
yeşiller,maviler
ve siyahlar ve intihar!
Merakla yaklaşacağım bir şey
kalmamıştı hiçbir renkte.....

-Lale Müldür


6 Eki 2012

Anemon



uyu benim yalnız gözüm,gözler terkedilen şeylerle doludur.
onların bize baktıklarını görür gibi oluruz
bizim onlara baktığımız gibi oradan.
uyu benim defne aynam bırak onları
bırak onları girip çıksınlar yarı açık pencerelerden
gölde kayan dolaşıcı sazlar gibi.
uyu benim ıslak boğazım unut yeşil lekeleri
unut uzun nehirleri geçici altınlarını onların unut.
biliyorsun ki nehirler altın ölülerle doludur...

19 Ağu 2012

Ateş


sinirleri çeviren nostalji gölünü...yitirilen saflığın altın sularını...içte boğulanı...içte boğulanın tedirgin dalgalanmalarını...kırılmış bir başka-yaşam özlemini...mutlak değerlerin mermer çekiciliğini...yürekte ışıyan dore özlemi...sonsuza dek eşlik edecek olanı...kovuktan sızan reçinayı...ağaca bitişik taş-mantarı...izi kalmıştı yüreğimde...

bir deniz bitkisi gibi kendine çeken...manyetizma...sıyrılıp kaçan ışınlı bir ok...birkaç kararsız salınımdan sonra inine kayalarına kapanan bir deniz hayvanı...ölü bellek nasıl yankılanırsa öyle...bitti artık...Orlando'nun ince güzelliği belleğin sularında bir ışık halkası gibi parlayıp yitti...gözümü almıştı uzun süre...iki güneş var bronz ve altın...gözlerimi kapadığım zaman...yanar aynalar...parlak dokulara bakıldığında kararan mekan...kül ve kükürt kokusu...ondan aldığım tek şey zaman...zaman kuvars bir gözl çiziyor onun etrafında...dokunulmazlığını çiziyor yalnızlığını...buzun üstünde helezonlar...onu,Orlando'yu anlatmak için gereken yazı...sert yüzeylerde bile izin bırakan pırlanta,pırlanta yazısı...

görünürlüğü kapatan neydi o zaman...damarları belirgin bir elin işaretlediği uğursuz beş-köşeli yıldızı...gelincik yüzlü bir elin imlediği imleyebileceği tüm yaşam çizgilerini...göze alınan bir zar oyunuydu demek...bilinen bütün ihtimallere rağmen...başına sardığı gelincik dokusunu ilk atışta farketmek neyi değiştirdi,değiştirebilirdi ki...son tek,biliniyor bu...melankolinin bronz madalyonunu tutuyor şimdi bana...dönüştürmem için...Or Or...ve gidiyorum işte aşağıya...o yosunlu küflü kıyıya...rüzgarın ürperttiği sazlıklardan çıkan ince bir fısıltı giderek yokoluyor...Orlando...Orlando...iki karanlık ülkeyi birbirine bağlayan bir trendeyim şimdi...biri Orlando'ya aitti...

31 Tem 2012

O sole mio! O Sole Negre!



Her melek zalimdir. Meryem’in ipiyle
 bağlı geçen o 13 ay. ’13 aylı yıl’
 ayırdı bizi nedenini bilmediğim
 korkunç melekler. Melankolimin 19. haftasıydı
 seni tanıdım. Bir şeyler değişiyormuş gibi
 oldu birden. Sanki artık kader denen
 o kudurmuş atın önünde sürüklenmiyordum.
 Sonra korkunç bir dolu yağdı.
 Ürkünç rüzgarlar esti. Güneydeki Haç Yıldızı
 yerinden kıpırdadı. Melankolimin 19. haftasıydı.
 Her melek görür bizden öncesini ve
 bizden sonrasını. Bizim elimizde değildi.
 13 aylı yıl ayırdı bizi.
 Neden bitecek şeyler başlatılır ki sevgilim
 neden Muhammedi bir gül birdenbire büyür
 neden gözyaşı büyüklüğünde dolular dökülür?
 Kara saten bir çarşafa
 altın bir haç çiziyorum senin için.
 Yokluğunu böyle ifade edebilirim ancak.
 Gözlerimi büyük büyük açıyorum
 meleklerin üflediği o cam parçacıkları
 rüzgârına. Gelmiyorsun. Kara yağız atlar
 geliyor soğuk odama. Düşen göktaşları
 geliyor. Gözlerini karalarla bağlamış
 melekler geliyor. Sen gelmiyorsun.
 Nedeni yok işte. Yok hiçbir nedeni.
 Kiliselerde ikona kızlar bizim için
 dua ediyor. Dışarda korkunç bir
 dolu yağıyor ipimizi sürükleyen
 meleklerden daha da korkunç.
 Bilmiyorum belki büyük bir günah
 işledik. Ben keşiş giysilerime sarınıyorum.
 13 ay böyle geçecek işte. Güneydeki
 Haç Yıldızı bize kara kara gülümseyecek.
 Dilimin dönmediği şarkılar söyleyeceğim ben.
 Kimin ne için başlattığını
 bilmediğim bir büyü 13 aylı yıl
 boyunca akacak başucumda.
 Ellerimi temizlemek isteyeceğim
 geri dönmek belki de.
 Geri dönemeyeceğim.
 Altın haçlı o kara çarşafın
 üzerinden 13 aylı yıl akacak.

 O sole mio! O Sole Negre!

Buhurumeryem

16 Tem 2012

Yaban



Yaban I

aralarında gümüş bir zincirle uçan iki kuğu–
başka bir dünyadan gelen iki yabancı

kuzeyden gelip kuzeye dönen
yüksek prensibe dönen
yabancıların yüksek ve meleksi halleri

bir Fransisken manastırında bulunan yazı:
Kuğu "kutsalca kendisi ve dünya için şarkı söylüyor"

seni ne zaman düşünsem
aklıma kuğu kanı içen moğollar
ve yalnız bir siyah kuğu gelir, Svan

bilinçaltımda tek bir siyah hareket oluşur
o ilk arzuyla dönerek
şarkı söyleyerek ölür ve ölürken şarkı söyler

büyülenmiş bir kızın şarkısı bu, Svan
o ilk arzuyla dönen
siyah bir hareketle dönen
bir kızın şarkısı

gölün üzerinde mistik bir prensiple uçan yaban kuğusu:
dua ederken kollarımı yukarı kaldırırım.
     
Yaban II

seninle bildiğim herhangi bir lisanda
konuşmaya çabalıyorum, Svan
kuğu kanı içen bir Moğol olduğunu
unutmaya çalışıyorum
yeşil yaprakların üzerine
yeşil yapraklar
yeşil yaprakların üzerine
yeşil yapraklar
düşüyor
kalbimin üzerinden yeşil bir çizgi geçip
ağzının kıyısına ulaşıyor ve
senin bildiğin herhangi bir lisanla
benimle konuşmanı bekliyorum, Svan
yukarı bakarken sessizce kollarımı yukarı kaldırırım.

11 Haz 2012

Umarım Takip Edebiliyorsunuzdur



–Herkes is is is istediğini yapar.
–Yaa yap yap yapar istediğini.
–Biliyorsun bazan oturur öyle düşünürüm.
–Öyleyse funky sesi duyalım.
–BİR DAHA UMARSIZ YAŞAMALAR YOK
BİR DAHA UMARSIZ YAŞAMALAR YOK
–Peki ya akademi, akademik ses ne diyor?
–Akademik sesi funk'la, sars, çıkart at
–Umarım sizi takip edebiliyorumdur.
–Umarım. Biz diyoruz ki lavanta çiçeği bir gökyüzü altında,
turuncu/türkuaz çizgili toprakların üstünde beyaz kır çiçekleri
yağmurunda yani Pİ RİNÇ, PİRİ NÇ tarlalarında
pantolonlarımızın paçalarını sıvamış girerken tam suya, ilerde
kırmızı kayalıkların üstüne tünemiş KALBİNİ YEŞİL
YAPRAKLARIN ARASINDAN ÇIKARAN ADAMIN farkına
vardığımızda çok çok geç kalınmamakla birlikte belli bir eziklik
duygusuyla hareket edip her bir yöne rastgele dağıldığımızda
sanki o bütün gece (sabaha kadar konuşulduğu için)
uyumamışların gündoğumunu izlemek ve günün ilk çaylarıyla
bir ay çöreğini paylaşmak üzere deniz kıyısında bir kahveye
girişimizi, sandalyelerin yerlerini hafifçe değiştirdikten sonra
sanki birden serin/serin bir yeşilliğin denizin ortasından
çıktığını görüp ama onu ele geçirmekte yavaş davrandığımız
için onun gökyüzüne sürekli form değiştiren bir bulut gibi
yükselişini acıyla izlediğimizde ki şimdi bunları düşünürken
ağzımda geveleyip durduğum çam sakızını duvara
yapıştırdığımda kendisine miras olarak bir ecza dolabının
kaldığı hafif dişlek ve hatta dörtgöz kızıl saçlı bir çocuğa
Orient'in ilk astronotlarının adı sorulduğunda:
'Piri Reis ya da al-Battani' gibi muallakta kalan bir
cevap verildiğinde… Tüm cevap beklentilerinin ötesinde…
–Come on, come on, let's hear the funky sound:
–Turuncu/mavi bir hava alanı pistinde, bereketli topraklar
üstünde, yavaşça uykuya kayan bir çocuğunki gibi ellerimiz
birleştiğinde, yani ki artık kendimiz dahil hiçbir düşman
kalmadığında…
–Hadi hadi artık funky soruyu sor:
–Dans adımları atarak benimle dairenin dışına çıkar mısın?

12 May 2012

Sarartı



sasal siyah inci
sar ma şık
yana eğik ağaçlar
neredeyse birbirimize
yabancıyız artık
burası hep
sarı yaz
dışarda
hep
kasım
patlar
hep bir sarı
gagalı yelkovan
böyle kafamın içinde
limonsu safran
sarı ekran amino asit
bir ağaca gerisin
geriye sonbahar
siluetiyle
giren bir
kız

RNA
mesajcısı
yunusların
kurtardığı
hadi sevgilim
bana bağlan
sonra güneşin
ilk ışınlarını
gözüne alarak
i yi leş
be be become good
become goooooooood
ama şimdi olmaz
şimdi işte hep
böyle kafada
sarı ampul
gözlerde
filtre
cool
cool it
cooling it down
mekanların ortasında
şoksarsıntısarılganyürüyüş
yavaşyavaşyavaşsu sarı sabır
herşey bir Damask gülü için
hareketederkalır

işte
şimdi böyle
sarı beneklerle böyle
sarıbenizlilerle böyle
shakespeare'le böyle
ko kakola içen işçilerle
marlon brando'yla böyle
erkek kardeşimle böyle
kızkardeşim zaten yok
üstelik öylesine
serinkanlıyım ki
bütün
vuruşmalar bitince
seni göreceğim
ama şimdi burası
hep kasım
kafamda hep
yabancı bir dil
dışardan
hep sarı
şarkılar
söyleyerek
geçen SARARTI
turuncu inci
sar ma şık
yana eğik ağaçlar
neredeyse birbirimize
sarartıyız artık

3 May 2012

Çam Dikenciklerinden Bir Giysi



Kuzeyde gün türkuaz bir akşam oluyor / Ve ruhum
Yaldızlı bir topaç gibi / Sabit bir merkeze
İndikten sonra / Bedenime oturuyor / Nihayetinde, Gül,
Çam iğnelerinden mürekkep bir giysiyi çıkartıp /
Ayna parçacıklarından oluşan bir giysiyi de / Yüksekçe
Bir yere ama yine de rafa kaldırıp / Genel provadan
Önce yapılması gerekeni yapıyoruz /
Bak, yol değiştirtiyor / makasın açıldığı yere
Çam dikencikleri, arı iğneleri düşüyor / Ve ilerliyor
Tren karlı çamlar ve belli olan gizli diller arasında /
Destinasyon Destina /
Bir dili anlamak için / Başka bir dile bakıyoruz /
Bir şiiri anlamak için başka bir şiire /
Giysileri değiştirmeli, Gül /
Ölümsüzlüğü giyinmeli /

24 Nis 2012

Constantinopolis'e Uyanmak



Sophie & Gerard'a

Bizans'a bakarak uyuyorsun. ama yorgunluğun çok derin.
yorgunluğun uzun bir nehir kadar derin senin.
çıkart at kalbini, işte hepsi bu, hepsi bu, bu sensin.
bir ses duyuyorsun, karanlık yağmur, üzgün bir ses
sarı ayışığında onun oluyor.

sonra? sonra uyuyorsun. Bizans'ın içinde uyuyorsun. adak mumlarından
akan ılık damlalar gözkapaklarını yakıyor. siyah bir şilep bekliyor
sei uykunda. siyah ölüm kadar güzel bir şilep. uykunun kenarında.
istersen uykunun içinden siyah bir kanat gibi geçip ulaşabilirsin
o şilebe. ama bunu istemiyorsun. sen şimdi Haliç'te suların üstünde
uzanıyorsun bir kolun siyah bir şilebe bağlı diğer kolun Kız Kulesinin
ışıklandırılmış hüznüne. uyanmasaydın parçalanacaktın.

ama Arslan'lı Bizans rüyalarının ilki değil bu.
parçalanışlar ve uyanışlar Bizans'ının son Rönesans'ı da değil.
sürdür o zaman uykuyu yeni bir Arslan'lı Bizans uyanışı için
ama belki biraz daha yüksekte biraz daha temkinlice yap bunu
öyle ki Kız Kulesinin açıklarında, birbirinin üzerinden atlayarak
geçen o gri eğrilerin üstünde kayan şeyin ne bir kuğu ne bir arslan
olduğunu kimse anlamasın. şiddetli esen rüzgâr sansınlar sadece
ya da bir zamanlar boğazdan geçmiş bir Levanten gezginin çizdiği
titreşim. ama bilen gözler, tarihi şöyle bir karıştıranlar hatırlayacaklar:
tayyar bir dille konuştuğu için korunması gereken her kız Kız Kulesine
kapatılmışken tam eski bir Bizans mucizesiyle birdenbire Arslan'lı
Bizans rüyası içinde buluverirmiş kendini. böylece korunurken
cezalandırılmış, cezalandırılırkense bir Mobius mucizesiyle tekrar korunmuş
olurmuş. Eskiler der ki gündüzleri hula-hup çeviren geceleri Arslan'lı
Bizans rüyası gören binlerce Konstantinopolis'li kızdan biriydi o.
kimilerine göre ise bir zamanlar bir kız olduğunu hatırlayan,
sürekli bu kızı rüyasında görmekle onu bir anlamda yaşatmaya
çalışan eski bir Bizans Arslanından başka bir şey olamaz.
neyse ne Kız Kulesinin açıklarında gerilen bu Bizans aslanının
sonradan Venedik'te San Marko alanına konan atların (ki o atlar
da Bizans'tan gelmişti) hemen ardına iliştirilen o arslan olmadığı
açık... Tarih bu derece keyfi rastlantılara izin vermediği gibi
yazının sorumluluklarını ve onurunu taşımakla yükümlü yazar da
burada devreye girer ve Arslan'lı Bizans rüyasını sona erdirir.
Hâlâ zevk prensibinden realite prensibine geçememiş az sayıda
okuyucu, çok sayıda dinleyicinin bu rüya anlatılarını ciddiye
alma tehlikesinin bilincindedir çünkü. akl-ı selim sahibi gerçek
Stamboul okuru bir yana, diğer tür az sayıda fakat masum fakat bizanslı
okuyucu ve dinleyici kitlesi masallarının yarıda kesilmesine
dayanamayacak, masalı hayata yani arenalara taşırarak, bu sefer de
yazarı Arslan'lı Bizans rüyası içinde görmek isteyeceklerdir.
İşte tam da bu noktada, maviler ve yeşiller yazarı parçalamak
üzereyken tam, bir Mobius döngüsünün garip bir evrimiyle yazar
kendini kendi kurduğu oyunun içinde bulur ve Arslan'lı Bizans rüyası sürer...

sen şimdi uyuyorsun. Bizans'a bakarak uyuyorsun. yorgunluğun
çok derin çünkü Bizans'ı görmek görebilmek çok uzun zaman aldı.
yanıbaşındaki beyaz kağıtlara tavandaki Venedik kristallerinden
yansıyan ışık demetçikleri düşüyor. gözkapakların yorgunluğun
altın suyuna batırılmış, gece kenarlarından dağılıyor.
yalnız sana ait bir şey olarak kalmak, kimsenin de senden bir şey
alamayacağı uzun uyku imparatorluklarına katılmak istiyorsun.
bunun için evini terkettin, kalktın Pera'ya geldin. Bizans'ın altınsı
sularında uyuyorsun. bundan daha iyi bir yer seçemezdin
bir adsızlığı yaşamak için. yanıbaşında tiktakları duyulan bir
masa saati var. sokaklarda kimse yok şimdi. bir gececil
motosikletiyle Galata kulesine tırmanıyor. Marianne Faithful
dinliyor. The Boulevard of Broken Dreams...

gece uzun adın yok senin. gece bir Çin lokantasının adı kadar
uzun - Uzun Yeşil Siyah Sarı Nehir... yanıbaşında bir cep saati
var. neden bu kadar genç neden bu kadar kayıtsızsın.
bir ses duyuluyor, karanlık yağmur, Byzantium, gümüş tozlu ayışığında
sonra onun oluyor. yaşadığın günleri, geceleri, sözcükleri, kişileri
seçmek isterdin. ama yapamıyorsun, bunun yerine Bizans'a bakarak
uyuyorsun. Zeus kulağının arkasından üflemiyor artık. Hermes ters
bir kol hareketiyle rüşvet vermiyor. denizkızları çoktan ölmüş,
cesetleri Kız Kulesinin oralarda bir yerde sürükleniyor...

gümüş pulları pörsümüş... kulaklarında yarım kalan bir ses...
'Penthesilea, yaralı kızkardeşim'... sürüklenip duruyorlar...

sen şimdi yorgunsun Bizans'a bakarak uyuyorsun. rüyanda Venedik'li
Tadzio'yu görüyorsun - hep o aradığın gizemli pürlük. Tadzio geri
dönüyor ve işaret parmağıyla uzaklıkları gösteriyor. sen şimdi
rüya görüyorsun, Tadzio'nun işaretiyle Leonardo'nun gizemli işaret
parmakları arasındaki uzaklığı görebilmekten çok uzaksın. Leonardo'nun
resimlerindeki parmaklar göklerde bir yeri işaretliyorlar.

sen şimdi uyuyorsun / onun için o bilgiyi unuttun / daha önce
biliyordun / uzun uzun zaman önce / senden alınmıştı / bu yüzden
belki / şimdi gözlerin kapalı duymuyorsun / ama yine de o
parmakların işaretlediği bir yerlerde belki uyuyorsun / çok uzak
değilsin oraya / kimse uzak değil /

Tadzio'nun bir siluet, uzak bir gölge olduğunu, varolmadığını,
senin ateş çemberinden geçirilmen için önüne konan bir sınama
olduğu oranda varolduğunu ancak (ki sen de onun için aynı bağlamda
varoluyordun), Tadzio'lar yüzünden hayatların batırılmaması gerektiğini
asla anlamamıştın... Tadzio sensin çünkü... ancak sen olabilirsin...
yarın doğumgünün... yarın uyanmalısın... Tadzio'yu kendi içinde aramalısın...
uykunda unuttuğun saflığı kendi içinde yakalamalısın...

Constantinopolis de uyanmalı...
Constantin'ler Polis olduğunu anlamalı... her Constantin
kendi içindeki Polis'i
(o eski batık kentleri)
yakalayıp, Tadzio'yu serbest bırakmalı... İstanbul bir zamanlar
Constantinopolis olduğunu artık unutmalı... yarın doğumgünün
yarın uyanmalısın. yanıbaşında bir cep saati var. neden bu kadar genç
neden bu kadar kayıtsızsın.

bizanslı ve beyazlı odada eskilerden biri diyor ki:
"işte mükemmel denge: sanatçı ve insan
tek ve bir
ikisi de dibi boylamışlar
yaşam mı güzellik mi bu"
sen şimdi bisanslı ve beyaslı odada uyuyorsun, çok
yalnızsın. eskilerden biri diyor ki 'Ağlama'
'Yarın senin doğumgünün. Yarın sana yeni bir isim verilecek.'

3 Nis 2012

yağmur kalan kadınlar

 

Söylenecek başka bir şeyim yok artık..
Unutmak istemiyordum oysa, güzel kalan yaralar vardır çünkü...
Limon kokulu yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır...
Herşeye rağmen yağmur kalan kadınlar vardır...
Ben iyiyim şimdi sen nasılsın?

23 Mar 2012

Katatonia - Unfurl



üretilmiş her şey bir fosildir şimdi
düşünüyorum da bazen
ne kaldı diye geriye senden
yıpranmış sinir uçları
genişlemiş damarlar
ve belki prensesin tahta bacağı
ölen bir kuğuydu bir imgeydi bellekte
içimde bir şehir daha bütün yıldızlarıyla söndü.

13 Mar 2012

Buhurumeryerm

 
 
kara saten bir çarşafa
altın bir haç çiziyorum senin için.
yokluğunu böyle ifade edebilirim ancak.
gözlerimi büyük büyük açıyorum
meleklerin üflediği o cam parçacıkları
rüzgârına.
gelmiyorsun.
kara yağız atlar geliyor soğuk odama.
düşen göktaşları geliyor.
gözlerini karalarla bağlamış
melekler geliyor. sen gelmiyorsun.
nedeni yok işte. yok hiçbir nedeni.

1 Mar 2012

Giden İçin



teni yıkılan ilk sen oldun
bir mevlevi hüznün ardından
bak en güzel en güzel kadınlar
çekiliyor aşktan
hiç kimseye dokunmayan
bir hüznün ortasında durdun
ey ilahilerle beslenen
uzaklık
bize dokundun mu?

bir sim ve bakır müziği
onmazların penceresinde
gidenlerin hemen kaçtığı
o yerde
ilk kalan sen mi oldun?
güneş ve ayın düğününü
görmezden gelen sen
toprak ta bir başka denizdi çünkü
ardında bırakıp her yaşadığını
bir ney sesiyle yokoldun
yorgunuz, durgunuz şimdi

bizi duyuyor musun?

11 Şub 2012

John Powell - Assassin's Tango



hava bugün biraz turkuaz

biraz orgazm sonrası

kollarımı çok beğeniyorum, sen?

4 Şub 2012

Romeo



bana bir hayat çiz banliyöler jülyet'i
siklamen bir kış masalının merkezinden dağılan


kendine bir romeo çiz banliyöler jülyet'i
beyaz blucinli meşin ceketli kremaçilek yürekli
ardında kan izi bırakmayan
bir romeo çiz
Romeo
her şeyi yeni baştan çizin metropollerin asi özneleri
benim kirazlarım açtı ya siz
gururunuzu koruyun kartal çeteleri
ölçüleri ölçün
her şeyi baştan düşünün metropollerin siyah gülleri


renklerle geliyor her yere rolling stones jülyet'i
benim bir kız kardeşe ihtiyacım var
otoyollar romeo'su ya sen
geceleri uyuyup kalkmadan önce
birisiyle konuşmaya ihtiyacım var


jülyet terasta saçlarını kurutan bir kız şimdi
biraz sonra kapının önüne romeo parkedecek
akşam berlin/jerusalem filmine gidecekler
ya sen, napolyan, benim ahmak sevgilim ?


bölüşülen sıcak somun şarap ve siyah gül eşliğinde
diğeri birine sevdiğini söyleyecek
ya sen, benim hiçbir şeyden anlamayan ahmak sevgilim,
başka semtlerin meleği ya sen ?


tam şurdan  (ç)aldım ; Lebaleb Reçeli

30 Oca 2012

Anathema - They Die



doğuya bakan yüzünle bak bana ve kalbimin bir porselen gibi olduğunu

hiç unutma

çocuk gibi olduğumu söylemiştin zaten.

çocuk gibi yazdıgımı biliyorum bu kitapta

kırmızı mürekkeple boyanmış bir çocuk başı uyuyor kalbimde.

fosforlu gözleri açıklanamayan şeylerin merkezi gibi.

tıpkı bunun gibi açıklanamayan şeylerin merkezi olsun isterdim bu

kitap;

hiç kumru olamamış bir çocuk izini bırakırken onun üstünde;

ararken bir kumru oluş halini...

27 Oca 2012

İstanbul Dostlarına Mektup




Ne çok şey eskidi diyorsun
Benim küçük intiharlarım
Kimseler yoktu Tarot kahvesinde
Birileri teneke çalıyordu dışarda
Artık çıkış kimseyi ilgilendirmediğinde
Yaprakların dilini konuşmak gölgelerin
Yeni bir dünya yok
Yeni bir dil olmadan.

Söyleyemediklerim yaralıyor en çok
Aradığım ne varsa bulamıyorum
Kim bana bir iris bıraktı terk ederken beni?

Uzaklarda deniz-kızları ölüyor
Bir kadının görebileceği bütün düşler
Amazonya, yüreğim…

Tekrarlanan bir dil/tekrarlanan bir dünya
Deka-dans-ia
Bir ikonun, bir personanın etrafında döndü herşey
Ne çok kişi bıçaklayıp durdu kendini
Gecelerden bir gece Manresa’da olmak
Mutlak değerlerin çekiminde adım atmak
Mermer yüzlerle
Demode zevklere doğru
Unutmak deka-dansı unutmak.

Ama bu gece Manresa yok
Brüksel’e yağmur yağıyor
Ve bütün kentlerde bir ve tek korku var.

Ne çok şey eskidi diyorsun
Değişen bir şey yok oysa
Korkunç akşamüstüler hatırlıyorum
Bitimsiz bir iç sıkıntısıyla
Küçük bir odada birlikteydik
Birileri Krilov’du
Birileri Nastasya Filipovna
Birileri ormanda keman çaldı tek başına
Herkes kendi Marienbad’ını yaşadı
Hortlak yaşamların gölgesine doğru
Ölmedi onlar
Başka bir biçimde aynı şeyleri yaşıyorlar.

Küçük bir odada birlikteydik
Odalar büyüdükçe birlikte olunamıyor...

25 Oca 2012

Dans Adımları Atarak Dans Yuvarlağının Dışına Çıkmak



 


sonsuza dek daha küçük kadrajlara bölünerek

ilerleyen bir aynanın kendi

kalıcı ilerisinde iç zamanda bıraktığı

tek şey

bir jet uçağının sesi

cihar-ı yek

çocukken çizilen renkli patates mühürleri gibi

ah evet şimdi o çocukluğun ay-ışık gecelerinde

olduğu dantel yapraklı selvi ağaçlarının

serin Nefti yapraklarına gözümüz takıldığında

zeytin ağaçlarının sesini duyar gibi oldugumuz

yani ONLAR cırcır böceklerinin eşliğinde

serin akşam şarkılarına başladığında

akşam sefaları gecenin getireceği

binbir kötülükten ürkerek arife yani

kendilerine doğru Bir yolculuğa çıktıklarında

arazöz geçtikten Sonra



Bir evvel karabilmek için

büyük bir ciddiyet ve sabırsızlıkla

ev ödevlerine oturulabilir

bir taşra gelini duvağı ile birlikte

motosikletin arkasına oturtul hakkında

sevgilim dış kapı önlerine su döküldüğünde

benimle dışarı çıkar mısın?