.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay
cemil meriç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cemil meriç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şub 2012

Jurnal I (Kesitler)



-Yaratanın her şeyi güzel yarattığına kurbağalar bile güler. İnsan yarattığı heykeli boyuna düzelten bahtsız bir sanatçı...

- Cemiyet üvey ana olduğu zaman insan kahramanlaşıyor. Yani dâhi iki taşın çarpmasından doğan kıvılcım gibi iki kaderin çatışmasından doğuyor...

- İnsanı cemiyet yaratır. Hangi cemiyet? İnsan cemiyetle tam bir uyuşma halinde olduğu zaman tarihi yoktur. Doğar, yaşar, ölür. Tarihi yaratan, fertle kalabalık arasındaki anlaşmazlık, yani dram daima bir çelişmenin eseri. Fertle cemiyet kaynaştığı zaman terakki yoktur. Beraber otlayan, beraber geviş getiren adsız bir sürü vardır sadece, "on" vardır. Cemiyet kendine benzemeyen bir çocuk doğurduğu zaman onu beşiğinde boğmaya kalkar. Boğarsa mesele yok. Boğmazsa ya diz çöken bir isyankâr, bir Beaudelaire, bir Rimbaud, bir Breton çıkar, ya cemiyete diz çöktüren bir cebbar gelir, Sezar, Napolyon, Hitler...

- Kaderimizi çizen cemiyet, fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir. Denizdeki herhangi bir dalgayız. Dalgaların tarihi var mı? Şahsiyet, görünen cemiyet içinde görünmeyen cemiyeti seçip tahtını onun bağrında kurmak suretiyle fethedilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, ola- i cağa bağlanıştır. İnsan, tabiatı değiştirirken kendini de değiştirir, diyor Marx...

- Tabiat hep aynı tabiat. Ama insan hep aynı insan değil...

- Feyzi-i Hindî en güzelini söylemiş: ‘Yokluk zulmetiyle bağlıysan topraksın, kafanda tanrısal ışık yanıyorsa: arş...’

- Cimri, cemiyet dediğimiz kuklalar yığınını zirveden seyreden bilge. İpler elinde ama bu oyunda aktör de, rejisör de olmak istemiyor...

 -Sirse galiba domuzları insanlaştırdın, sadece insanları öfkeden, utançtan öldürmek için ahırların kapısını açtın, bunları tekrar ahıra sok Sirse...

- Onlar sürü yavrum. Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var? Karanlıktan geldiler, karanlığa gidiyorlar. Umman-daki dalgalar gibi sayısız. Tarihi yok bu sürünün. Macerası yok. Yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz. Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği sesleri tekrarlayan uzviyet. Kafanın vecdinden habersiz. Bu sarhoş karnaval alayını yıldızlar, yüzbinlerce yıldız, kayıtsız bakışlarıyla seyrediyor. Hepsinin hayatı üç kelimenin içinde, hatta bir kelimenin: yaşamadılar. Kaya nasıl beyin olmuş, bilen yok. Yapma çiçek gibi ürpermeyen, kokmayan, yaşamayan milyonlarca, milyarlarca beyin var. Bu kervanın arkasından koşma çocuğum! Onların yöneldiği iklimlerde sam yelleri eser kış yaz. Sarayları çingene çadırından daha sevimsizdir...

- Kalabalığı sevmek, kalabalıkta erimek değil çocuğum, kalabalığı aydınlatmak. Işık olmak için yanmak lâzım. Yıldızlaşmak kolay değil...

17 Ara 2011

Ne Garip Bir Oyuncak Şu İnsan





Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve aslaine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh. Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar .. Buda haklı: Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne teklif bilen var mı? Kader hep oynayacağı silindir yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların ..

8 Ara 2011

Amour passion






Senin için çarmıha gerilebilirim Santa Mariam. Ama bütün bu küçük hesaplardan, bütün bu sivrisinek vızıltılarından bize ne? İnsanlara ne borçluyuz? Hiç. Tesadüfen bizi tanımaları hayatlarının tek şerefi, tek hadisesi, tek manası. Onlara ne borçluyuz ki? Senin dokunduğun, seni tanıyan her şey kutsal olmasa idi... Geçelim...


( Cemil  Meriç - Jurnal 2, İletişim Yay. sf.44)

11 Kas 2011

Jurnal

Anlayacak mı? Kim neyi

?
Sen kendini anlıyor musun? ... Aç uzviyetinin sesini yükseltmekçe 


gırtlağına sarıldın. Kalbinin konuşacak hali mi var? .. 

Kopmaktan korkuyorsun. Yapıştığı kayadan sökülmek istemeyen midyenin korkusu, mahallesinden uzaklaşınca kuyruğunu bacakları arasına alan köpeğin korkusu… Ama yaşamak kopmak demek, doğum da bir kopuş, bir parçalanış… Sanatı da, tarihi de yürüyenler halketti…

Gurbete "adam… Gurbet bazen insanın, bazen insan, bazen… Nereye? ... Kendini bir ırmağın sularına bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi? ... Kayığı suya salan kendi iradesi mi zaten? .. Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrar, manalandırmaya çalışıyoruz. Vazife ahlakı! ... Senin kendine karşı hiç vazifen yok mu? .. Bhagavad doğru söylüyor belki. Hikmet-i vücudumuz, ezelden beri devam eden bir oyunda bizden bekleneni, kızmadan, sevinmeden yapıp göçmek. Ama bizden beklenen ne? ...

Değer levhasının onun gün yazılıp bozulduğu bir çağda hareketlerimizi, yöneltecek kıstas nerede? ... Aile? .. Aile var mı? .. Nasıl aile? .. Tesadüfen bir araya gelmiş insanlar topluluğu, bir tren kompartımanında karşılaşmışlar…

Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor. Evet, cemiyet bir sümüklüböcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer, kardeşin ezer, çocuğun ezer… Neden başkalarından farklısın?.. Hem farklı, hem zayıf. İki büyük cinayet… Peki Emerson, bize ‘fikir adamı’ hilati giydirecek hangi makam?.. Raskolnikof faciası, alnını, bir şeyler var içinde diye yumruklayan bir hayalpereste soğuk terler döktürecek kadar korkunç… Elbette yaşamak öldürmek demek her adımımızda bir takım canlara kıyıyoruz… Ölmek ve öldürmek…

Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan. Halbuki bizden edebiyete kalacak bu çığlık… Sevinç çığlığı, azap çığlığı, merhamet çığlığı…

Zavallı midye!.. Seni kayandan söken iraden mi sanıyorsun?.. İsyan vahim, tevekkül güç… Ama isyansız tarih olmaz, bütün dinler, bütün felsefeler bunu haykırıyor. İblis’in isyanı, Promete’nin isyanı… Neden tevekkül güç?... Ve Allah insanı yarattıktan sonra istirahate çekildi, insana yükledi vazifelerini, hilkatin son şaheseri insana… Yaratmak daima bütünün parçalanması… Tanrı kainatla sınırlandırdı kendini ve her varlıkta bir kere parçalandı. İnsan da öyle…

Nietzsche haklı. Kanla yazılan yazılar yaşıyor. Ne kanı?.. Çocuk kan içinde doğuyor, milletlerin beşiği kan, Kapitol’ün harcında kan. Kalbin kanayacak ki yaratabilesin… Ne Luther bir kavga adamı idi, ne Gandi… Meçhul bir dalga umulmadık kıyılara sürüklüyor kayığımızı…

Sen istiyorsun ki, kucağında yaşadığın dünya hep aynı kalsın, havan aynı, suyun aynı, dekorun aynı… Bu mümkün mü?... Mümkün değil, çünkü hayatın kanunu değişmek. Zaten zindanın da yeni pencereler açılmazsa boğulmaz mısın?... Beni bulmamış olsaydın aramazdın diyor Tanrı… Kendini erkeğe teslim eden bir bakirenin korkusu. Meçhul karşısında duyulan ürperti. Ama her meselenin muayyen hal yolları var?... Ve sfenks sorularını cevapsız bırakanları parçalar…


Cemil Meriç Jurnal 12.01.1963

28 Tem 2011

lamia hanıma mektuplar



sevgiliye: 

gök de sensin, yerde sensin!
hem alansın, hem verensin!
hem çiçeksin, hem derensin!
diyor. 

mektubunu okurken o keşmir’li dilberi hatırladım. kelimelerinde ezeli nur’un en muhteşem lem’aları. birden bir vahada buldum kendimi; bir çöl akşamı ve gök kubbede gülümseyen yıldızlar. kelimelerin mektupdan gök’e uçtu, gök’e, yani gönlüme. kelimelerin musiki oldu.
 
tevrat haklı: önce kelam vardı, kelam, yani sen. 


bütün kitaplar yavan, bütün şiirler soluk, bütün şarkılar ahenksiz. zirvelerdesin, büyük mustariplerin, büyük ermişlerin, büyük ruhların kanat çırpdığı zirvelerde. ve kendimden utanıyorum, ben toprağım, sen arş. ben ten’im, sen gönül. ben alev’im, sen ışık. “ben sen’im” diyorsun. saçlarımı okşamak istediğin zaman, kendi saçlarını okşa. lal ded’i hatırladım, gerçekde lal ded sensin, her asırda başka bir adla tecelli etmişsin.
leyla bir tomurcuk, sen bir muhteşem gül. leyla bir mısra, sen bir destansın. leyla bir kıvılcım, sen bir şafaksın. leyla bir tecessüs, leyla bir masal, leyla yaşamayan, leyla bir yarım. 

hangi sevgili seninle boy ölçüşebilir? lamiam benim. sen doyulmayan,sen kanılmayan, sen rüya, sen gerçek.
romeo’yu düşündüm ve güldüm. imtihandan geçmeyen bir sevgi, bir saman alevi. artık yirmi beş yıl önceye dönmek istemiyorum. senin yanında zaman yok. elest bezminden beri dudak dudağayız, seni kaburgamdan yarattım, hayır, gönlümden yarattım, kafamdan yarattım, belki de ben senin kaburganım. cennette beraberdik ve ismin havva’ydı. yirmi beş yıl önce yine beraberdik. ad’ın bilinmeyen’di, özlenen’di.

yirmi beş yıl önce yine beraberdik, geceleri rüyalarımı süslüyordun, gözyaşlarımda sen vardın. her kadında seni arıyordum.yirmi beş yıl önce adın hasret’ti, sonra ümit oldu. seni bulmadığım için, seni bulamadığım için gözlerim kapandı. seni düşünerek intihar etmedim. yirmi beş yıldan beri senin için yaşıyorum lamiam.
her kitabımda sen varsın. hind’i ben yazmış olamam. bende güzel olan ne varsa, senin ilhamın. bende büyük olan ne varsa senin eserin. sen günahlarınla bensin, ben faziletlerimle sen. levislerini takdis ediyorum. onlar olmasa insandan çok tanrıya benzerdin ve sana yaklaşamazdım. teninle kadınsın, sesinle tanrı. ıstıraplarımı takdis ediyorum. senin bende sevgiye layık bulacağın tek büyük taraf ıstıraplarım, ıstıraplarım yani sensizlik.
iki gündür çocuklarınla beraberim. v. çalışıyor, yarın gelecek. hepsi iyi. onlarla beraber olmak içime su serpiyor, dinleniyorum, öksüzlüğümü unutuyorum ve hayat geçiyor. evet lamiam, benimki nankörlük. onbir gün, onbir gecede bütün hazları yaşadıktan sonra yanıp yakılmak; ama cennetten kovulan adem’in şikayeti bu.
arzularımı susturamıyorum. şımarığım, yaramazım, alçağım. sel yatağına çekilmedi henüz. mektuplarınla yaşıyorum. garip bir hayat bu, seninle yatıyor, seninle kalkıyorum, ama yine de mütehassırım, yine de lamiam benim, bütünüm, kemalim, zindanımı aydınlatan ışık, gözbebeğim. 

sana yolladığı kitaplardan utanıyorum. sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. muhammed’e nasıl iman ettiklerini anlıyorum.
tek mucize kelam. kelam, yani sen.

sabahleyin uyandığım zaman ezanı dinliyorum, sonra şarkılar söylüyorum sana.


öperek…

15 Oca 2011

cemil meriç



“Ve insanlar Homeros’un cennetindekiler gibi kucakladın mı kayboluyorlar. Hepsi birer gölge. Teneke bile değiller. Sevgi garip bir yangın. Yaşaması için büyümesi gerek. O yangına herşeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı...

Ve kül olacaksın. İnsanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. Sonsuz karşısında cücenin korkusu...”
"Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.
Zira o, yarın ki veya dünkü veya ötelerdeki bir cemiyetin çocuğu, kendi cemiyetinin değil...
Kaderimizi çizen cemiyet; fakat ona ırzımızı teslim ettiğimiz anda erimişizdir,
denizdeki herhangi bir dalgayız."
***
"Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur.
Kendisine ve çevresine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi.
İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez.
Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh.
Vücut araba akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar..
Buda haklı : Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.
Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı?
Kader hep oynayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkış sahtekarların.." Jurnal.3.11.1965
*** 



"Biz rüzgarların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemişdik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir.

Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey. İnsanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın.

Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyenim. Sen kimseye benzemeyensin."

"Daima başka, daima yabancı. Ve yıllar, sonbahar yaprakları gibi yolmuş sayfalarını takvimin.
Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh. Ve sükut."

.

13 Oca 2011

Cemil Meriç’ten Lamia Hanım’a




 Ben Ezeli Bir Mağlubum…
 Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun… Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim?
Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum. Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin, senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümitleştiği kadın. …
Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. … BİLİYORUM Kİ BENİMSİN Ve gece bir deniz kızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük. Kah bir çöl rüzgarı gibi yakıcı, kah bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse. Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.
Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir. … Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş, gözleri kamaşırmış insanın. Kainatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası. Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale aşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz. Tecrübe güvensizlik yaratır.
 Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır. Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür. … Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir. Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin. Bir an için gözbebeklerinde raksedecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın. … MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı…
Karanlıklardayım. Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız. … Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru. Hind’in turnaları gökkubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin. Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor.. Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar araf. … Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı.
Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, şimdi şimşek şimşek. Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamia’mla doluydu. Kuşlar tarlada mı şakıyorlardı, içimde mi? … Merhaba canım benim. Sen aşkın bütün hazinelerini büyük bir titizlikle fatihine saklayan gerçek kadın. Yalnız kelimelerin değil, rüyaların bile bakir. … Rüyalarını ver bana, kendini değil. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil. …