.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

23 Oca 2011

Gunluk 1





Tarihsiz

Bir sevgilinin onunden gecer gibi genelevin onunden gectim.

Tarihsiz

Yasamimin beni memnun birakabilecek bir sey yazmadan gecirdigim ve herkesin buna yukumlu olmasina karsin hicbir gucun bana geri veremeyecegi bes ayindan sonra aklima sonunda bir dusunce geliyor, tutup kendi kendime danismak istiyorum. Sorular yoneltince hâlâ kendimden, kendim olan bu ot yiginindan yanitlar alabiliyordum. Bes aydir ot yiginindan geri kalir yanim yoktu cunku; akibeti bir yaz gunu atese verilerek duruma tanik olacak birinin gozunu acip kapamasindan daha kisa surede yanip gitmek olacaga benzeyen bir ot yigini. Ve soz konusu akibet buyursun gelsindi! Hatta bin kat fazlasi basima gelse yeriydi, cunku mutsuz gecen bes aydan oturu pismanlik duydugum bile yok. Durumum bir mutsuzluk durumu degil, ama mutluluk da degil, umursamazlik da, gucsuzluk de, yorgunluk da, baska bir sey de degil. Peki ne? Bunu bilemeyisim, sanirim yazma yeteneksizligimden kaynaklaniyor. Soz konusu yeteneksizligi de, nedenini bilmeksizin anliyor gibiyim. Yazarken aklima gelen seyler kokten degil, ancak ortalarda bir yerden doguyor. Boyle olunca, bunlari cikip tutsun biri tutabilirse! Sapinin orta yerinden buyumeye baslayan bir otu tutmaya ve ona tutunmaya calissin! Bunu yapan tek tuk kimseler vardir belki; ornegin Japon gozbagcilari zemine degil de, yerde yari yatar durumdaki birinin havaya kalkik tabanlarina dayanan, bir duvara yaslatilmayip boslukta yukselen bir merdiveni tirmanip cikar. Ben bunu beceremem; kaldi ki benim merdivenin emrindeki boylesi tabanlar yoktur. Ama kukusuz yetmez bu kadari; kendime yalnizca soru yoneltmem konusmami saglamaz. Simdilerde o kuyrukluyildiz uzerine cevrilen teleskoplar gibi, her gun en azinda bir satirin kendi uzerime yoneltilmesi gerekiyor. Eh, bir kez de o cumle karsisinda kendimi bulayim! Soz konusu cumlenin ayartisina kapilarak hani; tipki gectigimiz Noel’deki gibi. Gectigimiz Noel’de o kadar ileri gittim ki, kendimi ancak zorlukla tutabildim; gercekten en son basamagina ulasmistim merdivenin; merdivense, yere dayali ve duvara yaslatilmis, kimildamadi hic. Ama o ne yer, o ne duvardi! Yine de devrilmemisti merdiven; ayaklarim onu iste oylesine yere bastirmis, oylesine duvara yapistirmisti.

Ornegin, bugun uc kustahlikta bulundum; biri bir konduktore, biri amirlerimden birine karsi. Dogru, iki tane hepsi; ama mide sancisi gibi beni aciyla kivrandiriyor. Herkesin kustahlik gozuyle bakacagi davranislardi, nerde kaldi benim tarafimdan oyle gorulmesinlerdi. Evet, kendimden disari cikmis, havada, sis ortasinda bogusuyordum ve isin en kotusu, bana eslik edenlere karsi da kustahligi kustahlik oldugu icin yaptigimi, yapmadan duramadigimi, bunun icin zorunlu tavri takinip sorumlulugu yuklenmem gerektigini kimsenin farkina varmayisiydi. Ama hepsinden beteri, tanislarimdan birinin bu kustahligi bir karakter belirtisi bile degil, karakterin kendisi saymasi, dikkatimi soz konusu kustahlik uzerine cekmesi ve ona hayranlik duymasi oldu. Sanki ne diye kendi icimde kalmiyorum? Kuskusuz, simdi soyle diyorum kendi kendime: Goruyorsun, bu dunya senin samarlarina boyun egiyor; konduktorle yeni tanisin sen ayrilip giderken serinkanliliklarini yitirmedi, hatta sonuncusu gule gule dedi sana. ama bunun hicbir anlami yok. Kendinden disari cikarak bir seyi ele geciremezsin; ustelik, bulundugun cemberde kaybedebilecegin ne cok sey olabilir! Bu konusmama yalnizca su yaniti veriyorum: Ben de cember disina cikip baskalarina dayak atacakken, cember icinde kalip dayak yerim daha iyi. Peki ama, nerde bu kahrolasi cember? Bir sure, puskurtme kirecle cizilmis gibi yerde gormustum; ama simdi sagda solda belli belirsiz suzulup duruyor, hatta o kadar bile degil.

19 Temmuz 1910, Pazar

Uyudum, uyandim, uyudum, uyandim; kepaze bir yasam.

———-

Dusununce, egitimimin kimi bakimdan bana pek zarari dokundugunu soylemeden duramiyorum. Hani kiyi kosedeki bir yerde, ornegin dag basinda bir viranede egitilmis degilim; boyle olsa, agzimdan suclayici bir kelime cikmazdi. Soyleyeceklerimi gecmisteki o pek cok ogretmenimden hicbirinin anlamayabilecegini goze alip diyebilirim ki, boyle bir viranenin kucuk bir sakini olmak, cok, hem de pek cok memnun ederdi beni; dort bir yandan, yikintilar arasindan suzulerek ilik sarmasiklar uzerine vuracak guneste adamakilli yanmis, yaban otlari gurlugunce icimden fiskiracak olumlu ozelliklerin baskisi altinda ilk zamanlar elbet gucsuz…

Dusununce, egitimimin kimi bakimdan bana pek zarari dokundugunu soylemeden duramiyorum. Bu suclama bir hayli kisiyi, yani anne ve babami, akrabalarimdan birkacini, evimize girip cikan konuklari, degisik yazarlari, beni bir yil boyunca sabahlari okula goturen cok iyi animsadigim bir ahci kadini (On yil sonra 21 Haziran 1920’de Milena Jesenska’ya yazilan bir mektupta Kafka’nin bu cocukluk anisi yeniden karsimiza cikar: “Ornegin ilkokulun birinci sinifinda. Ufak tefek, kara kuru, siska, sivri burunlu, avurtlari cokuk, sarimsi tenli, ama saglam vucutlu, enerjik ve kendini ustun goren ahci kadin beni her gun alip okula gotururdu… Ve bu durum sanirim bir yil boyu yinelendi.”), bir yigin ogretmeni (bellegimde iyice bir araya sikistirmam gerekiyor hepsini, yoksa zaman zaman iclerinden biri aklimdan cikip gidebilir; ama hepsini de bir araya sikistirdim mi, butun’de yer yer catlayip dokulmeler oluyor), bir okul mufettisini ve yolda agir agir yuruyen yayalari hedef aliyor; sozun kisasi, kalabalik arasindan bir hancer gibi kivrilarak ilerliyor suclama ve hic kimse, yine soyluyorum hic kimse hancerin ucunun ansizin kendi onunde, arkasinda veya yamacinda belirmeyeceginden emin olamaz. Bu suclamaya karsi hicbir itiraz istemiyorum. Simdiye kadar fazlasiyla dinledim hepsini ve cogunda suclamam curutuldu; dolayisiyla, itirazlari da suclama kapsamina aliyor ve soyle diyorum: Egitimimin ve suclamamla ilgili itirazlarin kimi bakimdan bana pek zarari dokundu.

Sik sik dusunuyor ve her defasinda egitimimin kimi bakimdan bana pek zarari dokundugunu soylemeden duramiyorum. Suclama, bir yigin insani hedef aliyor. Ancak, hepsi bir arada dikiliyor bu insanlarin, topluca cekilen eski aile fotograflarindaki gibi birbirlerine karsi nasil bir konumda duracaklarini bilemez gorunuyorlar; gozlerini yere indirmeyi akillarina getirmiyor, beklemekten gulumsemeyi goze alamiyorlar. Aralarinda annem ve babamla birkac ogretmen, cok iyi animsadigim bir ahci kadin, dans kursundan tanidigim birkac kiz, eskiden evimize girip cikmis birkac kisi, birkac yazar, birkac yuzme ogretmeni, bir konduktor, bir okul mufettisi, kendilerine topu topu bir kez yolda rastladigim uc bes insan, su anda animsayamadigim daha baskalari, artik hic animsayamayacaklarim ve nihayet ilgimi baska seyler cektiginden derslerinin hic farkina varmadigim ogretmenlerim; kisacasi oyle coklar ki, birinin ilk kez adini anmamak icin dikkat etmem gerekiyor. Ve iste hepsine karsi suclamami aciga vurup bu yoldan onlari birbiriyle tanistiriyor, ama itirazlara goz yummuyorum. Dogrusu yeterince itirazlara katlandim simdiye kadar ve cogunda suclamam curutuldu; dolayisiyla itirazlari da suclama kapsamina aliyor, egitimimden ayri onlarin da kimi bakimdan bana pek zarari dokundugunu acikliyorum.

Kiyi kosede bir yerde egitildigim mi saniliyor yoksa? Hayir! Bir kentin gobeginde egitildim, bir kentin gobeginde. Dag basinda bir viranede ya da bir gol kiyisinda degil ornegin. Annemle babam ve onlarin yani sira bazi kisiler simdiye kadar suclamamla ortulmustu ve gri renkteydi; oysa simdi, kendilerine yonelttigim suclamayi kolaycacik bir kenara itip gulumsuyorlar; cunku ellerimi cekip aldim kendilerinden, alnima goturdum ve dusunuyorum: Bir viranenin kucuk bir sakini olmaliydim; kulaklarim kargalarin cigrismasinda, uzerimde onlarin ucusan golgeleri, ay altinda serinleyerek; yaban otlari gurlugunce icimden fiskiracak olumlu ozelliklerin baskisi altinda ilk zamanlar biraz gucsuz; dort bir yandan, yikintilar arasindan sizarak sarmasik yatagima vuracak guneste yanmis.

Cokluk dusunuyor, dusuncelerimi hic karismadan kendi akisina birakiyor ve nasil yaparsam yapayim her seferinde egitimimin kimi bakimdan bana muthis zarari dokundugu sonucuna variyorum. Boyle bir sonuc, pek cok insana yonelik bir suclamayi iceriyor. Anne ve babamla akrabalar, belli bir ahci kadin, ogretmenler, birkac yazar, dost birkac aile, bir yuzme ogretmeni, yazlari sayfiyelerin yerli halki, kent parkinda kendilerinden boyle bir sey beklenmeyecek birkac hanimefendi, bir kuafor, bir dilenci kadin, bir vergi tahsildari, ev doktoru ve daha pek cok kimse; hepsini ismiyle belirtmeye kalksam ve belirtebilsem, daha da kabarik olurdu sayilari.  Kisacasi o kadar coklar ki, kalabalikta birinin adini iki kez anmamak icin dikkat etmem gerekiyor. Hani bu durumda denilebilirdi ki, bir kez ilgili sayinin cokluguyla suclama saglamligini yitirir ve yitirmek zorundadir; cunku suclama bir strateji uzmani degildir, dumduz bir yol izler, oraya buraya sapmak diye bir sey bilmez. Hele benimkisi gibi gecmiste kalan kisilere yonelikse. Kisiler istenildigi kadar bilincaltinda surdurulen bir cabayla bellekte alikonulsun, bundan boyle ayaklari bir zemine basmayacagi gibi, ayaklarin kendilerinin de artik bir sabun kopugunden geri kalir yani olmayacaktir. Gecmiste bir oglani egitirken isledikleri hatalari boyle bir durumdaki insanlarin baslarina kakmaktan da ne yarar umulabilir; bir oglan ki, biz kendilerini nasil anlamiyorsak, onlar da bu oglani artik bir turlu anlayamamaktadir. Ancak, ilgili zamanlari kendilerine animsatmak bile olanaksizdir, bundan boyle animsayabilecekleri hicbir sey kalmamistir cunku; uzerine fazla dustunuz mu, sizi suskun bir kenara iterler. Hic kimse kendilerini animsamaya zorlayamaz, ama bir zorlamadan da soz acilamaz asla, cunku pek buyuk bir olasilikla soylenen sozleri isitmezler. Yorgun kopekler gibi ortada dikilir, cunku tum guclerini bellekten silinip gitmemek icin harcarlar. Ama gercekten sizi dinlemeleri ve konusmalari saglansa, kulaklariniz onlarin karsi suclamalariyla iste oylesine uguldayip dururdu, cunku insanlar olulerin sayginligi inancini olunceye kadar iclerinde tasir, obur dunyaya goctukten sonra da bu inanci oradan kat kat daha buyuk bir gucle size karsi savunurlar. Tutalim ki boyle bir gorus dogru degildir ve olulerin kendileri yasayanlara karsi gayet buyuk bir gorus dogru degildir ve olulerin kendileri yasayanlara karsi gayet buyuk bir saygi duymaktadir, iste asil o zaman bu yasamdaki gecmislerine sahip cikarlar, dolayisiyla bizler yine kulaklarimizda ayni uguldamayi hissederdik. Diyelim bu gorus de yanlistir ve oluler hic de pek yan tutan varliklar degildir, o zaman da yine dogrulugu kanitlanamayan suclamalara basvurularak rahatlarinin kacirilmasina asla riza gostermeyeceklerdir. Cunku boylesi suclamalar, bir kez insanin karsisindakine dogrulugunu kanitlayamayacagi nitelik tasir. Gecmiste yapilmis egitim hatalarinin varligi kanitlanamazken, bunlari kimlerin isledigi nasil kanitlanabilir? Eh, boyle olunca bir suclamanin sonunda bir gogus gecirmeye donusmemesi akil alacak sey midir? Iste benimkisi boyle bir suclama. Saglam bir ic yapisi var ve kuramsal yoldan ayakta tutuluyor. Bende gercekten mahvettikleri seye gelince, simdilik unutayim bunu ya da bagislayayim ve bununla ortaligi velveleye vermeyeyim daha iyi. Ama uzerimde uyguladiklari egitimle beni simdikinden degisik insan yapmak istediklerini her an kanitlayabilirim. Yani beni egitenlerin niyetlerini goz onunde tutarak bana verebilecekleri zarari suclama ve gulmelerden olusan bir salvoyu obur dunyadan icerlere yolluyorum. Ama bunlarin hepsi bir baska amaca hizmet ediyor. Her seye karsin benden bir parcayi, kusursuz nefis bir parcayi mahvettikleri suclamasinin -duste bazen soz konusu parca, baskalari icin olu bir nisanli neyse oyle gorunuyor gozume-, hep bir gogus gecirmeye donusmek icin hazir bekleyen bu suclamanin durust bir suclama olarak, ki gercekten de oyle, bir kez sapasaglam obur dunyaya ulasmasi gerekiyor. Boylece basina bir hal gelmeyecek buyuk suclamayi elinden tutuyor; buyuk suclama yururken kucugu sekiyor; ama kucuk suclama bir kez obur dunyaya ayak basmasin, kendini kanitlayacak, ki hep bekledik bunu, davula bir trompet gibi eslik edecek.

Cokluk dusunuyor, dusuncelerimi hic karismadan kendi akisina birakiyor, ama her seferinde egitimimin beni aklimin alamayacagi kadar mahva surukledigi sonucuna variyorum. Distan bakinca ben de herkes gibi bir insanim, normal bir vucut yapisina sahip oldugum gibi, bedensel egitimim de her normal sinirlar icinde kaldi. Boyum hayli kisa, kendim biraz sismanim, oyleyken pek cok kisi begeniyor beni, kizlarin da hosuna gidiyorum. Bu bakimdan diyecek bir sey yok. Daha gecenlerde kizin biri pek akla yatkin bir sey soyledi: “Ah, sizi soyle bir ciplak gorebilsem, ne yakisikli oldugunuzu anlar, sizi opmeden duramazdim.” Ama burada su ust dudak, orada su kulak sayvani, burada bir kaburga, orada bir parmak eksik olsa, basimda kel yerlere rastlansa da cicek bozugu bir yuzum bulunsa, yine de icteki perisanligimi yeterince yansitmazdi. Soz konusu perisanlik dogustan gelmiyor, bu yuzden katlanilmasi daha cok aci veriyor insana. Cunku ben de herkes gibi en salakca bir egitimin bile yerinden oynatamayacagi bir agirlik merkeziyle dunyaya geldim. Bu kusursuz agirlik merkezi hâlâ bende, kendisine ait vucut ise adeta ortada yok artik. Hicbir is gormeyen bir agirlik merkezi de kursunlasir ve insanin bedeninde bir filinta mermisi gibi kalir hep. Ama soz konusu perisanligi sonradan kazanmis da degilim, benim bir sucum olmadan dogup cikti ortaya, bana yalniz katlanmak dustu. Dolayisiyla, ne kadar ararsam arayayim, icimde pismanlik diye bir seye hicbir yerde rastlayamiyorum. Dogrusu boyle bir pismanlik iyi bir sey olurdu, kendi icine akitir gozyaslarini, aglaya aglaya acilir, aciyi cekip bir kenara alir, her isi tek basina bir namus sorunu gibi cozumler, bizi ferahlatarak ayakta kalmamizi saglardi.

Perisanligim soyledigim gibi dogustan degil; sonradan kazanilmis da degil; ama yine de, hayal guclerini epey zorlayarak ellerindeki seckin carelerden yararlanmalarina karsin baskalari benimkinden cok daha kucuk bir mutsuzluga, ornegin pek cirkin bir kadina, yokluklara, rezil bir meslege benim kadar iyi katlanamiyor, oyleyken yuzum umutsuzluktan kara degil, ak ve kirmizi.

Ne var ki egitimim, amacladigi gibi varligimin pek derinlerine isleseydi boyle olmazdim. Belki de cocuklugum buna elvermeyecek kadar kisa gecti; eger boyleyse, soz konusu kisaliktan simdi kirkli yillarimda bile butun kalbimle ovgulerimi esirgeyemeyecegim; ancak boylelikle cocuklugumda ugradigim kayiplarin bilincine varmama, ayrica bu kayiplari sineye cekmeme, ayrica gecmis dolayisiyla dort bir yana suclamalar yoneltmeme yetecek kadar ve biraz da kendim icin kimi gucler kaldi geride. Ne var ki, butun bu gucler kucukken sahip oldugum, benim cocuklugun felaketleriyle herkesten cok yuz yuze getirmis guclerden biri zerredir yalniz; nihayet toz ve ruzgâr iyi bir kosu arabasinin pesine duser, takip gecer onu, karsidan cesitli engeller ucarak yaklasip tekerleklere carpar; oyle ki sevildigine nerdeyse inanasi gelir insanin.

Simdi nasil biriyim, icimden disari cikmak isteyen suclamalarin gucu bunu hepsinden acik secik gosteriyor. Oyle zamanlar yasadim ki, cilginca bir ofkenin onune kattigi suclamalardan baska sey barinmadi ruhumda, vucut sagligimin yerinde olmasina karsin sokakta yabanci insanlara tutunmadan yapamadim, cunku icimdeki suclamalar elde hizla tasinan bir kaptaki su gibi kendilerini bir bastan obur basa savurup duruyordu.

O zamanlar geride kaldi. Suclamalar, egilip kaldirmayi bundan boyle pek goze alamadigim yabanci arac ve gerecler gibi ruhumda saga sola sacilmis duruyor. Bu arada eski egitimimin olumsuz etkileri sanki giderek varligimda yeniden duyuruyor sesini. Animsama hastaligi, belki ben yastaki bekâr erkeklerde genellikle gorulen bu ozellik, suclamalarimla bozguna ugratmayi dusundugum insanlara kalbimi aciyor yeniden; dolayisiyla, ornegin yemek yemek gibi eskiden pek sik tekrarlanan dunku gibi bir olay simdi oyle seyrek gerceklesiyor ki, bunu not edemeden gecemeyecegim.

Ama bu bir yana, simdi pencereyi acmak icin kalemi elimden birakirken ben, saldirgan dusmanlarinin ekmegine yag suren bulunmaz biriyim belki. Cunku kendi degerimi kucumsuyorum, bir kez bu kadari baskalarinin degerini gozde buyutmek demektir. Oysa ben, bu baskalarinin degerini zaten buyultmekteyim gozumde. Ote yandan, kendim kendime dogrudan zarar verip duruyorum. Icimde suclamalara basvurmak hevesi uyandi mi, tutup pencereden disari bakiyorum. Karsida, kayiklarinin icinde, okuldan getirilerek irmagin uzerine birakilmis ogrenciler gibi sessiz sakin oturmus balik tutanlarin bulunmadigini kim ileri surebilir; dogru, onlarin kimildamadan duruslarina, sineklerin pencere camlarinda devinimsiz duruslari gibi akil erdirilmez cokluk. Ayrica kopruden, kuskusuz her zamanki gibi kaba bir ruzgâr ugultusuyla elektrikli tramvaylar gecmekte, bozuk saatler gibi zillerini otturmektedir. Sonra, gogsunde madalyanin sari isigi, bastan asagi siyahlar icindeki polisin cehennemden baska bir seyi aklina getirmediginden ve ansizin -agliyor mu, hayal mi goruyor, yoksa oltasindaki mantarla mi uyumakta- kayiginin kenarina dogru egilen bir balikciyi kafasinda benimkine benzer dusuncelerle seyrettiginden kusku duyulamaz. Hepsi dogrudur bunlarin, ama zamani gelince; simdiyse dogru olan yalniz suclamalaridir.

Bir yigin insani hedef aliyor suclamalar; bu, insani korkutabilir, yalniz ben degil, baska herkes de en iyisi pencereden irmagi seyrederdi. Bir kez anne ve babamla hisim ve akrabalarimin beni sevdiklerinden bana zararlarinin dokunmasi suclarini daha da buyultuyor; cunku sevgiden bana ne cok yararlari dokunabilirdi. Sonra, dostumuz olan kem gozlu aileler sucluluklarinin bilinciyle kendilerini agirlastiriyor, yukari cikip bellekte gorunmekten kaciyorlar. Sonra da murebbiyeler, ogretmenler, yazarlar ve hepsinin ortasinda belli bir ahci kadin, daha sonra kendileri icin ceza olsun diye ic ice gecen bir ev doktoru, bir kuafor, bir vergi tahsildari, bir dilenci kadin, bir kirtasiyeci, bir park bekcisi, bir yuzme ogretmeni, sonra kent parkindaki kendilerinden boyle bir sey beklenemeyecek yabanci hanimlar, masum dogayla adeta alay eden sayfiyelerin yerli halki ve daha baska pek cok kimse. Hepsini ismiyle belirtmeye kalksam ve belirtebilsem daha da kabarik olurdu sayilari. Kisaca o kadar coklar ki, birinin adini iki kez anmamak icin dikkat etmek gerekiyor.

Cokluk dusunuyor, dusuncelerimi hic karismadan kendi akisina birakiyor, ama her seferinde egitimimin bana tanidigim butun insanlardan daha cok ve aklimin almayacagi kadar zarari dokundugu sonucuna variyorum. Ama bunu ancak zaman zaman bir firsatini bulup dile getirebilirim, cunku biri cikip bana: “Sahi mi? Nasil olur? Inanilacak sey mi?” gibi bir soru yoneltmeye gorsun, asabi bir korkuya kapilip kendimi frenlemeye calisiyorum.

Distan benim gorunusum de baskalarininki gibi; ayaklarim var, govdem ve basim var, pantolonum, ceketim ve sapkam var ayrica; adamakilli bir beden egitiminden gecirildim; ama yine de hayli kisa boylu ve gucsuz kalisim boyle bir seyin onlenemedigini gosteriyor. Sunu da belirteyim ki coklarinca begeniliyor, genc kizlarin bile hosuna gidiyorum; hoslarina gitmediklerim ise bana katlanilabilir biri gozuyle bakiyorlar.

Anlatildigina gore, ki bizim de buna inanmak icin bir egilim yasar icimizde, erkekler tehlike aninda yabanci guzel kadinlari bile hic umursamazmis; diyelim yanan bir tiyatrodan kacarken ayaklarina dolastilar mi onlari bir kenara itip duvara yapistirir, baslari, elleri ve dirsekleriyle surup atarlarmis onlerinden. Bunu isiten bizim cenebaz kadinlar susuyor, bitip tukenmeyen konusmalari bir fiile ve bir noktaya kavusuyor, hareketsiz durumlarindan ayrilip yukari kalkiyor kaslari, nefes alip verislerinin bacak ve kalcalarinda yol actigi devinimler son buluyor, dehsetle aralanmis agizlarindan her zamankinden cok hava giriyor iceri ve avurtlari biraz sismis gorunuyor.