.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

12 Mar 2012

Ben Enistenizim / Benim Adım Kırmızı


Ben Kara'nın Eniste Efendisiyim, ama baskaları da Eniste der bana. Bir zamanlar, annesi bana Kara'nın öyle seslenmesini isterdi, sonra bunu yalnız Kara değil, herkes kullanır oldu. Kara, evimize gidip gelmeye bundan otuz yıl önce, Aksaray'ın arkalarında kestane ve ıhlamur ağaçlarının gölgelediği o karanlık ve nemli sokağa yerlesmemizden sonra basladı. O bundan önceki evimizdi. Yazları ben Mahmut Pasa ile sefere çıkarsam, sonbaharda İstanbul'a döndüğümde Kara'yı annesiyle bizim eve sığınmıs bulurdum.

Rahmetli anası, benim rahmetli hanımın ablasıydı. Bazen de, kıs aksamları eve döndüğümde anasıyla benimkini birbirlerine sarılmıs gözleri yaslı dertlesirlerken görürdüm. Hiçbirinde tutunamadığı küçük ve ücra medreselerde müderrislik eden babası huysuzdu, öfkeliydi ve iyice de içerdi. Kara, o zamanlar altı yasındaydı, annesi ağlıyor diye ağlar, annesi sustu diye susar, bana, Enistesine korkuyla bakardı. Simdi onu karsımda kararlı, kemale ermis ve saygılı bir yeğen olarak görmekten memnunum. Bana gösterdiği saygı, elimi öpüsündeki dikkat, hediye getirdiği Moğol hokkasını verirken "yalnızca kırmızı mürekkep için," deyisi, karsımda dizlerini dikkatlice birlestirmis olarak derli toplu oturusu, bütün bunlar, yalnız onun olmak istediği aklı basında, yetiskin adam olduğunu değil, benim de olmak istediğim ihtiyar adam olduğumu bana bir kere daha hatırlatıyor.

---

Simdi Kara'nın baska bir temel bilgiyi de edinmis olduğunu sevinçle görüyorum: Nakıs ve sanatta hayâl kırıklığına uğramak istemiyorsan eğer, sakın onu mesleğin olarak görme. Ne kadar hünerin ve yeteneğin olursa olsun parayı ve iktidarı baska yerlerde ara ki, hüner ve emeğinin karsılığını alamayınca sanata küsmeyesin.

---

Kara'nın yokluğunda yaptırdığım bu yeni evden önce hiç söz etmedik. Büyük bir ihtimalle, servet ve itibar sahibi olmayı aklına koymus istekli bir gencin hissedebileceği gibi Kara, bu konulardan söz açmayı çok ayıp bir sey olarak görüyor. Ama yine de daha eve girer girmez merdivenlerde ikinci katın her zaman daha kuru olduğunu, kemiklerimdeki ağrılara ikinci kata tasınmanın iyi geldiğini söyledim. İkinci kat, derken tuhaf bir utanç duyuyordum, ama sunu bilmenizi de isterim: Benden çok az serveti olanlar, küçük bir tımarı olan basit sipahiler bile yakında iki katlı ev yaptırabiliyor olacaklar. Biz kısları nakıs odası olarak kullandığım odadaydık. Bitisikteki odadaki Seküre'nin varlığını Kara'nın hissettiğini sezdim. Onu İstanbul'a çağırmak için Tebriz'e yolladığım mektupta anlattığım asıl konuya girdim hemen.
"Tıpkı senin Tebriz'deki hattatlar ve nakkaslarla yaptığın gibi ben de bir kitap hazırlatıyordum," dedim.
"Benim siparisçim Âlemin Temeli Padisahımız Hazretleri'dir. Kitap gizli olduğundan, Padisahımız benim için Hazinedarbası'ndan gizli bir para çıkarttı. Padisahımızın nakkashanesinin en usta nakkaslarıyla tek tek anlastım.
Onların kimine bir köpeği, kimine bir ağacı, kimine kenar süsleriyle ufuktaki bulutları, kimine atları resimlettiriyordum. Resmettirdiğim seyler, tıpkı Venedikli üstatların resimlerindeki gibi, Padisahımızın bütün âlemini temsil etsin istiyordum. Ama bunlar Venediklilerin yaptığı gibi malın mülkün değil, tabii ki iç zenginliğinin ve Padisahımızın âleminin sevinçlerinin ve korkularının resimleri olacaktı. Para'yı resmettirdiysem küçümsemek içindir, Seytan'ı ve Ölüm'ü korkuyoruz diye koydum. Bilmiyorum dedikodular ne diyor.
Ağaçlarının ölümsüzlüğü, atlarının yorgunluğu, köpeklerinin arsızlığı Padisahımız Hazretleri'ni ve âlemini temsil etsin istedim. Leylek, Zeytin, Zarif ve Kelebek takma adlı nakkaslarım da keyiflerince konu seçsin istedim. En soğuk, en uğursuz kıs geceleri bile Padisahımın nakkaslarından biri kitap için resmettiği seyi göstermeye gizlice bana gelirdi."
"Nasıl resimler yapıyorduk ve neden öyle yapıyorduk, onu simdi tam söyleyemem. Senden sakladığım, söyleyemeyeceğim için değil. Resimlerin neyi anlattığım sanki tam ben de bilmediğim için. Ama onların nasıl resimler olması gerektiğini biliyorum." Kara'nın benim mektubumdan dört ay sonra İstanbul'a döndüğünü eski evimizin sokağındaki berberden isitmis, onu eve ben çağırmıstım. Hikâyemde bizi birbirimize bağlayacak bir dert ve bir mutluluk vaadi olduğunu biliyordum.
"Her resim bir hikâye anlatır," dedim. "Okuduğumuz kitabı güzellestirmek için nakkas, hikâyenin en güzel meclisini resmeder. Âsıkların birbirini ilk defa görüsü; kahraman Rüstem'in seytani canavarın kafasını kesisi; öldürdüğü yabancının kendi oğlu olduğunu anlayan Rüstem'in kederi; askından aklını kaçıran Mecnun ıssız ve vahsi tabiatın içinde aslanlar, kaplanlar, geyikler, çakallar arasında; İskender savastan önce kuslardan geleceği okumak için gittiği ormanda kendi çulluğunun koca bir kartal tarafından paralandığını görünce dertleniyor... Bu hikâyeleri okurken yorulan gözümüz resme bakarak dinlenir. Eğer hikâyede aklımızın ve hayal gücümüzün canlandırmakta zorlandığı bir sey varsa, resim hemen imdada yetisir. Resim hikâyenin renklerle çiçeklenisidir. Kimse hikâyesi olmayan bir resim düsünemez."
"Düsünemez sanırdım," diye ekledim sanki bir pismanlıkla. "Ama bu yapılabiliyormus. İki yıl önce Padisahımızın elçisi olarak bir kere daha Venedik'e gitmistim. Hep İtalyan üstatlarının yaptığı yüz resimlerine bakıyordum. Resmedilenin hangi hikâyenin hangi meclisi olduğunu bilmeden, ama anlamaya ve hikâyeyi çıkarmaya çalısarak. Günün birinde, bir saray duvarında bir resimle karsılasınca tutulup kaldım."
"Resim her seyden çok, birinin, benim gibi birinin resmiydi. Bir kâfir elbette, bizim gibi biri değil. Ama ona baktıkça ona benzediğimi hissediyordum. Üstelik, bana hiç mi hiç de benzemiyordu. Kemiksiz, yuvarlak bir yüz, elmacık kemikleri hiç yok, buna karsılık, benim masallardık çeneden onda hiç iz yok. Bana hiç benzemiyor, ama nedense baktıkça sanki benim resmimmis gibi yüreğimi oynatıyor."

"Hangi hikâyeyi süslemek ve tamamlamak için bu resim yapılmıstı? Resme bakarken anlıyordum ki bu resmin hikâyesi kendisiydi. Bir hikâyenin uzantısı değildi de resim, kendisi için bir seydi."