.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

13 Oca 2011

Aylak Adam

"sustu.konuşmak lüzumsuzdu.bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti.biliyordu; anlamazlardı." 


"... her zaman, önünde yürüyen kadının yüzünü görmeden, güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeklerin gözlerinden anlardı. güzelse, onu geçtikten sonra dönüp bir daha bakardı..."

 ".. ben çoğu geceler içiyorum. bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. belki kendi kendimden. iki çeşit içen vardır. biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. bir de şu çevrendekilere bak. bunlar neden içiyorlar? toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. dışarıda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. sokakta gülmemek için burda gülerler. böylesi az içer. ya ben? içiyorum da kurtulabiliyor muyum? belki yalnız baş ağrısından..."

her şeye "karşı" duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam.. aylak adam.. diyor kitabın arka sayfasında. bu kadar karşıtlığın içinde, kendine "karşı" yaşıyor. tek amacı bir gün "o" nu bulmak. eğer ben varsam "o" da olmalı diyor..

"... eskiden aralarındaki suskunluk uzadıkça, bir şeyler bulup söylemek gereğinin verdiği tedirginliği duymazdı. yoksa evini, babasını varsayayım derken, onlarla birlikte kendinimi de sarsmıştı? kuşkuluydu. yalnız birbirlerine sarılıp gözlerini yumduklarında, çözümlenemeyecek bir sorunları kalmıyordu..."

"...biliyorum sizi. küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. büyüklerinden korkarsınız. akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar yok. neden ben de sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim böyle düşünen? bir ben miyim yalnız?... "

''ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. '' iş avutur '' derdi babası. o böyle avuntu istemiyordu. bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri. kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. ne kolaydı onlara uymak! ''


"sevgi dedikleri bu iç karışıklığı, bu özlem mi yoksa? haydi uzat ellerini, somurttuğum zamanlar yaptığın gibi, yanaklarımı tutup ger de güleyim."

"bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. kadınlar da böyleydi. dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu."

"........... dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. tramvaylardaki tutamaklar gibi. uzanır tutunurlar. kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. çocuklarına tutunanlar vardır. herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. gülünçlüğünü farketmez."

"günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir. bugün, şimdilik -paltosunu ilk çıkardığı gündü- sonra güler'i ilk gördüğü gün olacaktı..."

" - neden bu kadar kötümsersin?
- sen neden değilsin? çevrene bakmıyor musun? en mutlu görünenlerine bile? bütün bunlar, üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşüyle başlıyor. sonra? haydi bayanlar, baylar! bu fırsatı kaçırmayın. siz de girin, siz de görün. üç perdelik dram. birinci kısım: dağlar dümdüz. ikinci kısım: ne çok tepe! üçüncü kısım: ova batak. bu günlük bu kadar baylar. iyi geceler. yarın yine bekleriz."

"...bana tek insan yeter. sevişen iki kişinin kurduğu toplum. toplumsal yaratıklar olduğumuza göre, insan toplumlarının en iyisi bu daracık, sorunsuz, iki kişilik toplumlar değil midir?" demiştir.

her bölümden ayrı çıkarım yapmak haddimiz değil elbet, gücümüz yetmez. lakin aşağıdaki dialog bir kadın için bir çok sorunun cevabı gibidir, Değer kelimesiyle yüzleştirir insanı, aniden bağlar kendisine Gerçekmiş gibi.

...
güler, giyinik yatağın kıyısına oturmuş, başı ellerinde ağlıyordu. yüzünün yangını yavaş yavaş sönerken ona yaklaştı. yanına oturur oturmaz güler, ellerine sarıldı. ıslak bir sesle,

-yapamıyorum dedi. olmuyor. oysa seni seviyorum, biliyorum. ama yapamıyorum. neden, neden olmuyor?

-"çünkü yardım etmiyorum sana, diyecekti demedi. soyunurken, babanın duyunca, nasıl şaşıracağını, başkalarının neler diyeceğini düşündün. şimdi seni kucaklayıp yatağa yıksam, öpe okşaya etini kışkırtsam, kulağına benden duymak istediklerini söyleyip seni kandırsam her şeyi yeniden unutursun. istemiyorum böylesini. yarım bardak şarap içirdim diye nasıl içimi yedim görmedin mi? bu mavi boşlukta etimiz bile sonuna dek sevişemiyor. çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik. ama bir gün babanı, başkalarını kovup geleceksin. o zaman keskin ışıkta soyunup açık pencerede sevişeceğiz. acelem yok benim, biliyorsun." kucağındaki saçları öptü.

" düşünüyordu: çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan.gördüğü film ona birşeyler yapmış.salt çıkarını düşünen kişi değil. insanlarla barışık. onun büyük işler yapacağı umulur.ama beş on dakikada ölüyor. sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu;asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar. saatine baktı: dört buçuğa beş vardı. "eve gidip okusam" durağa yürüdü. bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. kocaman sinemalar yapılmalı. bir gün dünyada yaşayanlarım tümünü sokmalı bunlara. iyi bir film görsünler. sokağa hep birlikte çıksanlar."


" her şeye karşı duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam...aylak adam... bir adı bile yok..."c" diyor. Yusuf Atılgan kısaca"