.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

13 Oca 2011

kürk mantolu madonna

"insanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı.... bir de ben bu halimle
kalkip başka bir insanin kafasinin icini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adami bile, insani hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkinda hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkinda söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldigimiz insan hakkinda son kararimizi verip gönül rahatiyla öteye geçiveriyoruz?"


 "hayattan bir şeyler almaya çalışma ya da ona bir şeyler vermeye çalışma.onu olduğu gibi kabul et.çünkü her iki çabanda hiçbir işe yaramıyor.yaptığın sadece kendini paralamaktan başka bir şey değil."

"her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? ah maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? niçin yanımda değilsin?"

"dünyada bir tek insana inanmıştım. o kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. ona kızgın değildim. ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. ama bir kere kırılmıştım. hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum."

"o beni birdenbire sessiz ve karanlık dünyamdan ayırmış, ışığa ve sahiden yaşamaya götürmüştü. bir ruhum bulunduğunu ancak o zaman farketmiştim. şimdi, geldiği kadar sebepsiz ve ani, çekilip gidiyordu. fakat benim için bundan sonra eski uykuya dönmek imkânı yoktu.."

"...en büyük acıya bile yüzündeki tebessümü muhafaza ederek tahammül eden..."
"dünyada bana hiçbir şey tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir."


"o zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzam bir kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.

henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi, bütün hükümlerimin tasavvur ve hayallerime dayandığını biliyordum. bununla beraber, asla aldanmadığıma dair sarsılmaz bir kanaatim vardı."

''dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,hayretten
hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir.
niçin bunu anlamaktan bu kadar kacıyor ve insan dedikleri
mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri
zannediyoruz ? ''

insanlara bakarız, onları inceleriz. kendi kendimize, onların haberi bile olmadan yargılarız ve üzerlerinde bir kanıya varmak, iyi veya kötü, cesur veya korkak, güçlü veya zayıf gibi etiketler yapıştırmak isteriz. çoğunlukla böyle yapsak bile aslında ne kadar doğrudur ki. bir insanı ne kadar tanıyabiliriz. gerçek manada üzerinde kafa yürütür müyüz, yoksa peşin hüküm vermeyi mi seçeriz. insanların sadece kendilerinin bize tanıttıkları kısmını tanıyabildiğimiz, derinlerine onlar izin vermedikçe inemedğimiz ve haklarında istediğimiz doğruları elde edemediğimiz gerçeğini neden hep göz ardı ederiz?

"bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."

"beni hayatımda hiçkimse sevmemişti."

"kadın, sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor,kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."

"bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar. halbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. herkes tabii olanı kabul eder, ortada ne sükutu ne inkisarı kalır..."



''...kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde, 'bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır...''

"muhakkak ki bütün insanların bir ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadıkları geldikleri yere gideceklerdi. bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya - ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirileriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu."

 Sabahattin Ali