.

Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
14 Oca 2011
Son cümleler / 13.09.2010
Yollar, sokaklar, insan yüzlerinin berisine götüren izler... Kesinlikle hedefsiz bir yolculuk bu. Çünkü hedef belirlersen, bir tek onu görür ve aslında her şeyi kaçırırsın. Bin yaşındaki kökleri, altın parıltılı taşları, ağlayan kayaları, damarları, dehlizleri, karanlık ve anlaşılmaz çağrıları... Oysa belki gerçek öykün tökezlediğin taşta yazılı. Eğilip bakmalısın ona, bir aynaya bakar gibi. Ancak böyle başlarsın kendi yolculuğuna, dünyanın büyük yollarında. Çorak ve ıssız, yabancı topraklarda, hep başkasına ait topraklarda... Yaydan çıkmış bir ok gibi dalınmıyor gerçeğe, kollara ayrışmayı, parçalanmayı, dağılmayı, her çatlaktan sızmayı göze almak gerek. Vurulmayı göze almadan kimse firar edemez. Ama kim bir mahkûmdan daha iyi tanır ki zamanı?
Gün boyu yabancı bir kentin sokaklarında dolanmak, kafelere girip çıkmak, insanca konuşmalarla beslenmek, dudakların defalarca yinelenmiş cümleleri şekillendirişini izlemek... Ve gün boyunca aslında dünyaya tek bir cümle söylemek: Öyle mi?..Sen haddini aşarak feryat eden kadın, nereye gitmeye, varmaya, ne söylemeye çalışıyorsun? Bunca acı, bunca bebek, bunca denge neyine yetmiyor senin?... Öylesine bir yazı yazmak istedim işte. Ne heyecan, ne coşku yaratan, ne soran, ne yanıtlayan, ne gerçeği aktaran, ne de kurgulayan... Tüm bunları yapmayı, okuru çekim alanına almayı reddederek sorgulayan bir yazı. Ama bu da sözcüklere bırakılamayacak olanı sözcüklere teslim etmek olurdu. Söz uçar, yazı da. Geriye kalan ne? İnanın bilmiyorum. Sözcükler: Kuru ve çıplak. Birer kabuk, birer maske. Birer yankı, yalnızca ölülerin önünde susan.
Beyaz kâğıt: Bütün öteki beyazlardan daha beyaz.
Bu ses, yaşamın ardı sıra koşan, her adımda tökezleyen, eğilip onun bıraktığı boş kabukları toplayan bu ses, biliyor mu onda seslenmeye çalışanın yaşam olduğunu? Ya ben... Ben de bu ses kadar boşum. Ama nedir ki insan bir aynadan ve yankıdan başka?
Ama işte, yalnızca zaman, bana bakan, her nabız vuruşuyla bana seslenen... Harf harf tutup beni kaldıran uçsuz bucaksız beyazlıktan. Yalnızca zaman, her şeyi silen, yineleyen, bütünleyen, bir sözcüğe, bir ada dönüştüren... Her şeyi küle, toza ve taşa, beni her şeye dönüştüren.
Ben mi? İyiyim. Gerçekten... Yani anlarsın işte, geride kalansa yalnızca kan lekeleri. Bu mektup... Bir oyundu o kadar. Bir tohum. Kırıp içine bakarsan hiçbir şey göremezsin. Hiçbir şey yoktur i, ağacın özü de budur.