.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

9 Mar 2012

Ölümün canı cehenneme. Her sey bugün, bugün, bugün. Evet.




09/12/91 01:18

Med ve cezir. Bes dakikadır oturmus masanın üstündeki raptiyeyi seyrediyorum. Dün hipodromdan dönerken otobanda hava kararmak üzereydi. Hafif sis vardı. Noel bir mızrak gibi yaklasıyordu. Birden otobanda benden baska kimse olmadığını fark ettim. Sonra yolun ortasında kocaman bir tampon gördüm. Direksiyonu son anda kırıp kurtardım ve sağıma baktım. Birkaç araba birbirlerine girmislerdi, dört ya da bes araba. Ama sessizlik hakimdi; ne hareket, ne insan, ne alev, ne duman, ne de far ısığı. Arabaların içinde insan olup olmadığını fark edemeyecek kadar hızlı gidiyordum. Birden gece oldu. Öyle olur bazen, uyarı yoktur. Her sey saniyenin içinde olup biter. Hayattasın. Ölmüssün. Ve hayat sürer.

Pamuk ipliği ile bağlıyız hayata. Olasılıkların arasında talihimizle geçici olarak varız. Bu geçicilik unsuru isin en iyi ve en kötü kısmıdır. Elden de bir sey gelmez. Bir dağın zirvesine çıkıp on yıllarınızı meditasyon yaparak geçirseniz de bu gerçeği değistiremezsiniz. Kabullenmeyi seçebilirsiniz ama bu da ne kadar sağlıklıdır bilemiyorum. Fazla düsünüyoruz belki de. Daha çok hisset, daha az düsün.

Kazaya karısan bütün araçlar griydiler sanki. Tuhaf. Filozofların kendilerinden önce getirilmis kavram ve teorileri çürütüs biçimlerini seviyorum. Yüz yıllardır sürüyor. Hayır, öyle değil, diye çıkarlar ortaya. Yol bu. Durmaksızın sürüyor ve bana sorarsanız bu ilerleyis son derece makul. Filozoflar için asıl sorun daha anlasılır bir dille yazmak. Bunu yapabildikleri ölçüde düsünceleri aydınlanır ve ilginçlesir. Sırrı, yalınlık. Yazarken kaymalısın. Sözcükler pürüzlü ve bulanık olabilirler, ama keyifli bir sekilde kayıp gidiyorlarsa duyulan hazla ısıldarlar. Özenle yazmak ölümcüldür. Sözcüklerle kaya parçalan veya yenecek lokmalarmıs gibi oynamakta Sherwood Anderson'un üstüne yoktu bence. Sözcükleri kağıda resmederdi. Ve öyle basittirler ki ısık patlamaları hissedersiniz; kapılar açılır, duvarlar kayar. Halıları, ayakkabıları, parmakları görürsünüz sayfada., sözün ustasıydı. Harikuladeydi. Ama Sherwood'un sözcükleri mermi gibidirler de. Onu okurken birden yere serilebilirsiniz. Uzun lafın kısası Sherwood isi biliyordu. Sezgileri güçlüydü. Hemingway yazıyı fazla ciddiye almıstı. Onu okurken ne kadar emek sarf ettiğini görebilirsiniz. Anderson ciddi bir seyden söz ederken gülmeyi de bilirdi. Hemingway hiç bilmedi gülmeyi. Sabahın altısında ayakta yazan birinin mizah duygusu olamaz. Bir seylerin üstesinden gelmeye çalısıyordun Yorgunum bu gece. Allah kahretsin, yeterince uyuyamıyorum. Bana kalsa öğleye dek uyurum ama ilk kosu 12:38'de, yolu ve bahis hesapları için gerekli süreyi de ilave edersen saat 11:00'de evden çıkmak zorundayım; postacı gelmeden. Sabah ikiden önce yattığım enderdir. Đki kez çise kalkarım. Kedilerimden biri beni her sabah altıda uyandırıyor, saat gibi. Suyu kaynadı, bahçeye çıkaracağım. Bir de sabah ondan önce aramayı seven yalnız kalpler var. Ben açmam, tele-sekreter devreye girer. Uykumun .bölündüğünü anlatmaya çalısıyorum. Ama tek sikayetim buysa aslan gibiyim demektir. Önümüzdeki iki gün atlar kosmuyor. Yarın öğleden önce kalkmayacak ve kendimi bir güç santralı gibi hissedeceğim, on yıl daha genç. Gel de gülme -on yıl daha genç beni 61 yapar, sevinilecek sey mi? Bırakın ağlayım, bırakın ağlayım. Saat 01:00. Neden kesip yatmıyorum?

18/01/92 23:59

Roman, siir ve hipodrom arasında gidip geliyorum ve hâlâ hayattayım. Hipodromda yeni bir sey yok, insanlıkla yüzlesilen bir yer iste. Bir de yol var, gidis ve dönüs. Karayolları insanların ne olduğu hakkında iyi bir fikir verir. Rekabetçi bir toplumuz. Yaradılısımızda var ve bu karayollarında iyice belirginlesiyor. Yavas sürücüler seni engellemek, hızlı sürücüler ise sollamak isterler. Hızlı sürücüler beni pek rahatsız etmez. Yol verir kurtulurum. Ama yavas sürücüler can sıkıcıdırlar, sol seritte seksenle giderler. Ve bazen iki arabanın arasında
sıkısıp kalırsın. Önündeki sürücünün basını durumunu okumaya yetecek kadar görürsün. Önündeki sürücünün ruhu uykudadır ve aynı zamanda hayata küs, bayağı, acımasız ve aptaldır.

Bir sesin bana, "Böyle düsündüğün için aptal olan sensin aslında," dediğini duyar gibi oluyorum. Toplumdaki geri zekalıların geri zekalı olduklarını idrak edemeyip onları koruyacak birileri daima vardır. Bunu idrak edememelerinin nedeni kendilerinin de geri zekalı olmalarıdır. Geri zekalılar cennetinde yasıyoruz; bu sekilde yasayıp birbirlerine bu sekilde davranmalarının nedeni bu. Onların bileceği is, beni ilgilendirmez. Ama ne var ki onlarla yasamak zorundayım.

Bir keresinde birkaç kisi ile aksam yemeğine çıkmıstım. Yanımızdaki masada bir grup vardı. Yüksek sesle konusup kahkaha ile gülüyorlardı. Sahte kahkahalar, zorlama. Kesintisiz. Sonunda masamızdakilere, "Çekilir gibi değil, değil mi?" diye sordum. içlerinden biri bana döndü ve tatlı bir tebessümle, "insanları mutlu görmek beni de mutlu eder," dedi. Cevap vermedim. içimde kara bir delik olusmustu ama. Karayollarında insanlar hakkında bilgi edinirsin. Yemek masalarında insanlar hakkında bilgi edinirsin. Televizyonda insanlar hakkında bilgi edinirsin. Süper marketlerde insanlar hakkında bilgi edinirsin. Listeyi uzatmak mümkün. Edindiğin bilgi hep aynı bilgi. Elden ne gelir? Kıçını kolla ve bardağını doldur. İnsanları mutlu görmek beni de mutlu eder. Ama nerede o mutlu insanlar? Ben göremiyorum.

Bugün hipodroma gidip yerime oturdum. Kepini ters giymis biri vardı önümde. Hipodromun dağıttığı keplerden. Promosyon Günü. Adamın Yarıs Bülteni ve armonikası vardı. Armonikayı çalmaya basladı. Bilmiyordu çalmayı. Üflüyordu sadece. Schoenberg'in 12 tonluk gamı filan da değildi. Bir süre sonra soluksuz kaldı ve Yarıs Bülteni'ni açtı. Tam önümde iki haftadan beri gelen aynı üç adam oturuyordu. Biri sürekli kahverengi giysi ve sapka giyiyordu ve altmıs yasların-daydı. Yanındaki daha yaslı görünüyordu, altmıs bes civarında. Saçı pamuk gibi beyaz, boynu eğri, omuzlan yuvarlaktı. Üçüncüsü Çinli'ydi ve durmadan sigara içiyordu. Her kosudan önce oynayacakları atları tartısıyorlardı. Đnanılmaz bahisçilerdi bunlar, daha önce anlattığım CAZGIR misali. Nedenini söyliyeyim. Đki haftadır arkalarında oturuyorum ve içlerinden biri bile bir kez olsun birinci gelecek atı bulamadı. Üstelik favori atlara da oynuyorlar. 45 kosuda yapılmıs üçlü seçimden söz ediyoruz burda. Tek bir at bile bulamadan yapılmıs 135 seçim. Bu gerçekten sasırtıcı bir istatistik. Bir düsünün.İçlerinden biri 1 ya da 3 numara gibi bir numara seçip hep o numaraya oynasaydı bir at bulması kaçınılmazdı. Ama beyinlerini ve bilgilerini kullanarak her seferinde farklı bir seçim yapmıs ve bütün kosuları ıskalamıslardı. Neden vazgeçmezler hipodroma gelmekten? Beceriksizliklerinden utanç duymazlar mı?
Hayır, bir sonraki yarıs var hep. Bir gün kazanacaklar. Hem de büyük. Hipodromdan çıkıp eve döndüğümde neden bu kadar mutlu olduğunu anlıyorsunuzdur her halde? Sözcüklerin dizileceği temiz bir ekran. Bu dünyanın dahileri karım ve dokuz kedim olmalı. Öyleler.

Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi / Charles Bukowski

Bazı adamlar ölmez,sonsuza kadar yaşarlar..O'da öyle işte..Bukocum