.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

18 Şub 2012

Zıkkımın Kökü


  Ah, ne severdim baloncuları, balonları... Pazar günleri sokak sokak dolaşır, bir baloncu bulur, ardına takılırdım.  Öyle çok severdim ki balonları... Onları, kırmızı, mavi, sarı, beyaz renkleriyle dev akide şekerlerine benzetirdim.  Baloncuyu da, çok balonu olduğu için dünyanın en mutlu insanı sanırdım. Ah baIoncu ben olsam, bu balonların  tümünü asarım boyumca bir yere, sonra ilkin kırmızıdan başlarım okşamaya, sonra sarıya geçerim, sonra yeşile,  sonra beyaza... derdim. Ortaya sarıyı koyar, yanlarına beyazları dizer, kocaman papatya yaparım. Yeşilleri  oraya buraya serpiştirir, papatyama çimen yaparım. Yere otururum, balonları yanıma yöreme yığar, balonların  ortasında ben de balon olurum. Patlatmam hiç onları, biri patlasa ağlarım.

  Ama hiç balonum olmadı ki o yaşa dek. Onun için nerede bir baloncu görsem, ardı sıra yürürdüm. Baloncu  gider, ben giderdim. Gözlerim hep balonlarda olduğu için bazen de tökezler, düşerdim. Dizimin kanamasına,  parmağımın sızlamasına aldırmaz, uzaklaşan baloncunun ardı sıra koşardım. Balonlardan en irisine en güzeline,  Benim derdim. Hiç gözümü ondan ayırmaz, boyuna onu gözetlerdim. Bir çocuk balon alacağı zaman, benim  balonumu gösterecek, Bunu istiyorum amca diyecek diye ödüm kopardı. Ama çocuk başka bir balonu  gösterince, sevinir, Oh derdim, baloncu gider, ben giderdim.

  O pazar baloncuyu Ulus Parkının orada görünce, kuş gibi uçtum anamın yanına.

  -Ana ana, para, dedim, balon alacağım. Anam,

  -Yok, dedi.

  Zaten anamda hiç para olmazdı. Yine koştum , gittim baloncunun yanına. O yürüdü, ben yürüdüm, o yürüdü,  ben yürüdüm. O gün kırmızı balonu seçmiştim kendime, en tepede, balonların ortasında nazlı nazlı giden balonu.  Balon da sanki kendisini seçtiğimi biliyormuş gibi rüzgarın etkisiyle bir bu yana, bir o yana sallanarak bana  selam veriyor, Haydi gel, kucakla beni  diyordu. Nasıl kucaklarım ki, baloncu emmi izin vermez ki... O zaman  işte böyle baloncuk, sen gidersin, ben giderim.

  İşte bir çocuk, parası elinde koştu geldi. Parmağıyla alacağı balonu gösteriyor, hayır hayır olmaz, o balon  benim, benim balonum o. Baloncu uzanıyor, koparacak... Parmağıyla,

  -Bu mu, bu mu, diye gösterip soruyor. Yok yok, ne nalınımın yanlarından giren soğuk ayaklarımı üşütüyor, ne  orgunluk bana gık dedirtiyor, yeter ki seni elimden kimse almasın balonum!...

  Ulu Caminin köşesine geldik. Balonum yine önde, baloncuda...

  Ama o da nesi, bir rüzgar, bir deli rüzgar kopardı balonumla birlikte birkaç balonu, çıkardı, çınar ağacının  tepesine kondurdu. Balonum şaşkın, ben şaşkın, baloncu şaşkın...Evet evet, tastamam yedi balon orada, ağacın  tepesinde. En üstte yine benim kırmızı balonum...

  -Küçük, lan hey küçük!

  Baloncu bana sesleniyordu, eliyle gel gel yapıyordu. Koştum.

  -Bana bak, şu balonları indirirsen, sana birini veririm, dedi.

  Ah!.. Nasıl indirmem, kuş olur uçarım. Kırmızı balonum orada. Hayır hayır, hiç korkmadım, ne kocaman  gövdesinden korktum ağacın, ne de upuzun dallarından. Sanki dümdüz bir yol, ağaç benim için. İşte gövdesi  bitti, işte bir dal, bir dal daha, bir ince dal daha... Çabala, az daha çabala. Bir dal daha, bir ince dal daha.  Yaklaşıyorsun balonlara. Balon alacaksın, kırmızı balon senin olacak, düş değil, gerçek. bir bakacaksın ki,  sabahleyin yastığının yanında balonun, kırmızı balonun. oracıkta duruyor. İpinden tutacaksın, koşacaksın  mahalleye, koşacaksın eve, oynayacaksın, yoruluncaya dek. Haydi az daha çaba... Varıyorsun... Vardım. Aman  dikkat patlatma! Tuttum ipin ucundan, baloncu aşağıdan seslendi :

  -Çek çek, sakın patlatma!

  Çektim. Ama o da nesi, altı balon iple birlikte geldi, yedincisi, kırmızı balon, benimkisi, gelmiyor. Ucundaki ip,  incecik bir dala takılmış. Baloncu yine seslendi:

  -Onu da al!

  Alacağım, ama dal öyle ince ki. Bir yandan da deli deli esen rüzgar... Bacaklarım titriyordu. Biliyorum, bir  adım daha atsam, dalla birilikte aşağıya düşeceğim. O denli yükseğe çıkmışım ki, baloncu aşağıda ufacık  gözüküyor. Terliyorum, dalı tutan elim, bileğim, parmaklarım titriyor. Kırmızı balon umursamıyor bile beni.  Uzanmaya çalışıyorum, ben uzanmaya çalıştıkça, kırmızı balon rüzgarın etkisiyle uzağa kaçıyor. Kapacağım  anda dal çatırdıyor. Baloncu bağırdı:

  -Kalsın o, ötekileri al gel!

  İniyorum ya, gözüm kırmızı balondaydı ama, olsun, işte şu sarı balon, bunu isterim baloncudan. Az sonra  aşağıya inince bana soracak:

  -Hangisini istersin küçük? Ben de ona,

  -Şu sarıyı, diyeceğim.

  Sarı balon benim olacak, benim balonum olacak. Anam soracak, Dala çıktım diyeceğim. Uyurken onu  başımın üzerine asacağım, arada bir pat pat vuracağım. Uyanınca ilk kez onu göreceğim, hiç mi hiç  patlatmayacağım. İndim, uzattım baloncuya balonları. Baloncu, ipin ucundan tuttu, tümünü öteki balonların  yanına bağladı. Yürüdü. Bağırdım:

  -Emmi, benim balonum hani? Parmağıyla ağacın tepesini gösterdi:

  -Senin balonun orada!

  -Emmi!...

  -Senin balonun orada dedim.

  Gitti baloncu. Geldim çınar ağacının yanına, baktım balonuma. O kırmızı balon benimdi. Hiç kimsenin değil,  benim. Çıkabilsem alırım, alabilsem koşar eve götürürüm... Benim balonum benim...

  Oradan geçen birine gösterdim:

  -Bak emmi, şu ağacın tepesindeki balonu görüyor musun?

  -Hı, dedi adam, kafasını salladı.

  -İşte o balon benim.

  Adam, başını bir kez daha salladı, gitti. Koştum gittim anama, daha sokaktan bağırdım, avluya girmeden:

  -Anaa, benim de balonum var.

  -Hani, nerede?

  -Ulu Caminin oradaki ağacın tepesinde. Koştum geldim yine balonumun yanına. Balonumu, gezgin satıcılara
gösterdim, kıravatlı emmilere gösterdim, camiden çıkanlara gösterdim...

  -Benim balonum benim, kırmızı balonum, bakın görüyor musunuz, o balon benim balonum! Hava kararıncaya  dek orada kaldım, balonumu izledim, konuştum onunla, el salladım ona. Gece düşümde hep balonumu gördüm.  Ben çıkmışım yanına, o tutunduğu daldan kopmuş benim yanıma gelmiş, başucuma konmuş... Gülüyor... Uyandım. Okula gitmezden koştum balonumun yanına... Yooo!... Olamaz!... Olamaz!... O ufacık gözüken  buruşmuş şey benim balonum mu, kırmızı balonum mu? Olamaz!... Balonum patlamıştı. Ağladım ağladım, ağacın dibinde ağladım. Gelen geçenler sordular:

  -Niye ağlıyorsun?

  -Balonum, dedim, balonum patlamış.

  -Ağlama, dediler, anan sana yine alır.