.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

11 Mar 2012

Güneş Ülkesi

 
 
ALTIN ÇAĞ
 
Mutlu bir altın çağ olduysa eskiden
Niçin bir kez daha olmasın?
Her şey dönüp dolaşıp
Gelmiyor mu eski yerine?
Düşündüğüm, öğütlediğim gibi benim
Paylaşsaydı insanlar
Yararları, mutluluğu ve ahlâkı
Cennet olurdu dünya...
Uyanık, temiz sevgiler gelirdi diyorum
Azgın, kör sevgiler yerine
Yalan dolan, bilgisizlik yerine
Gerçek bilgi gelirdi
Ve kardeşlik zorbalığın yerine.
 
 
Ama kim böylesine bilge olabilir? Kendini bilimlere adamış birisi, yönetim işinin üstesinden gelebilir mi, her zaman?
C. Kaptan :
Bu soruyu ben de sormuştum Güneş Kentlilere ve şu karşılığı almıştım: «Biz böylesi bir bilge adamın devleti iyi yöneteceğine sizlerden -başınıza çok zaman bilgisizleri geçiren ve bunları sırf hükümdar soyundan geldiği için ya da güçlü bir partice seçildiği için yönetime elverişli sayan sizlerden - daha çok güveniriz. Bizim Metafizikçi, her çeşit yönetim işinde acemi olabilir ama, o uçsuz bucaksız bilgisi, onu kötü, hain ve zorba olmaktan ister istemez alıkoyar. Bununla beraber, başkanımızın bilgisinden çıkardığımız kanıta siz bizler kadar önem vermezsiniz. Çünkü, sizler bilgin diye Aristoteles'in ya da başkalarının gramer ve mantık kurallarını en çok bilenlere diyorsunuz ve böylece sizin memleketinizde bilim, sadece domuzuna yorulma ve kölece ezbercilik isteyen bir iştir. Bu da insanın düşüncesini körletir, onu olayların derinine inmekten alıkoyar, bir sürü laf kalabalığı ile yetinmesine yol açar, ruhunu alçaltır, kitapların ölü kelimeleriyle kafasını doldurur. Onun için, böylesi bilginler Tanrı'nın bütün varlıkları nasıl yönettiğini, tabiatın ve ulusların kurallarını, törelerini bilmezler. Oysa, bizim Hoh'umuz için böyle bir şey söylenemez. Çünkü, böylesine geniş bir bilgiye ulaşabilen kimse bununla dehasının yüceliğini göstermiş, en çetin görevlere, özellikle devlet yönetimine elverişli olduğunu ispatlamış sayılır. Ayrıca, bize göre, kendini sadece bir tek bilime adayıp sadece kitaplarla yetinmiş bir kimse kafası tam gelişmemiş, beş para etmez bir kimsedir. Dehanın özü bütün bilimleri kendine mal etmek ve derinlere inmektir: İşte, bizim en yüce başkanımız Hoh öyle olmalıdır. Ki öyledir de. Öte yandan, Hoh'un yardımcısı olan öbür üç başkanın doğrudan doğruya görevleriyle ilgili işlerde derin bilgileri olması gerekir. Ortak işlerdeyse sadece tarih olaylarını bilmeleri elverir. Örneğin, Güç, binicilik, ordu düzeni, ordugâh kurma, silâh yapımı, tabiye, tahkimat gibi işlerde yetki sahibidir. Ama bunları yapabilmesi için, felsefe, tarih, politika, fizik vb. bilmesi gerekir. Aşk ve Akıl için de aynı nitelikler istenmektedir. Güneş Kentlilerin yaşama yollarından, eğitim araçlarının üstünlüğünden söz ederken şunları belirtmem gerekir. Daha önce anlatmıştım: bu kentte bilimler o kadar kolay öğretiliyor ki, çocuklar bizimkilerin on ya da on beş yılda öğrendiklerini bir yılda kavrayabiliyorlar. İsterseniz bir deneyin, çocuklara bir şeyler sorun bakalım.»
Bu, önce biraz şaşırttı beni. Ama, çocuklardan bir kaçına sorular sordum. Hiç duraksamadan bir çırpıda verdikleri o yerinde ve bilgili cevaplar karşısında nasıl ağzım açıkta kaldı anlatamam. Çoğu ana dilimizi kusursuz konuşuyordu. Meğer her bölükten üç kişi bizim dilimizi, üç kişi Arapçayı, üç kişi Lehçeyi, üç kişi de dünyanın başkaca üç dilini öğrenmek zorundaymışlar. Çocuklar bütün bu eğitim bitmeden ne dinlenebilirler, ne de tatil yapabilirlermiş. Ancak öğretim dönemi sonunda köylere, kırlara gezmeye, tarlalarda koşup oynamaya gider, ok, mızrak atmayı, silâh kullanmayı öğrenir, avlanır, bitkiler, hayvanlar ve madenler üstünde incelemeler yapar, tarım işleriyle uğraşır, sürülere bakarlarmış. Her öğrenci bölüğü akıllıca düzenlenmiş işlerde sırayla çalışırmış.
OSPİTALARİO :
Bu ülkenin devlet görevleri nelerdir, ayrı ayrı söyler misiniz? Özellikle eğitim ve toplum hayatı üstüne bildiklerinizi.
C. Kaptan :
Güneş Kentlilerin evleri, odaları, yatakları ve gerekli bütün eşyaları ortaktır. Her altı ayda bir, yöneticiler herkese hangi çevrede, hangi evde, hangi odada kalacağını bildirir. Her odanın kapısında, içinde geçici olarak oturanın adı yazılıdır. Bütün kol ve kafa işlerinde erkekler gibi kadınlar da ortakça çalışır. Yalnız toprağı belleme, ekip biçme, hasat, bağ bakımı gibi ağır işleri erkekler görür. Hayvan sağma, peynir yapma, Kentin duvarları dışında sebze ekip toplama, meyva devşirme gibi işler de kadınlara düşmektedir. Ayrıca, oturarak ya da ayakta görülen, örneğin, kumaş dokumak ya da örmek, dikiş dikmek, elbise yapmak, saç sakal kesmek, ilâç hazırlamak gibi işleri de kadınlar yapar. Ama, tahta ve demir atelyelerinden, silâh yapılan yerlerden uzak tutulurlar. Resim yapmaya eğilimli olanlara güçlük çıkarılmaz. Tam tersine, daha çok yaraşır diye kadınlara, bazan da yetenekli çocuklara özgü bir uğraş sayılır bu. Ama, bunların boru ve trampet çalışmalarına izin verilmez. Kadınlar ayrıca, yemek pişirmek, sofra kurmakla da görevlidirler. Sofrada hizmet etmekse yirmi yaşından aşağı erkek ve kız çocukların işidir.
Kent'in her çemberinin kendi özel mutfağı, kileri, kap kaçağı vardır. Her mutfağı, görmüş geçirmiş yaşlı bir kadınla yaşlı bir erkek yönetir. Bunlar görevlerini savsaklayan tembelleri, beceriksizleri ya da dik kafalıları ya kendileri döver ya da dövdürebilirler. Bunlar, kız ya da erkek çocukların hangi işlere yatkın olduklarını bulup ortaya çıkarırlar.
Bütün gençler, kırkını doldurmuş olanlara hizmet ederler. Akşamları yatma zamanı gelince, kadın ve erkek öğretmenler gençleri odalarına götürürler, sabahleyin de, her odadan bir ya da iki kişiyi sırayla işe koşarlar. Bu kutsal görevi kaytarmaya kalkışanın vay haline!
Yemekler ortak sofrada yenir. Birinci ve ikinci diye ayrı sofra, her sofranın iki ucunda da oturacak yerler vardır. Sofraya önce kadınlar, sonra erkekler oturur. Yemek manastır sofralarında olduğu gibi, derin bir sessizlik içinde yenir. Yemek boyunca, bir delikanlı yüksek sesle kitap okur, ve çoğu zaman, yöneticiler önemli saydıkları yerlerde okumayı durdurur, sorular sorar, açıklamalar yaparlar. Sade elbiseleri içinde o güzelim gençlerin büyüklerin her çeşit hizmetlerine canla başla koşmalarını görseniz gözleriniz yaşarır. Bütün bu dostlar, kardeşler, evlâtlar babalar ve anaların bir arada, bunca düzen ve saygı içinde yaşamalarını görmek de ayrıca dokunuyor insana. Herkese ayrı tabak, peçete ve payına düştüğü kadar yemek verilir. Yaşlıların, gençlerin ve hastaların ne yiyeceklerini her gün hekimler aşçılara bildirmekle görevlidir. Yöneticilere hem daha bol, hem daha iyi yemekler verilir; onlar da bunların bir parçasını sabahleyin bilim ve askerlikle ilgili derslerde başarı göstermiş olan çocuklara verirler. Yöneticiden yemek almak çok büyük bir şeref sayılır. Bayram günleri sofrada türkü söylenir. Kimi zaman birkaç kişi, kimi zaman da Lüra eşliğinde sadece bir kişi türkü çağırır. Bütün işlere herkes canla başla katıldığı için, eksik hiç bir şey kalmaz. Yaşlı yöneticiler mutfak işlerinin düzenlenmesine, yemeklerin hazırlanmasına, hattâ yatakların, odaların, elbiselerin, kap kaçağın, atelyelerin, kapı ve koridorların temizliğine göz kulak olurlar.
Güneş Kentliler beyaz gömlek, onun üstüne de bedenlerine yapışık, pantalon yerine geçen, kıvrıntısız bir elbise giyerler. Bu elbiseler, kalçalardan topuklara kadar yırtmaçlıdır. Her yırtmaç yuvarlak düğmelerle tutturulmuştur. Ayaklarında pabuçlar, diz kapaklarına kadar uzanan ve meşin bağlarla bacakları sımsıkı kavrayan dolaklar vardır. Daha önce de dediğimiz gibi, bütün bunlar bir harmani altında göze görünmez. Bu elbiseler bedenlerine öylesine yapışıktır ki, harmanilerini çıkardılar mı bedenlerinin bütün çizgilerini apaçık görebilirsiniz.
Güneş Kentliler, yılda dört defa yani, Güneş koç, yengeç, terazi ve oğlak burçlarına girdiği zaman, elbise değiştirirler. Elbiselerin değişeceği zamanı hekim belirtir ve çemberin elbise görevlisi de elbiseleri dağıtır, insanı şaşırtan şey, mevsime göre giyilmesi gereken ince - kalın elbiselerin hem sayıca bol, hem de istenilen zamanda hazır olmasıdır. Güneş Ülkelilerin hepsi beyazlar giyerler. Elbiseleri ayda bir defa boğada suyuyla ya da sabunla yıkanır.
Evlerin alt katlarında yalnız mutfak, kiler, ambar, hamam, yemek salonu ve çamaşırlık vardır. Çamaşırlar sıra sütunların dibinde yıkanır ve kirli sular arklardan lağımlara akar. Kent'in çemberleri arasında uzanan meydanlarda çeşmeler vardır. Akıllıca bir mekanizma dağdan getirilen suları çeşmelere salar. Kentin suyu, genel olarak, doğal kaynaklardan sağlanır: Damlarda biriken yağmur suları, içleri kum dolu künklerle sarnıçlara akıtılır. Güneş Kentliler, hekim ve yöneticilerin öğütlerine uyarak sık sık yıkanırlar.
El sanatları sıra sütunların altında, kuramsal bilgiler üst katlarda, yani bilimsel nitelikte resimlerle süslü galerilerde okutulur. Tapınaklarda kutsal konular işlenir. Her çemberin küçük kulelerinde güneş saatleri, bir de halka rüzgârın yönlerini bildiren yelkovanlar vardır.